47. Bölüm

2.5K 234 40
                                    

Öncelikle 500 Bin için hepinize teşekkür ederim! 500 Bin için bir bölüm yazayım dedim, biraz gecikti ama sonunda geldi!

Lütfen yorum atmayı ve oylamayı unutmayın. Tıklanma sayısını bakıyorum, neredeyse bin kişi ama oy yüz bile değil. Yorumlardan hiç bahsetmesem daha iyi olacak... Hadi bir güzellik yapın ve oy ve yorum atın! Bu şekilde benim moralim biraz olsun düzelebilir (Coğrafya sınavından 06 alan bir yazarbozuntusu çizelim şuraya -_-)
Aynı zamanda oylarınız ve yorumlarınız doğrultusunda bir karar vereceğim. Tıklanmaya yakın oranda oy ve yorum gelirse anlayacağım ki hâlâ okuyup beğenenler var. Böyle olursa ara ara düzenleme devam ederken bölüm atacağım. Yok az gelirse, kendimi tamamen düzenlemeye vereceğim ki şu aralar düzenlemeye bile odaklanamıyorum. Karar sizin, lütfen yorumlarda fikirlerinizi paylaşın.

***

"Ayça'yla aranızda bir şey var mı?"

Bora, Deniz, Furkan ve Çağatay. Karanlık bir odadaydılar, tek ışık kaynakları Bora'nın ve Deniz'in telefonlarının fenerleriydi. Onları da etrafı aydınlatmakla değil, Çağatay ve Furkan'ın gözüne doğru tutmakla harcıyorlardı zaten. Biri Furkan'ın, diğeri de Çağatay'ın omzundan tutmuştu, kalkmalarını engelliyorlardı. Uzun zamandır sormayı planladıkları soruların cevabını alma vaktiydi.

"Şey... Soru bana mı, ona mı abi? Çünkü şu an göremiyorum da ben kime baktığını falan..."

"İkiniz de cevap verin." dedi Deniz.  "Daha soru bol zaten."

Furkan bu soruyu rahatlıkla cevaplandırdı. "Estağfurullah, Ayça dünya ahiret bacımdır hiçbir şekilde yan gözle bakmam abilerim, o konuda sıkıntınız olmasın yani."

Çağatay bir süre cevap veremeden öylece kaldı. Sonra konuyu değiştirmek için bir denemede bulundu. "Abi şu ışığı gözüme gözüme tutmasan, valla göremiyorum ya!"

"Sorguluyoruz şurada, ne yapalım başka ışık bulamadık, yüzünüzü de görmemiz lazım siz görmeyin iki dakika. Soruya cevap ver sen."

Çağatay bir an her şeyi açıklamayı düşündü. Hatta, "Biz..." diyerek cümlesine başlamıştı bile ancak ne yaptığının farkına varıp cümlesine devam etmedi. Söyleyemezdi. En azından şimdilik, böyle bir şey mümkün değildi. Hemen öğrenmelerini istese Ayça şimdiye söylemiş olurdu. Bunu açıklama işini, Ayça'nın söylemek istediği zamana kadar ertelemeliydi.  "Bizim aramızda bir şey yok Bora abi, arkadaşız biz. Kardeş gibiyiz hatta."

Bora rahatlamış bir şekilde nefesini dışarı verdi. "Valla aranızda bir şey var sandım delleniyordum he..."

"Yok yahu, ne olabilir aramızda? Ama şey soracağım ya... Misal, yani öyle bir şey yok da atıyorum var, ne yapardın abi?"

"Ağzını burnunu kırardım Çağatay." Bora bunu çok ciddi bir şekilde söylemişti.

Bu Çağatay'ı ürkütmedi.  "Sonra abi?"

"Aklıma gelen her türlü işkenceyi yaparım. Sonra iki şık sunarım... Hâlâ Ayça ile olmak istiyor musun, yoksa gözümün önünden kaybolup gidecek misin?"

"Atıyorum, yine akıllanmamışım, Ayça diyorum, yani Ayça ile olmak şıkkını seçersem?"

"Tebrik ederim."

"Efendim?"

"Tebrik ederdim. O kadar şeyden sonra hâlâ Ayça diyebiliyorsan gerçekten sevdiğini anlar aranızdan çekilirdim."

"Valla mı?" Heyecanlı bir şekilde güldü. Sonra hemen toparlandı, gülümsemesini yüzünden sildi ve daha ciddi ve sakin bir tavırla,"Hadi ya... İlginçmiş." dedi.

Deniz ve Bora aralarında bir şey konuşurlarken durumdan istifade, Furkan'ın kulağına doğru eğilip, "Şansımı denesem mi lan?"  dedi.

"Delirdin mi oğlum sen? Ağzının burnunun kırılmasını, aşı olunca hissettiğin sızlama sanıyorsun herhalde." Furkan ona gördüğü en tuhaf şeymiş gibi bakıyordu.

"Öyle sanmıyorum da denemekten ne zarar gelir?"

"Tabii canım! En kötü ölürsün yahu, ne olacak?"

"Dalga geçme lan, ne yapayım? Olabilir diye düşündüm. Deniz abi sana böyle dese koşa koşa gidip dayağını yemezsin sanki." Çağatay oturduğu yerde dikleşti ve derin bir nefes aldı.

"Ee beyler, sohbetiniz bittiyse yüksek müsaadenizle sıradaki soruya geçelim mi?"

"Estağfurullah, müsaade sizin, buyrun lafı mı olur?" dedi Çağatay saf bir şekilde.

"Geri zekalı, adam ima yapıyor dalga geçiyor ciddi ciddi cevap veriyorsun." dedi Furkan, Deniz ve Bora'nın duyamayacağı bir şekilde.

"Ne yapayım? İleride bacanağım olacak adamla dalga geçerek mi konuşayım? Cevap vermesem olmaz, dalga geçsem olmaz ben de normal cevap verdim."

"Ne bacanağı be?"

"Ayça ile evlenince bacanak olacağız ya?"

"Sana daha da bir şey demiyorum Çağatay... Devam et böyle."

Deniz susmalarını belirtircesine öksürdü.

"Peki ya, Ada?" dedi.  "Onunla bir yakınlığınız var mı?"

"Yok abi, ne yakınlığım olacak arkadaşım sadece." dedi Çağatay sorgunun zor kısmını atlattığının farkında olarak.

"Sen?" dedi Deniz, asıl şüphelendiği kişi Furkan'mış gibi duruyordu ki, Çağatay'ın üzerine fazla gitmemişti.

Furkan başını hızlı hızlı sağa sola salladı. Sandalyesinde iyice geriye yaslanmıştı, Deniz'e son derece uzak durmaya çalışıyordu.

"Konuşsana oğlum?"

Furkan yine aynı şekilde başını sağa sola salladı.

"Furkan, konuş!" Deniz sinirleniyordu ve Furkan konuşmadıkça şüphelerinde haklı olduğunu kanıtlamış oluyordu.

"Yok abi..."

"Ne yok?"

"Aramızda yok."

"Doğru düzgün bir cümle kur!"

"Çok üzerine gitme lan çocuğun, o zaten Beril'i seviyor, bilmiyor musun sanki?" diye araya girdi Bora.

"Beril'i mi seviyorum?!" dedi şaşkınca Furkan. Çağatay da ona katıldı. "Beril'i mi seviyor?"

Bora kaşlarını çattı. "Sevmiyor musun yoksa?"

"Sev-" Yutkundu. İstanbul'da söylediklerini hatırlamıştı. "-mez olur muyum?"

Yardım istercesine Çağatay'a baktı ancak ondan hayır gelmeyeceği belliydi. 

"Seviyorum tabii..." Ada'yı sevdiğini söylerse, daha onun affını kazanmadan kaybetmiş olurdu onu. Deniz onları görüştürmemek için elinden geleni yapar ve başarılı da olurdu. O yüzden şimdilik ağzını sımsıkı kapatmalı ve Berkay'ın sinirlerini bozacak olan bu küçük oyunu bir süre devam ettirmeliydi.

Kafan Mı Güzel?Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin