Bölüm 2

885 99 25
                                    

Sabah abimleri karşılamak için uyanmıştım. Heyecanlı değilim desem yalan olurdu. Gelecekleri saat yaklaştıkça daha da gergin oluyordum çünkü ne tepki vereceğimi bilmiyordum. Acaba Namjoon hyung yumruğumun tadına baksa başım belaya girer miydi ?

"Jimin hadi yola çık yavaş yavaş. Bir saate iner uçakları." anneme başımla onay verdikten sonra koltukta ki ceketimi de giyinerek arabaya doğru yürümeye başladım.

"Sana haber veririm anne endişelenme." arkamdan yavaşça yürüyen annem girdiği transtan sesimi duyunca çıkmıştı.

Endişeli olduğunu ve abimi ne kadar özlediğini biliyordum. Gelmeyi çok istese de tepkisini bilmediğimiz babamı işkillendirmek şu anlık hiç iyi olmazdı.

"Peki. Dikkatli sür ve beni haberdar etmeyi unutma ha bir de, sakın olay çıkarayım deme." Bayan Park beni gerçekten çok iyi tanıyordu. Böylece Namjoon hyungu yumruklama planım suya düşmüştü. İntikamımı başka bir şekilde alırdım bende canım.

Anneme veda ettikten sonra havalimanına sürmeye başlamıştım. Arabayı park ettikten sonra geliş hattında beklemeye koyuldum. Ekranda Los Angeles uçağının indiğini gösteren ibare yer alınca heyecanım kat kat arttı. Dakikalar sonra abime kavuşacaktım.

Şimdi bile ona olan tavrımı kestiremiyordum. Aptalca bir şey yapmak istemiyordum. İçimdeki özlem ve sevince bakacak olursam zaten öyle bir şey olmayacaktı ama bir sır, bir Park'ın ne yapacağını asla tahmin edemezdiniz.

Kapılar açıldığı an öne doğru yürümeye başladım. Herkes beklediği kişiyi büyük bir mutluluk ve özlemle kucaklamaya başladı. Ayrılıklar her zaman kötü olmuştur sonuçta. Amacı ne olursa olsun sevdiğim birinden ayrı kalmak isteyebileceğimi sanmıyordum. Bu gerçekten zordu.

Ama kalmıştım ve hala kalıyordum.

Gözlerimle onları aramaya devam ederken tanıdık sesle olduğum yerde durdum ve sesin olduğu yöne doğru bakışlarımı kaydırdım. Pekala... Gözlerimizin dolmasını engellemenin bir yolu var mı ? Abimin ve o adamın karşısında ağlamak istemiyordum. Bu acizlik değildi ama istemiyordum işte.

Ama gözyaşlarınıza söz geçirmek pek mümkün değildi maalesef. Eh siktir edin, abimi çok özlemiştim.

Ona doğru adım atmamla onunda gözlerinde ki yaşları fark etmem uzun sürmemişti. Bir adım sonra o da bana doğru koşar adımlarda ilerlemeye başladı ve geniş omuzlarında yer edinmem çokta uzun sürmedi. Kokusunu doya doya içime çektim. Bu kadar özlediğimin ben bile farkında değildim.

Dakikalar sonra ayrıldığımızda yüzünü inceleme şansım olmuştu. Tanrım zaten yakışıklıydı kabul ama Los Angeles ona cidden yaramıştı. Hafif esmerleşmiş teni ve yeni boyattığı sarı saçları. Bunu dile getirmeye çokta hevesli sayılmazdım ama hyungum fazla yakışıklıydı.

"Jimin-ah..." sesiyle bakışlarımı saçlarından çekip gözlerine indirdim.

"Ben... Özür dilerim, yemin ederim yap-" sözünü kestim çünkü bunu burada konuşmak istemiyordum. Sadece rahatlamasını ve ağlamasının durmasını istiyordum.

"Tamam, bunu sonra konuşuruz olur mu ? Şu an yorgunsun hyung. Hey, ağlamayı da kes artık rezil ettin bizi." deyip omuzuna çokta sert olmayan bir yumruk geçirdim ve gülüşünü kazandım buna karşılık.

Namjoon hyungun tarafına doğru dönüp başımla selam verdim. Hemen sıcak bir kucaklaşma beklemesin abimi almıştı benden. O bu hareketime rağmen sıcak gülümsemesini bana göstermekten çekinmedi. Namjoon hyungu severdim, hep sevdim. O şeytan kardeşindense bu hyungu tercih ederdim.

IMPASSE | vminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin