Ceren: Gelmeyecek misin?
Deniz: Yoldayım.
Ceren: Gecikeceğini haber versen İrem'i ona göre yatırırdım.
Deniz: : Yatırman gerekmiyor Ceren. Çocuk yemiyorum.
Ceren: Ne oluyor sana?
Deniz: Ne oluyormuş?
Ceren: Offf
Deniz: Gelmeyeyim istersen?
Ceren: Gelme?
Deniz: Tamam.
...
Zaten kapıdaydı. Zile basıp basmamak arasında gidip geliyordu. Evini ilk defa görecekti, çocuğunu da... Aslında Ceren'in, bedeni dışında sahip olduğu öteki şeyleri ilk defa görecek olması ona heyecan verse de gerginliğin varlığını da yadsımıyordu.
Zile bastıktan sonra beklemeye koyuldu. İçeriden çocuk sesi gelmesini umdu. Ne beklediğini kendi de bilmiyordu ama bunun, kapı açıldıktan sonra devam eden sessizliğin yüzüne çarpması olmadığı kesindi.
Ceren'in yüzündeki şaşkınlık, daha iki dakika önce yaptıkları konuşmayı ciddiye aldığını gösteriyordu. Fakat karşısındaki Deniz'di ve o sadece kendi kurallarıyla oynadığı için genel geçer davranış kalıplarından uzaktı. Yani yola çıkıp hedefe yönelmişse vazgeçmezdi.
Öylece birbirlerine bakarken Ceren'i süzme şansı da bulmuştu. Sıcacık evin içinde yaza yaraşır bir şortla dolaşması doğaldı tabii. Üzerinde de kolsuz bir tişört vardı. Ev hali bile seksiydi kadının, bunun için özel çaba harcıyorsa eğer her dakikasına değdiğini bilmeliydi. Zira Deniz'in ağzı, sulak bir araziydi şu an, sele dönüşmek üzereydi.
"Almayacak mısın içeri?"
Donup kalmış Ceren'i ayıltmak eğlenceli bir iş. Ağzı hafif açıkken kapatmasını sağlamak gibi...
"Hoş geldin."
"Hoş buldum."
İçeri girerken ayakkabılarını çıkarması gerektiğini anlamıştı. Çünkü koridor dahil muhtemeldir ki evin her odası kalın bir halıfleks ile döşenmişti.
Deniz'in yeri incelediğini görünce açıklama ihtiyacı duymuş olacak ki:
"İrem için. Yerde oynamayı seviyor."
dedi Ceren. Deniz ise onu hem anne hem de ev kadını hâliyle görmenin şokunu atlatmaya çalışmaktaydı. O ki kadınları her şekilde görmeye alışkın olduğunu düşünse de akşam seviştiği birinin, öteki herkes gibi doğal ortamında bir kadına dönüştüğünü anlamak için zamana ihtiyaç duymuştu.
Çizmesinin fermuarını indirirken etrafı incelemeye devam etti. Sade, göz yormayan ve tertemizdi. Ceren'den daha janjanlı bir dekorasyon beklese de bu ılıklığın ona yakıştığını da inkâr edemezdi. Hiçbir şey yapmıyor fakat Deniz'i şaşırtıp duruyordu. Garipsemediği tek şey ise koku oldu. Evi de kendi gibi "güzel" kokuyordu.
İşini halledip ayakta beklemeye başladı. Ceren, mesajlardaki soğukluğu devam ettiriyordu. Akılsız bir kız sayılmazdı, Deniz'deki ruhsal dalgalanmaları hissediyor olmalıydı. Yine de onu tek yanağından öperek soğukluğu dağıtmayı seçmişti.
"Tekrar hoş geldin."
Yanağındaki sıcaklığı ne kadar özlediğini düşündü Deniz. Ayaküstü böyle çarpılmamalıydı insan, en azından o böyle, bir öpücükle eriyecek kadar şapşallaşmamalıydı.
Ağzını açıp bir şey söyleyecekken Ceren onun elinden tutup içeri çekiştirmeye başladı. Anlaşılan yuvarlanmaya devam edecekti.
Evin antresine göre çok geniş sayılabilecek ana salona girdiklerinde pazar gününü ısıtan kış güneşinin her noktasına değdiği mekanı süzme işine devam etti. Pencerelerden birinin olduğu tarafta altı kişinin oturabileceği bir masa, öteki pencerenin bulunduğu tarafta ise bir üçlü iki tane de tekli pofuduk koltuk vardı. Karşısında da ailemizin olmazsa olmazı televizyon. Salonun bir kenarından ince ve dar mutfağa, öteki tarafından ise tek yatak odası ve banyonun bulunduğu kısa koridora geçiliyordu.
Ev güzeldi, düzenli ve temiz de... Peki ya çocuk nerede?
"Sen otur, makarnanın altını açıp geliyorum."
Seri bir hareketle Deniz'i yalnız bırakıp mutfağa giden Ceren'in arkasından bakakaldı. Kendini, uzun yıllar adada yalnız yaşadıktan sonra bir anda medeniyetin içinde bulan gemi kazası mağduru gibi hissetmişti. Dönüp gitmek istiyor ama uzaklaşmak istemiyordu.
Kendini tekli koltuklardan birine bıraktıktan sonra çantasını ortadaki beyaz sehpanın üzerine koydu. Bacaklarını üst üste bindirip etrafı incelemeye devam etti. Bu sırada gözü, geniş koltuğun kenarındaki minik bir ayağa takıldı.
Pembe bir çorap, polar bir paça... Ayak sallanınca yanındaki tekini de gördü. Sonra ona uzanan minik elleri. Çorapların ucunu tutmaya çalışan tombul ve kısa parmaklar... Gün ışığının da etkisiyle parlıyordu, nurdan yaratılan bir varlık varsa melek değil; sadece ve sadece çocuktu.
Yerinden kalkıp, daha iyi görmek için öteki koltuğa oturdu. Bu sırada mutfaktan sesler gelmeye devam ediyordu. Oturduğu yeni yerden İrem'i tam olarak görmekteydi. Annesi kadar kıvırcık saçları özgür bırakılmıştı. Bu yüzden yüzü görünmüyordu. Küçük bedeni öne doğru kıvrılmış, elinde birbirinden ayırmaya çalıştığı iç içe geçmiş halkaların bulunduğu oyuncakla ilgileniyordu. Anlaşılan Deniz'i fark etmemişti. Çok tatlıydı, tatlı ve masum...
Derin bir soluk aldıktan sonra hafif bir öksürük sundu ona. Gözlerine bakmak istiyordu. Emeline ulaşması saniye bile sürmedi. Kıvrım kıvrım tutamları sağa sola saçılan saçlarının ardından iri kahverengi gözlerle buluştu. Daha yeni buluşan bakışları, bir göz kırpmayla temizlenmeden çocuk fırladığı gibi koltuğun arkasına geçti. Bu hareket, Deniz'in kaşlarını kaldırmasına neden oldu. Korkutucu bir özne olması insanın kendini bile korkutuyordu.
Saklandığı yerde soluklandığını duyuyordu. Neyse ki birkaç saniye sonra yere dokunan ellerin yardımıyla emekleyerek bir miktar dışarı çıkan minik suratı tekrar gördü. Gözleri temas ettiğinde aynı şey oldu ve İrem yine koltuğun arkasına gizlendi. Bu defa dudakta bir gülümseye dönüştü tepkisi. Anlaşılan bugün, saklanmaya çalıştığı halde sürekli fire veren bonus kafa için epey zorlu olacaktı.
Tekrar öne doğru eğildiğini gördüğü sırada Ceren girdi içeri. Deniz'in bakışlarının odaklandığı yeri bularak meseleyi şıp diye anlamış olacak ki sakince uyardı onu:
"Biraz çekingendir. Alışması zaman alacak."
Alışmak... Deniz daha kendi alışkanlıklarını zor sığdırdığı hayatına, bu yepyeni ve zorlu süreci nasıl dahil edecekti peki?
Kafasında sıralanan sorular yüzünü düşürmek üzereyken dönüp Ceren'e baktı. Elinde kahve tepsisi, yüzünde can yakıcı bir gülümseme ve boynundan aşağı akan parlak esmer teni...
Alışmak... Deniz bu görüntüye çoktan alışmıştı ve bedeli ne olursa olsun ödeyecekti.
"Benim zamanım çok."
Zaman sonsuz, zaman sınırsız... Çok olmasını sağlayan, kabın içine doldurduklarımız.