Kadının sesi cidden güzeldi. Haftanın bir günü mutlaka geldiği bu bistroda ilk kez dinlediği kadın solist ise en iyi ifadeyle göz kamaştırıcıydı.
"Hayal et sevgilim" derken özellikle ayrı ayrı telaffuz ettiği bu iki kelime bir masalın ilk sözleri gibiydi. Deniz cinası severdi. Lisedeyken edebiyat vazgeçilmezleri arasındaydı ve kelimelerle oynayabildiği için kendini özgür hissedebildiği nadir alanlardandı.
"Hayalet sevgilim" ise ona geçmişini anımsatmaya devam ediyordu. Şarkının ilk dizesini duyduğu an yalnız oturduğu masada resmen sandalyeye çivilenmişti. Uzun zamandır aklına gelmeyen görüntülere, yine uzun zamandır titremeyen elleri selam çakıyordu. Hoş geldin dinmeyen acı! Neredeydin? Epey oldu bu bünyeyi dağıtmayalı...
2005'te bu şarkı duyulmaya başlandığında on yedi yaşındaydı Deniz. O zamanlar olgunlaşmamıştı, ne bedeni ne zihni ne de hayalleri... Kıvamını bulan tek özelliği, duygularına sahip çıkan azmiydi.
Midesi ekşidi, o kelime gırtlağında takılmışçasına yutma isteğiyle kendini zorladı. Önündeki şaraptan koca bir yudum aldı. Lakin bir faydası dokunmadı. Hayal kırıklığı iyileşmeyen tek hastalıktı.
Böyle durumlarda en iyisi hep yok saymaktı. Çivi de çiviyi sökmekte en iyi ilaç... Önce telefonunu alıp mütemadiyen tıkladığı sahte isme dokundu. Aramak yerine mesaj atardı, Alışkanlıklar Deniz'in yeni icadı, hayatını katlanır kılmaktaydı.
"Bu gece."
İki kelime ve kâfi miktarda arzu. Mesajın muhatabının onu anladığına emindi. Başka bir alışkanlık daha, anlatmadan anlaşılmak keyifli bir işkenceydi. Kimse şikayetçi değildi.
Başını kaldırıp sahnedeki kadını süzdü. Uzun ve düz sarı saçlar, kendinki gibi... Loş ortamda belirsizce dolaşan mavi gözler, al Deniz'den de o kadar... Zayıf ve naif bir beden, ikiz olsalar anca bu kadar benzerlik gösterirlerdi. Bir ara göz göze gelir gibi oldular. Uzun zaman sonra ilk kez gözlerini kaçırdı Deniz.
Bunu yapmaktan vazgeç! Çok uğraştın başını doğrultmak için, eğme onu!
Kendini motive edişi işe yaramıştı. Bu salak çekingenliğe bir son verip kaldırdı başını, aynı saniye şarkıcıyla yine göz göze geldiler. Bu defa geri adım yoktu. Hayat, üzerine gidip de hınçla çekip aldıklarının üzerinde şekilleniyordu. Deneyimle sabit bu bilgi ise her şey demekti. Kaybettiklerinin- hayır hayır kazanamadıklarının- tek görevi arada bir dertlendiğinde ağlamana yardımcı olmalarıydı. Herkes ağlamaktan hoşlanır ama kimse bunu yalnızken yapmak istemezdi. Yalnızken bile ayna karşısında ağlamalar hep bu yüzdendi. Yani insanlar dertlenirken bile bunu başkaları için yapıyorlardı.
İkiyüzlüydüler ve Deniz nefretin kıyısında dolaşan tepkilerini hadım ettiği için kendiyle gurur duyuyordu. Değmezdi!
"Bari bugün yapmasaydın ya!"
Duyduğu ses ile irkilmeye fırsat bulamadan sarıp sarmalandı. Sıcaklık tartışılmaz derecede iyi geliyordu. Dostluk paha biçilmez bir hazineydi, Deniz ise taştan kapının şifresini bilen tek Ali Baba... Susamlar açılsın, kapılar karşısında duramasındı.
"Hayatına heyecan katmak için yapabildiğim tek şeyi mi?"
Bedenini sarmalayan ince parmaklar, şimdi de üzerindeki kendi için yeterli, Sıla için rahibe olmaya kâfi dekoltesizlikle biçilmiş elbiseyi silkeliyordu.
"Saçını örmeni engelleyemiyorum da en azından şu çaputlardan kurtulsaydık be Deniz."
Yerinden kalkmadan uzun bedenini ona doğru eğerek alnına kuru bir öpücük bıraktığı dostunun karşısına kuruluşunu izledi. Bu, onların selamlaşma şekliydi. Sıla Deniz'in alnının yazısı, Deniz ise Sıla'nın başının belasıydı.