Kapıyı açtığında zil henüz çalmamıştı. Asansörün derinden gelen sesini duyunca ağır adımlarla ilerlemiş ve beklemeden açmıştı. Neler konuşacaklarını biliyordu, sonunda ne olacağını da... Bazen kendine kızmıyor değildi. Ne olurdu bu kadar planlı düşünmese, ne olurdu böyle kendinden emin olmasaydı...
Sıla karşısında onu görünce şaşırmıştı. E niye be kızım? Sen değil misin Deniz'e hayatının dersini vermeye gelen? Şimdi ne diye tedirgin oluyorsun ki?
"Hoş geldin."
Sıla cevap vermeden direkt içeri geçti. Bu onun tepki koyma şekliydi. Normal şartlarda ellerini üzerinden ayırmayan kadın, onunla arasına mesafe konulursa nasıl soğuk kalabileceğini sergilemeye çalışıyordu.
Kapıyı kapadıktan sonra arkasından baka baka ilerledi Deniz. Keşke kendini bu kadar kararlı hissetmeseydi...
İçeri girdiğinde Sıla'nın koltuklar yerine masayı tercih ettiğini gördü. Bu da konuşmanın cidden çetin geçeceğine işaretti.
"Hayret, şimdiye etrafta oyuncak dağları oluşur sanıyordum."
Zaten demlediği çayı bardaklara doldurmak üzere tezgaha yönelince Sıla da yüzünü ona çevirdi.
"Sana zaten bildiğin şeyleri söyleyeceğimi düşünüyorsun değil mi?"
"Eh!"
"Seni şaşırtmak istemiyorum. Ne yapıyorsun Deniz? Depresyonda mısın yoksa?"
Derin bir nefes aldı fakat bunu göstermemek için özel bir çaba sergiledi. Sıla'nın içini dökmesi gerekiyordu. Yoksa kafasındaki öteki planları hayata geçirmeye biraz zor yoğunlaşırdı.
Bardakları alıp masaya koyduktan sonra kendi de sandalyeye yerleşti. Başlasındı.
"Akışına bıraktım Sıla."
Alaycı bir kahkaha.
"Akışına bırakmış olsan sadece seviştiğin bir kadın olurdu o. Oysa sen hayatına sokuyor, hayatına giriyorsun. Bunun adı akışına bırakmak değil, düpedüz bel bağlamak."
"Saçmalıyorsun. Bana bel bağladığı yok, kendi ayakları üz-"
Alaysız bir kahkaha...
"O değil ahmak! Sensin bel bağlayan!"
Deniz gözlerini aça aça bakmaya başlayınca Sıla doğru yolda olduğunu anlamıştı.
"Uzun zamandır böyleydin. Emek vermek istemediğin için uzun soluklu bir şeylere başlamıyordun. E kimse de uğruna çabalamayacak biriyle zaman geçirmek istemez. Şimdi fırsatını buldun. Her haliyle hazır bir ilişki. Yalama olmuş bir geçmişle bağlanma sorunu çekmeyen bir kadın, zor durumdaki bir anne, çocuk özlemini gidermiş ve ne verirsen ona muhtaç zavallı bir bünye."
Ceren hakkında söylenenler onu sinirlendirmişti. Çayın bulunduğu fincanın kulpunu öyle bir sıkıyordu ki, kırıp eline batıracaktı.
"Bak. Seni anlıyorum. Herkes ilgiyi sever ve birilerinin peşinde dolaşması hoşuna gidiyor olmalı. Kızın sana nasıl baktığını gördüm." Sıla kafasını, kendine gelmek istiyormuşçasına salladıktan sonra devam etti. "Erkek ya da kadın fark etmez. Biri bana da böyle bakarsa eririm."
Deniz hassas noktasından yakalanmıştı. Sıla haksız sayılmazdı, Ceren'in bakışları ve ona davranma şekli tamamen kalbine oynuyordu. Seks ilişkilerinde önemli bir yere sahipti ama onu bağlayan asıl şey gördüğünü hissettiği bu muhtaçlık duygusuydu. Nasıl oldu bilmese de kısa sürede kendini onun için vazgeçilmez sanmıştı.
"Yanılıyorsun diyemem ama durum sandığın kadar da umutsuz değil. Abartıyorsun."
"Abartıyor muyum? Haftalardır hiçbirimizle görüşmediğinin farkında mısın? Mesele bizi boşlamış olman da değil. Nevin teyzeyle konuştum. Onlar da şikayetçi bu durumdan."
Etraf doluymuş gibi sesini kısıklaştırıp yüzüne yaklaştı Deniz'in:
"Annen ve baban bir kadınla seviştiğini ve onun çocuğuna cici anne olduğunu bilirse ne düşünürler sence?"
Deniz kaşlarının çatılmasına engel olamadı. Öfke bedenini ele geçirmeye başlıyordu.
"Saçmalama. Çevremdeki kimse bunu sorun edecek tipler değil. Sen de değilsin Sıla. Şu an ne yapmaya çalıştığını inan anlamıyorum."
Anlıyordu...
"Kendine gelmeni istiyorum! Sen doktorsun, ailen buranın ileri gelenlerinden biri. Arkadaşların ve akrabaların... Hepsi belli bir segmentte insanlar. Yaptıklarını yargılamazlar, yargılamayız, yargılamam..."
Sıla derin bir nefes alıp daha sakin bir tonla devam etti:
"Ama Deniz; seni yolmaya çalışan, konumundan faydalanmak isteyen ve bunu seni, bilerek olmasa da, kırıp parçalayarak yapacak olan birini görmezden gelmemi bekleme! Kendine gel kızım! En son bir kadına böyle şeyler hissettiğinde kendine gelmenin yıllar sürdüğünü biliyoruz."
Ellerini Deniz'in henüz tek yudum alamadığı çayını tutan parmaklarına götürüp sardı:
"O zamanlar çocuktun, kaybedecek pek bir şeyin yoktu. Şimdi böyle bir dalga, senin için yıkım olur. Yapma."
Gözleri, kenetlenmiş parmaklara odaklanmıştı. Sıla'yı severdi, zor günlerinde beraberdiler ve şimdi söylediklerini gerektirecek kadar iyi tanıyorlardı birbirlerini. Ama bu konuda yanılıyordu. Yanıldığı nokta ise başına gelecek olası felaketler değil, Ceren'in karakterine yönelik taciz atışlarıydı.
"Tamam."
Sıla şaşkın ve inanmayan bakışlarla elini yavaşça çekti. Sandalyede diklendikten sonra rahatladığını gösteren bir nefes alıp çayından bir yudum aldı.
"Artık gidebilirsin."
Sıla'nın gözleri Deniz'inkilerde donup kaldı. Boğazındaki yumru ile çayın yudumu birbirine karıştı. Elindeki fincanı ağız mesafesinden oynatamadı bile.
"Doğrusun. Haklısın Sıla. Ama bu haklılık onlara zarar verecek, biliyorum. Bu yüzden şimdi gidiyorsun."
Deniz kendinden emindi. Kararının arkasındaydı. Ceren ve İrem'i riske atamazdı. Ceren'i bu duruma sokan kendisiydi ve bulunduğu taraftan zarar görmesine izin veremezdi. Sıla ise sınırlara riayet etmekte güçlük çeken bir dost olduğu için yapılması gereken en iyi şey onu oyun dışı bırakmaktı. Yoksa kaybeden sadece kendi olacaktı.
Kaybetmek istemiyordu.
Masada oturmaya devam etti, Sıla ise sessizce kalkıp kapıya ilerledi. Çıkmadan önce birkaç saniye durdu. Tabii ki de söyleyecekleri vardı fakat ne yeri ne de zamanıydı. Şimdilik Deniz'in değişimine direnemeyeceği için çıktı ve gitti.
Üzgünüm Sıla, hedefe giden yolda bazı fedakârlıklarda bulunmak gerekir ve ilk fedada senin olman Deniz'in isteyeceği son şeydir. Son şeydi.