Ayça
Çağatay ve Furkan'ın 'sorgulanmasının' ardından iki gün geçmişti. Bu arada birkaç gündür ortalıkta görünmeyen Berkay geri gelmişti. Nerede, ne yaptığı ile ilgili bir fikrim yok - ki öğrenmek için çaba harcadığım da söylenemez. Evde durum normal sayılır. Her zamankinden farklı olan tek şey, Deniz abi ve abimin bizim eve yerleşmiş olması ve birçok şeyimize karışması sanırım. Evdeki iki misafir odasının ikisini de onlara vermiştik - ayrı odalarda kalmak isterler diye - ancak onlar aynı odada kalabileceklerini söyleyip misafir odalarından birine, benim odamın sağındaki odaya yerleşmişlerdi.
Okulların açılmasına da epey az kalmıştı. İki hafta kadar, belki biraz da fazla. Bu yüzden yakın zamanda alışverişe çıkmalıydık... Almamız gereken şeyler vardı. Okul çantası, birkaç kalem ve kıyafet...
Ve tabii ben, madem okul başlıyor biraz test çözeyim konuları hatırlayayım diyerek odama kapanmıştım. Aslında testin ilk sorusunu yapmaya başladığımda - matematik testi çözüyordum- oldukça hevesliydim ders çalışmaya. Ancak şu an ikinci sorudaydım ve o hevesin anlık bir şey olduğunu fark etmiştim. Çok sıkılmıştım ama en azından bir test çözmeden bırakmak istemiyordum. Bir test 10 soruydu, sona yaklaşmıştım yani.
Ama sanırım dayanamayacaktım. Soruları bilememek, anlamamak bunu iyice çekilmez bir hale getiriyordu. Derken... Aklıma bir fikir geldi! Çoğunlukla hep iki şık arasında kalıyordum, o zaman her soruda iki şık işaretlersem daha az sıkılırdım.
Bu düşünceyle her soruda iki şık seçerek testi tamamladım ve heyecanla kaç yanlışım olduğunu kontrol etmek için cevap anahtarını elime aldım.
***
Mutfağa girdiğimde Beril masada oturmuş telefona bakıyordu. Ocakta yemek vardı, pişmesini beklerken zamanı böyle değerlendirmek istemiş olmalıydı. Beni fark ettiğinde gülümsedim. "Ders çalışma işi nasıl gitti?"
"Berbat."
"Neden?" dedi ve ayağa kalkıp yemeği karıştırmaya gitti. Ne pişirdiğini görememiştim ama burnuma güzel kokular geliyordu doğrusu.
"10 soru çözdüm."
"Güzel?" dedi, bunun neresi berbat dercesine.
"14 yanlışım çıktı."
Kahkahasını tutmaya çalışırken tuhaf bir ses çıkardı. Ben, "Gül, gül içinde kalmasın" deyince kendisini kasmadan rahatça gülmeye başladı. Gülmekten iki büklüm olmuştu.
"Sadece merakımdan soruyorum başka hiçbir sebebi yok, nasıl becerdin acaba? Anlatır mısın biraz, çünkü bu apayrı bir yetenek." dedi arkamdan biri. Abim. O gülmüyordu ama ciddi durmak için özellikle kendisini tuttuğu belli oluyordu.
Sıkılmamak için testi nasıl çözdüğümü anlattım. Sonunda dayanamayıp güldü. "Tam komedisin, absürt bir şeysin Ayça... Allah cezanı vermesin ya. Vermesin diyorum bak, sen bizi güldürdün Allah da seni güldürsün."
"Ne güldünüz ya... O kadar komik bir mesele yok ki. Sadece... Abi ben geri zekalı mıyım acaba? Olabilir mi bende öyle bir şey? Buna başka açıklama bulamıyorum çünkü."
"Biz seni böyle kabul ettik zaten küçük, sıkıntı yapma."
"Abi..." dedim sinirle. Bana öyle seslenmesini sevmiyordum. Genelde öyle seslenmezdi zaten, sadece beni kızdırmak istediğinde.
"Biliyorum, biliyorum..." dedi. "Bana küçük deme abi, boyum seninle aynı sayılır abi, ben küçük değilim abi..." Sesini biraz daha incelterek beni taklit ediyordu. Ya da yalnızca 'çalışıyordu.' Çünkü ben öyle konuşmuyorum.
Telefonum çalmaya başladı. Bu telefon abimin beni sinir etmesini engelleyecek diye sevindim bir an. Ama bir an, o kadar. Çünkü arayan Çağatay'dı. Telefonu alıp başka odada konuşmaya gitsem, gidemezdim, çünkü abim iyice şüphelenirdi - ki Çağatay'ın aradığını da görmüştü. Açıp konuşsam Çağatay ağzından bir şey kaçırabilirdi. En iyisi açmamaktı... Evet, evet açmayacaktım. Tam kapatacağım sırada abimin sert sesi duyuldu. "Aç bakalım ne istiyormuş öğrenelim."
"Ne isteyecek ya... Ne istesin? Yanlış numaradır..." dediğim sırada saçmaladığımı anlayıp, "Değildir," diye düzelttim.
"Ayça telefonu aç, yanında kimse yokmuş gibi normal bir şekilde konuş." Açmaktan başka şansım yoktu artık. Tek ümidim Çağatay'ın ağzından bir şey kaçırmamasıydı.
İçimden aklıma gelen ilk duayı okudum ve telefonu açıp kulağıma götürdüm ama abim hoparlöre almamı işaret edince onun isteğini uyguladım.
"Alo?" dedim çekingen bir sesle.
"Alo, Ayça ne yapıyorsun?"
"Ne yapayım... Derin sularda yüzüyorum... Öyle derin ki her an boğulabilirim." Şifreli bir şekilde Çağatay'a abimin yanımda olduğunu söyleyebilirdim belki?
"Yüzüyor musun? Hava bugün o kadar iyi değil hastalanırsın. Nerede yüzüyorsun hem?" Anlamamıştı! Anlamıyordu.
"Evde."
"Ayça yanlışlıkla bir şey falan içmedin değil mi?"
"Sadece su." Batıyordum... Boğulmayı bırakmış şimdi bir de batıyordum...
"Peki..." Tuhaf bir durum olduğunu anlayıp fazla deşmek istememişti sanırım. Yani, keşke. "Ben sana şey diyecektim, abi-"
Var gücümle öksürmeye başladım. Öyle can havliyle öksürüyordum ki bir an ben bile gerçekten öksürdüğümü sandım. Ama bu sadece Çağatay'ın sesini bastırmak ve konuyu dağıtmak için olan bir yöntemdi. Zor durumumu Beril eli kolu bağlı izliyordu. O öksürüğümün sebebini anlamamıştı o yüzden su katamayacak kadar meşgulmüş gibi davrandı ki kalkıp suyu abim katsın. O sırada ben de Çağatay'a durumu bir şekilde açıklamaya çalışabilirdim.
Tam düşündüğüm gibi oldu, abim sırtıma bir iki kere vurduktan sonra kalkıp bardak aldı. Ben de hâlâ öksürmeye devam ediyordum, anlaşılmayacak kadar küçük bir zaman dilimi içinde, "Abim yanımda" dedim öksürüklerimin arasından. Sadece Çağatay'ın anlamasını umuyordum.
"Ha..." dedi Çağatay. O sırada abim suyu katıp getirmişti ve ben de aceleyle içmiştim. Evet, öksürük krizi sona ermişti.
"Şey diyecektim ya..." dedi, nihayet olayı anlamıştı. "Abin evdeyse bir verebilir misin? Onunla konuşmak istiyorum da."
"Değil, yanımda değil." dedim abime gülümseyerek.
"Tamam... İyi günler o zaman. Görüşürüz yani."
"Aynen," dedim ne diyeceğimi bilemeyerek. Bir olayı daha atlatmıştık... Ama abim, gün geçtikçe anlıyor gibiydi. Farkına varıyor. Ya da en baştan beri farkındaymış da ses etmiyormuş gibi.
***
Evet, yine çok uzun olmayan bir bölüm. Ama bu kadarını yazmak bile benim için çok zor, inanın. Aslında çok daha uzun olmasını planladığım bir bölümdü ama ne yazık ki çok yoğunum... Cidden. Matematik projesi, biyoloji deneme sınavı, matematik sınavı, resim ödevi, biyoloji özeti, coğrafya test kitabı derken kendime bile zaman ayıramıyorum. Daha sayamadığım neler var neler. Ama yorumlarınızı görünce hemencecik yazmak istedim her şeye rağmen. Arayı açmayayım, çok beklemeyeyim dedim. Böylece karşımıza bu çıktı... Şimdi size birkaç soru soracağım. Lütfen cevaplayın, olur mu?
Deniz ve Bora isimli karakterlerimiz hikayede yeni sayılırlar ama kalıcı olacaklar. Yani yolun sonuna kadar varlar. Onlar hakkındaki düşünceleriniz neler? Sizce onların varlığı ne gibi olaylara sebep olacak?
Bir de biliyorsunuz ki Okan diye bir karakterimiz var. Birçoğunuz onun kalıcı olduğunu düşünmedi belki ama o da kalıcı bir karakter. Sizce Okan bu hikayede hangi vaziyette bulunacak? Onun hakkındaki görüşleriniz nelerdir?
Bu kadar. Yorum yapmayı unutmayın!
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kafan Mı Güzel?
HumorAyça, Ada ve Beril'imizin komik halleri ile size güzel bir yolculuk sunarken ayriyetten Çağatay, Furkan ve Berkay da bize eşlik ediyor. Lisenin başlarından beri birbirlerine düşman kesilmiş bu iki grup. Düşmanlıkları komik bir hal almış bu altı insa...