"Hiç değişmemişsin."
Arabaya bindiğinden beri hiç susmamış ve sürekli tekrar gördüğü eski arkadaşlarından bahsedip durmuştu. Neyse ki aptal bir sessizlik oluşmasını önleyen bir metabolizması vardı da işi Deniz'e bırakmamıştı. Şükredecek ne de çok şey vardı hayatta. Deniz için bu kaçamak, ilahî sisteme dönmenin yollarını açar olmuştu.
"Sanmıyorum."
Onu, merkezden uzak bir yerlere götürüyordu. Gerçi Ceren'in dışarı çıkıp da onu herhangi bir mekanda basma olasılığı çok çok düşüktü ama yine de riske atmaya değmezdi. En azından şimdi buna ihtiyacı yoktu.
"Değişmemişsin çünkü eskiden de böyle saklanırdın benden."
Bakışları üzerindeydi, hissediyordu. Fakat dönüp de göz göze gelmeye cesaret edemiyordu.
"Çocuktum."
Dayanamadı, dönüp baktı. Ah, keşke bu kadar çekici olmasaydı...
"Çocuktuk."
Elif tumturaklı bir kahkaha saldı ortama. Ardından tekrar döndü ona:
"Çocuk falan değildik Deniz. Bildiğin yiyişiyorduk ve bunun gayet de farkındaydık."
Yutkunmak dışında elinden bir şey gelmeyecekti, belli. Erinmedi, yüklendi.
"Peki kabul, değişmedim." Yüzünü tekrar çevirip ona baktı, meydan okuyordu:
"Hâlâ kadınlarla yiyişiyorum."
Bu iyiydi. Onunla başlayan sürecin, onunla bitmediğini bilmesi Deniz için zafer sayılırdı. Elif'in yüzünde oluşan ifade görülmeye değerdi ama araba kullanırken tedbiri elden bırakmamak gerekirdi. Hem daha sonra bol bol bu eğlenceye meyledecekti.
"Vazgeçtim. Değişmişsin."
Kahkaha sırası Deniz'deydi. Fakat ne onunki kadar şuh ne de yakışacak kadar doğal...
"Eskiden bu kadar açık sözlü değildin ve ben nereye götürürsem oraya gelirdin."
Soran gözlerle kısa bir bakış attı ona.
"Baksana şimdi sen beni götürüyorsun."
Hangi anlamda olduğunu Allah bilirdi ve o da konuşmayı pek sevmezdi...
...
Ceren: Akşam gelecek misin? Ona göre yemek yapacağım.
Deniz: Hayır. Gece de gelmeyeceğim.
Ceren: Neler oluyor?
Deniz: Sıla'yla buluşacağım, onlarda kalırım belki.
Ceren: Sorun yok değil mi?
Deniz: Hayır. Yarın görüşürüz.
Ceren: Tamam. Seni seviyorum.
Ne yeri ne de sırası... İtiraf desen değil, Deniz Ceren'in ne hissettiğini zaten biliyordu. Uyarı mı? Belki. Ama daha çok hatırlatma gibi. "Beni sevdiğini unutma!" demenin iki kelimeye sığmış hali. Üçten ikiye düşen bir kısaltma hesabı. Bakkal değil kadın kurnazlığı...
...
"Özür dilerim."
Havalar ısınmaya başlayınca herkes açık havayı tercih etmeye başlamıştı. Yakınlarda bir dere vardı ve kenarındaki mekanların da tek kazancı bu dürtüydü. Dışarı çıkma isteği... Açılıp saçılma, günahlardan arınıp yeni bir bahara yol alma...
"Ne için?" Ne de saçma! Cevabını bildiğin sorular sormak... Yakışıyor mu hiç, Deniz sana?
"Seni bırakıp git-"
"Beni bırakmadın Elif. Lise bitmişti."
Oturdukları masa suyun kenarındaydı. Bol oksijen ikisinin de zihnini bulandırmakta...
"Doğru. Ama planlarımız vardı. Haber vermeden git-"
"Haber vermene gerek yoktu. Birbirimizin bir şeyi değildik."
"Ne yapıyorsun Allah aşkına? Sözlerimi bitirmeme izin verirsen sevinirim." Susup Deniz'in susmasını bekledi. Fısıltıyla devam edip:
"Panik halindesin..." diye üsteledi.
Kıpırdamayacaktı. Her hareket, duyguları ele vermeye hazırdı ve şu an ihtiyacı olan son şey onu yarı yolda bırakmaya hevesli duygularıydı.
"Kafam karışıktı. Sana çaktırmamaya çalışırdım ama ben de o dönemde kendimi bulma evresindeydim hayatımın."
İkisi de akan suya dönüktü. Bakışları da orada, medet ummak için insan evlatları yine suya başvurdu.
"Ailem de bunu fark ettiği için gitmemizi uygun gördü."
"Yunus'la ilişkiniz de böyle mi başladı Elif?"
Bunu beklemiyor olmalıydı ki daldığı yerden uzaklaştı. Ne sanıyordu? Deniz'in koca bir aptal olduğunu mu?
"Onunla ikinci dönemin başında başladığınızı biliyorum. Asıl bilmediğim, bunu benden saklamayı nasıl başardığın."
Ayyuka çıkan parlak bir zihin... İkisinin de tek ihtiyacıydı.
"Gizlemeliydim çünkü seni kaybetmek istemiyordum."
Hafif bir gülümseme bahşedip dudaklarını ıslattı. Örgü yaptığı saçlarını açıp kafasını delice kaşımak istiyordu.
"Gizlemedin ve beni kaybettin. Harika bir planmış."
"Gizlediğim için değil gitmek zorunda olduğum için seni kaybettim."
"Hayır!"
Ses tonundaki âni yükseliş Elif'i irkiltti.
"Sen kaybetmedin, ben kayboldum."
Yerinden kalkıp geldikleri yola gitmek için yürümeye başladı. Saatlerdir ona boşuna katlanıyordu. Yıllar yıllar yıllar sonra aynı kuyuya tekrar düşmek için gereğinden fazla zaman harcamıştı ve ötesine izin vermeyecekti.
Arkasından seslenilse de dönüp bakmadı.
"Bunu anlayamayacak kadar küçüktüm. Yaptıklarımın sonuçlarını kaldıracak gücüm yoktu."
Onunla beraber yürüyordu. Hızlandı.
"Çok saçma! Bana sitem etmeye hakkın yok!"
Göğe doğru haykırarak devam etti:
"Sitem ettiğim falan yok!"
Aniden kolundan yakalanınca durmak zorunda kaldı. Aynı boyda oldukları için döner dönmez burun buruna gelmişlerdi. Yakından daha mı çekiciydi?
"Hataydı ama hayat bu."
Göz göze kaldıkları için artık bağırmıyor hatta konuşmuyorlardı. Elif'in nefesi burnunu sıyırıp kulaklarına ulaşıyordu. Bu gözler bir zamanlar onun için Kaf Dağı'ydı. Var mı yok mu belli değil ama her zaman varılacak tek noktaydı. Uzak uzak bir ülkenin güzel mi güzel masalı...
"Seninle yaşadığım her an hâlâ aklımda. Bir an bile unutmadım."
Daha da yaklaşmışlardı. Burun buruna dinmek, dudak dudağa değmek üzereydi.
"Hatırlamak için değil ama gerçekten değişip değişmediğini anlamak için..."
Fısıltıyla başlayan cümlesi, dudaklarında son bulmuştu. Ateşliydi, hem de çok... Kendi gibi yanıyordu. Ceren de böyle mi hissediyordu acaba? Yanan biri, hep böyle mi yakıyordu?