"Kaç gibi çıkarsınız Deniz Hanım?"
Daldığı pencereden dışarı odaklanmıştı. Gözleri istemsizce farklı noktalara kayıyordu. Elinden ne gelirdi bilmiyordu. Hayatı boyunca, kendi ya da ailesinin hayatını korumayı bırak; hastalarının bile ölümle yüz yüze geldiğine şahit olmamıştı.
İşi gereği sınırda dolaşırdı, okurken de birçok kez ölüm görmüştü. Sorun hayatın sonlanması değildi zaten, insan bir şekilde ölürdü. Lakin ölümün kimden geleceğini bilmek, buna, olana kadar engel olamamak acayip bir duygu olmalıydı.
Ceren'in yaşadığı da tam olarak buydu. Hayatını mahveden pislik, dahasını almadan bırakmayacaktı belli ki. O yüzden gelmişti.
Erkeklerin genel problemi buydu: sahip olana kadar harcadıkları enerjiden fazlasını, sahip olduklarını zorla ellerinde tutmaya harcamak. Oysa yaşama dair öğrenilmesi gereken ilk şey, istenmeyen yerde durmamaktı. On- on beş kişilik insan kabileleri bu yüzden ayrılmamış mıydı? Bu yüzden gırla devlet kurup binlerce yıldır savaşmıyorlar mıydı?
Başı beladaydı. Ceren'in başı, çok fena beladaydı. Deniz'in ise tek yaptığı, bir şeyler olana dek eli kolu bağlı oturmaktı. Bu durum, kontrolün ondan çıktığını hissettiği an, sinirlerini acayip bozuyordu.
"On dakika sonra."
"Bir hasta var, almayayım o zaman."
Dönüp Lale'ye baktığında onu görmüyordu aslında... Boşluktaydı. Hatta sürüncemede... Daha beteri çıkmazda...
"Bir sorun var mı Lale?"
Ekrana bakarak işlem yapmakta olan kadın, doğrudan kendine yöneltilen bu soruyu önce algılayamadı.
"Hayır, sadece yarın boşluk var mı diye bakıyorum."
Deniz ameliyatta kullanacağı ve az önce temizlediği malzemelerin çantasına yöneldi. Onu kapatırken tekrarladı:
"Ondan bahsetmiyorum. Yani seninle ilgili bir sorun yok değil mi?"
Lale şimdi ayıkmıştı. Dönüp Deniz'e baktığında o kendine bir uğraş bulmuştu bile. Sorduğu sorunun cevabını umursamıyor gibi davranması, klasik Deniz taktiğiydi.
"Hayır."
Ses tonundaki merak Deniz'in dikkatinden kaçmasa da üzerine gitmedi. Kimseyi işkillendirmek istemiyordu. Sorun yavaş yavaş yaklaşmakta olsa da kimsenin huzurunu kaçırmaya niyeti yoktu.
"Sevindim. Biraz dalgın gibiydin."
Lale, iki yıldır yanında çalıştığı ve dünyanın en umursamaz insanının nasıl oldu da kendisi hakkında böyle bir soru sorduğunu anlamak bir yana, üstüne üstlük bir de bunu devam ettiriyor oluşuna şaşırmıştı.
"Ha- hayır. Sadece mens dönemi Deniz Hanım."
Deniz önündeki çantayı bağladıktan sonra bıçaklarını alıp döndü.
"Güzel. Ben çıkıyorum. Bir sorun olursa mesaj atarsın."
Odadan çıkarken arkasında bıraktığı şaşkın ifadenin farkındaydı. Ama başka türlü öğrenemeyecekti. Kadınlar maalesef çok şapşaldı. Tehlikenin geldiğini görmekte usta olmadıkları için başlarını bela üstüne belaya sokarlardı. Zaten bundan değil miydi, onlara zarar verenin hep en yakınları olması...
Koridorda yürüyüp asansöre yöneldi. Ameliyathaneye çıkan ve sadece görevlilerin bindiği o asansöre. Şifreyi yazıp açılmasını sağladıktan sonra içine girdi ve kapının kapanmasını bekledi.
Sinan'ı gördüğü günden bu yana dört gün geçmişti. Yüzü aklına kazınmıştı elbet ama meymenetsizliği daha kalıcı bir etki yaratmıştı. İnsanda bir gram dahi sevimlilik olmaz mıydı? Yoktu. Biliyordu.
Nereden mi biliyordu? Tabii ki asansörün sürgülü kapısı yavaşça kapanırken önünden geçip giden bedenin yarattığı histen...
Sonunda buradaydı... Deniz ameliyathanede onu bekleyen ekibin yanına çıkarken, o da karanlığını saçmak için hayat veren bir hastanenin koridorlarını seçmekteydi.