...17...

7.7K 575 14
                                    

                                               

Onu öpüyordu. Dudakları sıcak ve gözyaşı tadındaydı. Onun çocuksu dokunuşlarına şuursuzca karşılık veren parmaklarına engel olamayacak kadar kendini bırakmıştı. Gecenin bir vakti eve gelmiş ve küçücük bir aşktan bir alev topu çıkmasına neden olmuştu. Önemsemediği, geçer dediği bütün duygularıyla ona sarılan bu güzelliğe engel olamayacak kadar güçsüz hissediyordu kendini. Bu sıcaklık, bu hıçkırık dolu nefesler arasında yaşanan her şey aklını başından almıştı. Zamanın durması böyle bir şey olmalıydı.
Sıcak, belirsiz, acıtan, tüketen...
Göğsünde, tam kalbinin üzerinde duran küçücük bir elin, korkak ama cömert sıcaklığında yok olmak olmalıydı zamanı durdurmak.
Onu özlediğini henüz kendisi bile kabullenememişken dudaklarındaki bu sıcaklık, damarlarında yükselen bu ateş, gözlerini kör eden bu güzellik, kalkıp gitmek isterken ona daha çok sarılması, kokusunu içine çekmesi...
Kollarında titreyen körpe bedenin sanki bütün ruhunu ortaya koyarcasına, çaresizce onu öpmesine tanıklık etmek, itiraz edememek, onun baş döndürücü kokusundan, ipeksi teninden kendini koparamamak...
Kuzey ışık hızıyla geçen bu kısacık anda beyni uyuşmuş gibi sadece bunları düşünürken ellerinin arasındaki saçların yumuşaklığıyla neredeyse şuurunu kaybettiğini hissetti. Asya'nın omuzlarından tutup kendini koparırcasına ondan uzaklaştı. Nefes nefese kalmış, alnını onun alnına dayamış, körük gibi inip kalkan göğüs kafesinde atan kalbinin sakinleşmesini sağlamaya çalışıyordu. Asya'nın inler gibi bir sesle mırıldanışını duyduğunda gözlerini aralayıp onun yüzüne baktı. Pembeleşmiş yanakları, hoyratça öpülmekten örselenmiş dudakları ve yarı aralık buğulu yeşil gözleriyle ona daha ne kadar karşı koyabileceğini geçirdi aklından.
"Asya..." diye fısıldadı nefes nefese.
"Asya, bunu yapamayız. Bana bak, beni duyuyor musun? Yapamayız."
Genç kızın gözlerinden gelip geçen hayal kırıklığını gördüğü anda önleyemediği bir inilti döküldü dudaklarından.
"Neden?" diye fısıldadı Asya.
"Ben senin karınım, kısa bir zaman için bile olsa karınım."
"Bir anlaşmamız var Asya. Bu sadece bir formalite. Bu yaptığımız şey... Bunun için hazır değilsin ve en önemlisi bunun için ben doğru adam değilim. Anlıyor musun?"
"Ya kalbim doğru olanın bu olduğunu söylüyorsa, ya sen yanılıyorsan. Neden deneyerek öğrenmiyoruz Kuzey?"
"Çünkü senin hayatın,senin geleceğin ve sen bir kumar masasında kaybedilmeyecek kadar değerli küçük kıta...sen çok değerlisin ve ben sana bunu yapamam,anlamalısın."
"Ama ben..."
"Sen çok güzel,sevilesi ve çok özlenensin...çok hemde."
"Senin için gerçekten öylemiyim Kuzey...özlenen.çünkü ben seni..."
Kuzey çaresizce gülümsedi. Ona şefkatle bakarken uzanıp saçlarını, yanaklarını okşadı. Ne kadar cesur görünüyordu bu haliyle. Sıcak, davetkâr ve cesur.Cümlesini tamamlamasını bekledi gülümseyerek.
"Seni özledim. Burada olmanı, sana seslenmeyi, seni görmeyi özledim. Sensizken bu evde yaşamaktan nefret ettim."
"Ben de seni özledim küçüğüm, inanması güç ama ben de özledim."
"Beni sevmene ihtiyacım var Kuzey."
"Bana bunu yapma lütfen.Sen ne dediğini bilmiyorsun."
"Seni seviyorum..."
"Ah tanrım Asya...Öyle olduğunu sanıyorsun çünkü benden başka kimseyi tanımıyorsun. Başka bir erkeğe bu kadar yakın olmadın."
"Biliyorum. Ben biliyorum. Öğrenebilirim. Seni sevmeyi, istediğin gibi olmayı öğrenebilirim."
"Bu, oyun değil Asya. Bu kadar basit değil inan bana.Benim için veya başkası için bir şeye dönüşme sakın olduğun gibi kal,hep böyle içinden geldiği gibi."
"Neden bana inanmıyorsun? Ne olacak sanıyorsun Kuzey? Hayatından çıkmayacağımı mı, başına bela olacağımı mı? Benden kurtulamayacağını mı düşünüyorsun? Neden?" diye mırıldanırken gözlerinden iki damla yaş düştü genç adamın elinin üzerine ve o iki damla yaş yüreğindeki yangını bir avuç kora dönüştürdü.
Şimdi o güzel gözlerinde acı ve hayal kırıklığı birbirine karışmış, ona biraz daha yaklaşmıştı ve gözlerine yalvarırcasına bakan karısı, ona gidecek hiçbir yol bırakmamaya kararlı gibiydi.
Güçlükle nefes almaya çalıştı. Yorgundu. Günlerdir deliler gibi koşturmuşlardı ve onun güvende olup olmadığını düşünmekten uykusuz geceler geçirmişti. Ve şimdi o, küçücük avuçlarında tuttuğu kalbini ona sunarken neler kaybedeceğinden habersiz bütün masumiyetiyle ona uzanırken , rüyada gibi güçlükle ayağa kalktı. Asya'nın omuzlarının çöküşünü izledi.İçindeki ince sızı da tıpkı ona benziyordu şimdi. Ağır ve yorgun adımlarla ilerleyip kendine içecek bir şeyler arandı gözleri. Şu an ihtiyacı olan tek şey buydu. Yeniden onun yanına gittiğinde koltuğun bir köşesine büzülmüş, gözlerini kırpmadan solgun yüzüyle öylece oturduğunu gördü. Güçlükle aralandı konuşmak için dudakları.
"Ben çok uzun zamandır hayatımda kalıcı bir şeye sahip değilim Asya. Olmayı istedim mi diye soruyorsan hayır istemedim. Bana bu şehirden neden gittiğimi sormuştun. Gittim...Çünkü önce güven duygusunu kaybettim, sonra inancımı yitirdim. İnançsız yaşamaya o kadar alıştım ki etrafımda inanacağım bir şey olmaması için çabaladığımı çok geç fark ettim. Sonra bildiğin şeyler oldu. Seninle bir anlaşma yaptık. İkimizin de kârlı çıkacağı, hayatlarımızı düzene sokacak bir anlaşma."
Bir süre susup onun solgun yüzüne baktı üzüntüyle. Konuşmaya devam edebilmek için elindeki bardaktaki son yudumu kafasına dikti.
"Sen o büyülü kuğular gibisin Asya ve bir gün her şey yoluna girdiğinde gerçek hayattaki prensini bulup bu büyüden kurtulacaksın. Senden bunu almayacağım, bu şansını yok edecek hiçbir şey yapmayacağım. Dışarıda seni nelerin beklediğini bilmeden hissettiğin platonik duygular yüzünden pişmanlık duymana izin vermeyeceğim. Çok güzelsin, çok akıllısın ama hayata karşı savunmasızsın. Güçlü olduğunu görebiliyorum ama bu yeterli değil Asya."
Asya başını kaldırıp ona baktı ifadesiz bir yüzle. Yüzü daha da solmuş, dudakları böylesine ürkek titrerken gözleri , bembeyaz yüzünde birer ışık parçası gibi parlıyordu. Onun tutunarak ayağa kalktığını gördüğünde başını kaldırıp ona baktı.İçi içi sızladı.Sesini duyduğunda gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı.
"Haklısın, dışarıda beni neyin beklediğini bilmiyorum. Öğrenmem gerekenin bu olduğunu göstererek bana iyilik yaptın, teşekkür ederim ve sana söz veriyorum bir daha kendimi senin karşında böyle küçük düşürmeyeceğim."
Kuzey onun sesinin tonundan, kurduğu cümlelerdeki acıdan anlamıştı bu gecenin her şeyi değiştireceğini.
"Kendini küçük düşürdüğün falan yok." diye itiraz etti bu cümleye.
"Haklısın, ikimiz aynı şeyi düşünemeyecek kadar farklıyız. Seninkileri ben göremiyorum, benimkileri sen göremiyorsun çünkü aynı yere bakmıyoruz. Evliliğimizin kalanı boyunca seni böyle bir duruma sokmamak için elimden geleni yapacağım. Benim duygularım yüzünden daha fazla sorumluluk duymana gerek yok ama ben on iki yaşında bir çocuk değilim. Büyüdüm ve büyümeye hızlı bir şekilde devam ediyorum. Ben de o yetimhaneden ayrıldığım gün kendime bir söz vermiştim. Çok ait olmadan, çok sahiplenmeden,kazanmaya da kaybetmeye de hazır, kendi renklerimi arayacağıma söz verdim. O zamanlar üşüdüğümü düşünürdüm yalnızlıktan,oysa şimdi donuyorum ama benim hâlâ umudum var Kuzey. Kendim için umudum var. İsterdim ki... İsterdim ki bu umudu seninle paylaşabileyim, kendin için umut edecek bir neden yaratabileyim ama haklısın. Bizim paylaşacak ortak bir şeyimiz yok. Olanlar için üzgünüm. Yalnızdım, belki de biraz korkmuştum aniden çıkıp gelmenden. Uykuluydum. Sahip olduğum tek ve en iyi arkadaşım doğal olarak sensin, özlemimi buna yor lütfen.Olmamış say...İyi geceler..."
Kuzey hiç sesini çıkarmadan bu naif, zehir zemberek sözlerin kulaklarından akıp kalbini parçalara ayırmasını dinledi. Onun ardından bakarken inlememek, kalkıp kolundan tutup ne kadar önemli olduğunu söylememek için zor tuttu kendini. İncecik omuzlarını dik tutma çabasını, mağrur bir şekilde merdivenleri tırmanışını izledi acıyla.
Onun hayatından çalmak, onunla olmak ne kadar kolay olurdu. Ona itiraz etmekten, onu reddetmekten çok daha kolay ama yapamazdı. Onun hayatından, geleceğinden, masumiyetinden çalamazdı. O, güzel bir çiçekti. Ellerinin arasında solup gitmesini izleyemezdi. Şimdi ne kadar acı olursa olsun o çiçeğin büyüdüğünü görmek, güzel bir kadın olduğunu izlemek zorundaydı. O kırgın, ıslak gözlerini, sıcacık dudaklarıyla içine bıraktığı bir avuç ateşi unutabilmek için başını salladı. Yavaşça kalkıp odasına çıktı. O kapının önünde durmadı. O koridorda bıraktığı kokuyu içine çekerken tarifi imkânsız duygular taşıdığına şaşırdı. Yatağına uzandığında yorgun gözlerini kapattı. Az önce yaşanan her an tek tek gözlerinin önünden geçerken yastığa sarılıp kıvrıldı.
"Senin pişmanlığını mı yoksa benimkini mi görmek daha acı olacak küçük karım?" diye mırıldandı uyumadan önce.

Sen Giderken... Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin