42

1.9K 126 18
                                    

Duygularından kaçmak...İnsanların başına bela olan yegane korkaklık çeşidi.

Diğer tüm korkular hayatta kalmamızı kolaylaştırırken kendinden korkmanın kime ne faydası vardı ki?

Deniz, hayatının belli dönemlerinde bundan muzdarip olmuştu elbet. Ama o günler geçip gitmiş, olgunluk yatağına uzanırken hepsinden arınmıştı.

Peki ya şimdi göz yumduğu şey, duygularından kaçmak değil de neydi?

Cuma günkü hızlı yakınlaşmalarını izleyen aynı hızda bir U dönüşü olmuştu. Ceren, Deniz'in anlayacağından adı gibi emin olduğu bir mesafe koyma çabasındaydı. Sabahtan beri hastalar varken yaptıkları mecburî konuşmalar, yokken onların hakkında atıp tutmaktan öteye gitmeyenleri kovalamıştı. Deniz de ayak uydurmuştu ona. Kimseyi, kendiyle konuşmaya zorlamayacağı gibi bunu yapanlardan ölesiye nefret eden biriydi.

Kimi kandırıyordu?! Yakınlaşmayı deli gibi istediği kızın bu tavırları gururunu incitip atacağı tüm adımların önünde set oluyordu. Ne yapacağını şaşırmıştı. Bir yandan onu odaya kilitleyip üzerine abanmak istiyor, öte yandan alacağı muhtemel tepkinin büyüklüğünü hesap edip kendini dizginliyordu.

Belki de akışına bırakmalıydı ama bunu yapmak için içinde filizlenen tutkunun bir şekilde bastırılması ya da en azından bir miktar tatmin edilmesi gerekmekteydi.

"Kaç kişi kaldı?"

"Üç."

Bu soğukluk hoşuna gitmiyordu.

"Lale ne zaman dönecek?"

"Pazar günü."

Güzel. Adım atmasını kolaylaştıracak tetikleyici tam olarak buydu. İçinde kabaran kararlılığı bu bilgi ile perçinledi. Ne olabilirdi ki? En fazla bir tokat yer, ardından kimsenin inanmayacağı, hayır hayır kesin inanacağı ama garipsemeyeceği, minik bir dedikodu dalgasına mahal vermiş olurdu. Göze alınabilecek risklerdi bunlar.

Yerinden kalkıp yeni hastanın içeri girmesini bekledi. Ergenler gibi, içinde fokurdayan hormonal dengesizliği odayı arşınlayarak ehlileştirmeye çalıştı. Hareket tüm atalarımızın terapisiydi ve Afrika'dan başlayan kutlu yürüyüşün olumlu sonuçlarının üzerinde oturuyor olmakla gurur duyabilirdi.

...

"Ceren bekle, ben seni bırakacağım."

Hastanenin kapısından çıkmakta olan kızı kolundan tutup durdurmuştu. Bundandır ki Ceren'in bakışları önce bileğini saran ince parmaklara, oradan da yakasını bırakmayacağına emin olduğu kadının yüzüne kaydı.

"Gerek yok. Hava güzel, yürümek istiyorum biraz."

Kapıda onu muhabbete tutan doktor arkadaşlarından birine hızlı bir veda ettikten sonra kızın peşine takıldı. Biçimsiz ilişkilerden hiç hazzetmezdi ve bu gelgitli tutuma bir son verecekti.

"Konuşmamız gerek. Sonra yürürsün."

Ceren aniden yerinde durup pes ettiğini ifade eden bir bekleyiş ile kapının kenarına geçti.

"Arabayı alıp geliyorum."

Adımlarını hızlandırıp otoparka indiği sırada aklında, Ceren'in kaçıp gideceğine dair hiç de saçma olmayan fikirler kol geziyordu. Aslında ortada fol yokken yumurtayı taciz etmenin ne kadar anlamsız olduğunu biliyordu. Ceren'in onun hissettiklerinden haberdar olmadığı açıkken neyin tribine gireceğini mantığına bir türlü anlatamıyordu.

Anlatmak da istemiyordu. Artık bir adım atacak ve sonuç ne olursa olsun yoluna bakacaktı. Düşünüp hesap etmekten sıkılmıştı.

Araba Ceren'in önünde durduğunda elindeki telefonla mesaj yazan kızdan gözlerini ayırmamaya özen gösterdi. O ise elinden geldiği kadar göz temasından kaçmakta, sanki Deniz kendi hülyasında sadece kendisi oynamakta...

1+1 = -1 Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin