Her şey hesaplanabilir. Ne kadar karmaşık olursa olsun evrende gördüğümüz her şeyin matematiksel bir karşılığı vardır ve mutlaka bir denklemde yer alıyordur.
İyilik yaparsan birileri mutlu olur.
Birileri mutlu olunca kimseye zarar vermez.
Zarar görmeyen insanlar faydalı işler yaparlar.
Faydalı işlerin sonuçlarından tüm insanlar nemalanır.
Fakat bu denklemlerde gözden kaçırılan bir şey vardır. O da her davranış veya varoluşun en nihayetinde kendi sonuna doğru gidiyor olduğudur.
Faydalı işlerden nemalanan insanların refah seviyesi yükselir.
Refah seviyesi yükselen insanlar iyilik yapma ihtiyacını daha az hissederler.
Daha az iyilik, düşük dozda mutluluk demektir.
Kendi kökünü kurutan erdemler, sahibini tüketen duygular dünyasıdır bura. Deniz tüm bunları bilir ve hiçbir inanç, hiçbir duygu dalgalanımının peşinden ölesiye gitmez.
Gitmez ama olduğu yerde kudurmaktan da geri duramaz.
Lale işe başlamıştı. Fakat bir haftadır Ceren'le zaten görüştükleri için ona özel olarak hiç sormamıştı. Dayanamayıp, gözlerini odadan yeni çıkan hastadan ayırmadan sordu:
"Arkadaşın ne alemde? Hastanede başlayabilecek mi?"
Lale'nin ilgi dolu bakışlarından, Ceren'in ona hiçbir şey anlatmadığını çakmıştı. Çünkü aksi bir durumda kadınsal dürtüler ile gözleriyle Deniz'i yiyip bitirirdi. Sanki o yargılayan bakışlar, insanları davranışlarından alıkoyabilirmiş gibi...
"Ah, evet Deniz Hanım. Haftaya başlayacak, Murat Bey sağ olsun kabul etti."
İlgisiz görünmeye devam etmek icap eder. Sonuçta artık görüşmediği eski yiyişmeliğini hafızasından silmeliydi.
"Hayırlısı olsun."
"Evet. Size de teşekkür ederim."
Ayağa kalkıp kapıya giden Lale'ye bakarak teşekkürün sebebinin yalamakta olduğu kadından kaynaklanıp kaynaklanmadığını düşündü. Gerçi hizmet yarıda kalmıştı, Deniz'in muhteşem iz sürücülüğü ve yıllardır içinde tuttuğu kadınsevicilik kariyeri başlamadan bitmişti.
"Rica ederim."
Ederdi.
...
Dejavu... Tanrının varlığı ya da yokluğu üzerine çok konuşulabilirdi ama her şey bir yana "dejavu" bir yanaydı. Çünkü ister ilahî bir sisteme ait olsun, ister tesadüfler zincirinin birbirine dolanmasına, bir insan bir olayı en az iki kez aynen yaşıyordu.
Mekanda otururken hastaneden arkadaşı olan Sinan ile karşılaşmış ve beraber bir şeyler içmeye başlamışlardı. Sinan seviyeli çocuktu. Bir iki kadeh devirdiler diye yavşamayacak tiplerden yani. Gerçi Deniz gülümsedikçe temas sayısını artırmıyor değildi. Tam söylediği bir şeye gülerken yudumladığı bardağın ağız kısmından yine kapıya takıldı gözü.
Manzara aynı. Ceren can yakıcı minilerinden birini giymiş, etrafı süzüyor. Arkasında aynı boy sakalı ile takımından "beni çıkarın buradan" çığlığı duyulan herif bozması. Ona yanaşıp belinden tutuyor ve yine aynı masaya yönlendiriyor.
Dejavu! Bir lanet olması çok olası...
Yüzündeki gülümseme solunca Sinan da onun baktığı yöne döndü. Dönmez olaydı.
"Aaa! Ferhat bu."
Bunu söylemesi ile yerinden kalkıp çok sevgili Ferhatçığının yanına süzülmesi, ayakta bol sarılmacalı bir muhabbetten sonra Deniz'i göstererek yerlerini işaret etmesi, akabinde Ceren ile göz göze gelmeleri, sonrasında Sinan dallamasının masaları birleştirme teklifi bir anda oldu. Daha ne olup bittiğini anlamadan dördü aynı masadaydılar:
Ceren'i düzmek üzere olan Deniz, Deniz'i düzmek isteyen Sinan, Ferhat'ın düzmek için yanıp tutuştuğu Ceren ve Ceren'in kendini düzdürme potansiyeli olan üç insan...
Bak yine aynı şey oldu. Dörtle başlayan denklem, üç ile son bulmuştu... Lanet matematik, bizimle dalga geçiyordu!
...
Avukatmış. Kıbrıs'ta özel bir üniversiteden zar zor mezun oluşunu, ceza muhakemesine olan kilometrelik ilgisinden anlayan Deniz, Ferhat'ın nasıl bir vasıfsız olduğunu kendince onaylamıştı bile. Ceren'in böyle vasat zevklerle karşısına çıkması ise onu daha çok sinirlendirmişti. Sinan bir telefon görüşmesi yapmak için dışarıdaydı. Ferhat denen lale soğanı ise Ceren'den ayıramadığı bakışlarını, gırtlağından gelen hırıltı ile şehvetlendirdiğini düşünüyordu.
Dikelen aleti pantolonunu sıkıştırmış olacak ki yerinden kalkıp tuvalete gideceğini söyleyince masada sadece ikisi kalmıştı.
Ferhat'ın masadan kalkışının hemen ardından Ceren telefonun ekranını aydınlatarak "seninle muhatap olmuyorum grzkl slk" tavrını takınmıştı. Buna gözlerini devirdikten sonra daha fazla kayıtsız kalamayan Deniz ise çenesini tutmakta zorlanmaya başlayan biri oluşuna selam çaktı.
"Yeni sevgilinle dalgalı bir ilişkiniz var galiba."
Harika! Ceren'in muhteşem gece makyajıyla tatlandırılmış can alıcı bakışları üzerindeydi şimdi.
"Başlama yine saçmalamaya."
Deniz geri adım atmayacaktı. Duymak istemediği gerçekler varsa burnunun dibinde oturmamalıydı.
"Hayır, böyle geniş mideli biriyse eğer ders vermesini isteyebilirim belki."
Deniz iyice saçmalıyordu. Hiçbir zaman böyle tekeşliliği savunan, aldatma ve aldatılmaya tiksinç bir şey gibi bakan biri olmamıştı. Bu neyin atarıydı?
Ceren bıkkın bir nefes verip telefonuna geri dönerken mırıldandı:
"Ders alacak kapasite yok sende, sevgili namus abidesi."
O kadar tekdüze bir ses tonuyla söylemişti ki, Deniz neredeyse iltifat ettiği düşünecekti. Kaşları istemsizce çatılırken oturduğu yerde daha bir diklendi.
"Belki de dersi ona, sahip olduğun yavruların müjdesini sunarak ben vermeliyim."
Ceren'in yakıcı bakışları yine üzerinde dolaşmaya başlarken Ferhat sevimsizi masaya varmıştı bile. Ceren Deniz'den ayırmadığı bakışlarıyla senkronik olarak ona seslendi.
"Ferhatçığım, kızımın adının dava dosyasında geçmeyeceğine eminsin değil mi?"
Demek o biliyordu. Kapak niyetine Deniz'e monte edilen bu veri ise bünyesinde kaşıntı yapmıştı. Ferhat gayet normal davranarak ona gülümsedi.
"Tabii ki. Asla böyle bir şey olmayacak."
Dikkatini, önündeki cipsleri sosa batırmaya verdiği sırada Ceren'in havalanan tek kaşında okudu alması gereken dersi:
Sen korkup kaçarsan yavru ceylan, bir aslan gelip kuzuyu yerdi.
Deniz daha fazla dayanamayıp, kibar olduğundan son derece emin bir tavırla izin isteyerek masadan kalktı. Sinan'ı da dışarıda görüp evine yollandı. Daha fazla yüzleşmek istemediği gerçekler etrafında kol gezerken, bir dejavu daha yaşamak istemiyordu.
Bir kere daha Ceren'in bacak arasına girecek kadar mantıktan yoksun kalacağı derecede azmak gibi yani. Niyeti yoktu. Kurtulmanın en iyi yolu ise Barış'ı tıklamaktan ibaretti. Kendini kandırman da tekrara sarmadı mı pek sevgili kaçak yolcu?