"Nasıl yani? Şunu bir daha anlatsana."
Seda gözlerini devirdikten sonra içeceğinden bir yudum daha aldı. Kendisi fısıldayarak konuştuğu halde bu adam ne diye dünyayı ayağa kaldırıyordu ki!
"Neyini anlamadın?! Sana annemle babam boşanmıyor ama başkalarıyla takılmaya devam edecekler diyorum."
Polat gözlerini olabilecek en geniş haliyle insanlığın huzurunda arz etmeye devam ediyordu. Deniz ise Seda'nın anlattığı hikayeye şaşırmayı bırak, normal karşılayacak kadar duyarsız kalmıştı.
"Nasıl bir mide lan amcamdaki? Çarpıklığa bak! Yengem de az-"
Lafını tamamlamasına izin vermeyen Seda'nın kırgınlıkla karışık öfkesi değil; Deniz'in yargıdan uzak otoriterliğiydi.
"Kırk yıldır beraberler. Hastayken, parasızken, yatakta ve çocukları evden giderken... Birbirleriyle bu kadar zaman geçirip paylaşımda bulunmuş sahip ve köleler bile ayrılmakta güçlük çekerler."
Şarabından bir yudum alıp bu defa bakışlarını, ona şaşı şaşı bakan Polat'a çevirdi. Onunla Seda sayesinde tanışmışlardı ve kovsan da gitmeyecek kadar yapışkandı.
"Ayrıca çarpık dediğin ilişki en azından hem yasalar hem de ahlak normlarınca onaylanmışken, senin kendine bile itiraf etmekten çekindiğin erkek sevdan her halükarda yolsuzluk olmuyor mu?"
Şimdi olmuştu. Polat yediği haltı yutmuş, Seda bir parça gevşemiş ve Deniz özlediği rahata kavuşmuştu. Sessizlik.
"Ayrılsalar her anlamda çökerler. Hem maddi hem manevi... Beraberken en azından birbirlerini kollarlar. Amcanın birkaç kaçamağı ya da yengenin iki üç kişiye göz süzmesiyle dünya yıkılmaz korkma."
Oluşan soğuk ortamı ısıtmaya ise kimsenin gönlü el vermiyordu. Deniz dobra biriydi, gerçekler apaçık ortadayken ne kendi ne de başkaları kaçabilirdi. Tam ağzını açmış, bir şeyler söyleyerek en azından kara bulutları dağıtmaya heveslenmişti ki; bir haftadır görmeyi alışkanlık haline getirdiği silüet karşısında belirdi.
Ceren... Mekanın girişinde durmuş öylece bekliyordu. Yüzünde hafif bir gülümsemeyle çok can yakıcı, kışkırtıcı... Deniz onu görür görmez nefesini tuttuğunu hissedip birkaç gündür yaşadıklarını düşünmeye başladı. Ona verdiği ayardan sonra kız neredeyse bir kere bile yüzüne bakmamıştı. Tek yaptığı robotik bir şekilde ona söylenenleri yerine getirmekti. Hastalarla şakalaşıp özellikle abartılı bir ilgi gösterirken Deniz'i yok sayması ise takdire şayan bir irade gerektiriyordu. Neredeyse içinden geçip gidecek ve ona kendini hayalet gibi hissettirecekti.
Burada ne işi olabilirdi ki? Fiyatların "normal"den bir kat fazla tutulduğu ve bunun da tek amacının küçük dünyalarında kendilerine has floralarını korumak için müdavimlerini izole etmek olan; hevesli minik lümpenlerin takıldığı bir yerdi. Yani Ceren gibi "çalışmak zorunda olan"ların gelebileceği bir yer değildi. Ne işi vardı?
Çok geçmeden arkasında bir adam belirdi. Son yıllarda tüm erkeklerde aynı anda beliren bir hastalık olan kirli sakalla çevrelenmiş bir surat. Daracık kumaş bir pantolon ve aynı konseptle gömlek, yelek, ceket üçlüsü... Yüzünde "bu kızı düzersem dünyanın en güçlü erkeği ben olacağım" sırıtışı. Bu adamla ne işi vardı?
Daldığı sorgudan, Seda'nın dürtmesiyle uyandı.
"Yedin bitirdin! Hayırdır?"
Kendine gelip de masadakilere yüzünü çevirdiğinde ikisinin de kaşlarını havalandırdığını gördü.
"Tanıdığım biri de..."
Seda merakının giderilmediğini belirtmek için bakışlarını kaçırmazken Polat az önce yediği azarın etkisiyle gıkını çıkarmaya korkuyordu. Ne de olsa toku doyurmak zordu.
"Ne zamandan beri nargile beylerini 'tanıdığım' diye nitelendirir oldun?"
Seda zeki kadındı. Ondan bir şey gizlemek için o şeyi zaten var etmemiş olmanız gerekirdi. Gözlerini samimi bir beden dili ile ilerleyen çifte çevirip, masalarına oturuşlarını izlemek için etrafta gezdirir gibi yaptı. Neden yaptığını bilmediği bu numaraya kendi bile şaşırdı, o da ayrı bir konuydu.
"Adamı değil, kadını tanıyorum Seda. Yanımda çalışıyor."
Tatmin edici bir cevap olduğunu umup masadaki muhabbeti devam ettirmek için ipleri ele aldı.
"İşler nasıl gidiyor Polat. Eczane kâra geçmeye başladı mı?"
Elindeki telefona odaklanmış adam ise tepkisini anca böyle verebilirdi. Zira az önce yediği papara ona bin yıl yeterdi.
"Evet. Kıpırdanmalar başladı."
Deniz yüzünü Seda'ya çevirip" benden bu kadar" numaralı bakışını atarken Seda hâlâ Ceren'in olduğu tarafa odaklıydı.
"Kız güzel."
Deniz önce Seda'ya, ardından masanın üzerindeki elleri, sakallı uruk-hai tarafından teselli veriyor gibi sarmalanan Ceren'e baktı tekrar. Dudakları oynadı istemsizce, ilk defa zihninden geçen ile dilinden dökülen aynı olmayacaktı:
"Kezbanın teki işte..."
...
Dakikalardır fırsat kolluyordu, sonunda bir aralık bulmuştu.
"Lale ile görüşüyor musunuz? Nasıl geçiyormuş tatili?"
Bingo! Ortak bir noktada buluşulursa tüm savaşlar barışa evrilebilirdi.
"Huzur içerisinde. Ne de olsa burada değil."
Bingo! Üzerinden zaman geçse de tüm intikamlar alınırdı. Deniz çaktırmamaya çalışsa da hırçın esmerinin saldırı politikası hoşuna gitmişti. Ceren önündeki ekranda bir şeylerle uğraşmaya devam ederken Deniz koltuğunda geriye yaslanıp tüm dikkatini ona verdi. Onu izlemenin gerilmesine neden olacağını biliyordu.
"O zaman dönmeyecek desene."
Bir bingo daha! Esmerin çakır gözleri şimdi olmasını istediği yerdeydi. Yani Deniz'in gözlerinde.
"Dönmek zorunda. Çünkü işi kullanan kadınların da huzura, en az onun kadar ihtiyacı olduğunu biliyor. Bazılarının aksine."
Bazıları... Bu tarz konuşabilmek için özel bir kurs falan mı alınıyordu?
"Bir hafta önce bıraktığım yerdesin. Geçen onca zamanı kendini bilemek yerine konuşmaya harcasaydın böyle sinir küpüne dönüşmezdin."
Gülümsüyordu evet. An itibari ile Deniz, belki de saçının başının yolunacağını bile bile gülümsüyordu. Canın kaşınıyorsa camdan atlamalı ama hırçın bir kadına bulaşmamalıydın! Bu basit kuralı sana öğreten olmadı mı?
Ceren karşısındaki zillinin suyunun kaynadığını biliyordu. Ama bu kadar da hevesle havaya karışılmazdı ki!
"Bıraktığınız yerde insanlara şans veren bir Ceren vardı hanımefendi. Şimdi ise sadece tahammül eden biri var."
Bu defa ayağa kalkıp çantasını alan taraf Ceren'di. Mesai bitiminde gemiyi son terk eden kişi olması gerektiğini bilse de günün kadını olarak en azından bir kerecik havasını atabilirdi.
"Kafanızı kadınların bacak arasına sokmaya o kadar alışmışsınız ki, etrafınızdaki insanların sizden ürküp kaçtığını görememeniz çok doğal. İyi akşamlar, kapıyı bir zahmet kilitlersiniz."
Ağzı açık kalmamıştı belki ama beynindeki bazı nöronların harakiri yaptığını biliyordu. Patavatsızlığı karşılığında azar işittiği çok olmuştu ama ilk defa birinin söylediği, merkezinin kalp olduğunu o an anladığı noktaya koyuyordu bombayı. Sözleri incitmemişti. Gözleriydi yakıcı olan.
Deniz ilk defa, birini kırmış olduğunu itiraf etti kendine. Oysa bunu çoklukla kırılganın can kırıkları yapardı.
Kapının sertçe kapatılışını izlerken kendini bir ikilemde buldu. Bu da Deniz için ikinci bir ilkti: Peşinden gitmeli mi yoksa kapının dışında kalanın o olduğuna kendini inandırmalı mıydı?
Ayağa kalktığı sırada kararını vermişti. Neyse ki muhteşem özelliklerinden biri de analitik düşünme yetisiydi. Kararsızlık ise bu topraklarda hiç yeşermezdi.