...29...

6.9K 516 8
                                    

                                           -YİRMİ DOKUZUNCU BÖLÜM-

Asya yorgun bir şekilde marketten çıktığında hava kararmak üzereydi. Elindeki paketlerle yürümesi oldukça zor olsa da tek istediği evine gidip dinlenebilmek ve biraz olsun huzur bulmaktı. Yaşamak için çalışması gerekiyordu ve aldığı bu evin kalan son birkaç taksidini bitirmesi de en önemli detaydı. Bu yüzden sık sık kaldığı fazla mesailer onun için önemliydi. Bu kasaba ona yeni bir hayat sunmuştu. Bu kasabadaki insanları sevmiş, onlara güvenmiş ve kendini her zaman güvende hissetmişti. Ta ki bir ay öncesine kadar...
Son bir aydır yaşadığı anlamsız tedirginlik huzurunu kaçırmış, kalbinin korkuyla atmasına neden olmuştu. Bu süre içinde hep onu düşünmüştü, onun yanında olmak istemişti. Onu bir kez olsun uzaktan da olsa görebilmek için kendiyle savaşmıştı.
Eve girip ışıkları yaktığında elindeki paketleri mutfak tezgâhına bıraktı. Yemek yiyemeyecek kadar yorgun ve halsiz hissediyordu kendini. Doğruca yatak odasına gidip banyo için hazırlandı. Bir süre sonra banyodan çıktığında ıslak saçlarını havludan çıkarıp yatağın üzerine oturdu. Baş ucunda duran fotoğrafı eline alıp gözlerine dolan yaşları serbest bıraktı. Geçen zaman onu unutturmak yerine daha çok özlemesine neden olmaktan başka bir işe yaramamıştı. O son geceyi, onunla paylaştığı bütün o anları hafızasından asla silememişti. Ondan kendini koparmak için insanüstü bir çaba harcamıştı. Geçen üç yıl onu fazlasıyla büyütmüş, olgunlaşmasına yardım etmişti belki de ama kalbinde taşıdığı aşkı asla azaltamamıştı. Onu özlemekten, onu sevmekten hiç vazgeçmemişti. Gözyaşlarını silerek fotoğrafta yanında duran adamın sert yüz hatlarında dolaştırdı parmaklarını.
"Küçük kadının büyük aşkı..." diye fısıldadı.
Kuzey onu her zaman küçük bir kız çocuğu gibi görmüştü. Bu yüzden duygularının derinliğini hiç anlayamamıştı. Aptalca hayaller kurmuştu oysaki. Kuzey'i sevgisine inandırabilirse onun daha çok gülümseyeceğini ummuştu. Daha bağışlayıcı, kendisi için daha çok şey yapan bir adam olmasını sağlayabileceği gibi aptalca hayallerine tutunmak istemişti. Ama Kuzey onu her defasında tecrübesizliği ve saflığını gerekçe göstererek kendinden uzak tutmayı başarmıştı. Onu kendinden korumak istemişti. Onun için yapabileceği en doğru şeyin bu olduğuna karar vermişti ama yine de ona âşık olmasına engel olamamıştı. Bu, kimsenin suçu değildi. Oluvermişti işte, ona âşık olmak onun için kaçınılmazdı. Kaçamamıştı aşktan. Pişman olmamıştı hiç. Onunla geçirdiği her dakikayı en değerli hazinesi gibi saklamıştı geçen yıllar boyunca. O anılardan güç almıştı, o anılarla ayakta kalmayı başarabilmişti. Yanında olmamasına rağmen genç adam her zaman ona güç vermişti.
Gülümsedi ıslak gözleriyle. Fotoğrafı yerine koyup yatağa uzandı. Gözlerinden düşen bir damla yaş yastığına düştüğünde boğuk bir hıçkırıkla gözlerini kapattı. Onsuz yaşamayı eninde sonunda kabul etmek zorundaydı. Onu geride bırakırken bunun ikisi için de en iyisi olacağına karar veren kendisiydi. Daha güçlü olacak, daha az acı çekecekti zamanı geldiğinde. Onsuz yaşamaya bile alışacaktı günün birinde.

Kuzey kaldığı otele geldiğinde fazlasıyla sarsılmış, fazlasıyla kendini kaybetmişti. Sabahın erken saatlerinde Asya'nın evinin önünde belli bir mesafeden onun çıkmasını beklemişti. Üç yıl sonra onu ilk kez görecek olmasının verdiği heyecanla kalbi neredeyse yerinden çıkmak için göğüs kafesini zorlamıştı ve o evden çıktığında kalbi de atmaktan vazgeçmişti.
Uzun saçlarını at kuyruğu halinde toplamış, eski bir blucin ve kolsuz bir gömlekle onu gördüğünde hissettiği onca duygudan korkmuş, ürkmüştü. Üç yıl boyunca onu göreceği ânı hayal etmişti. Onu her yerde, her gün aramıştı ve işte karşısındaydı. Karısı dokunabileceği kadar yakınındaydı artık.
Hırsla dişlerini sıktı, direksiyondaki elleri demirden birer pençeye dönüştüğünde gözlerini kısarak biraz ileride yürüyen Asya'ya kilitledi gözlerini. Aynı anda bu kadar çok duyguyu bir arada yaşamayalı uzun bir zaman olmuştu. Öfke, acı, sarılma duygusu... Hepsi birbirine karışmıştı şimdi. Karşısında yürüyen kadının onu görmemesi için başındaki şapkayı önüne doğru indirip kafasını eğdi. Sık sık nefes alıyor, sakinleşebilmek için kendiyle savaşıyordu.
Yıllarca onu aramıştı. Bütün o yıllar boyunca onun başına bir şey gelme ihtimali yüzünden uykusuz geceler geçirmiş, kâbuslarla uyanmıştı. Girip çıkmadığı delik kalmamıştı aylar boyunca, ona benzeyen her kadının ardından adını seslenmişti. İşini, hayatını, bütün her şeyi ertelemişti. Onun gitmiş olmasını hem de böyle sessizce yok olmasını kabul edememişti. Kendini suçlamış, ona kızmış, etrafında olan biten her şeye lanet etmişti. Bütün bunlara Nihan'ın neden olduğu gerçeği ile kadını neredeyse öldürmek istemişti. Yaptığı hiçbir şey ise karısını bulmasına yardım etmemişti. Asya onu bir kez olsun aramamıştı. Onu cehennemde bırakmış, arkasına dönüp bakmamıştı ve haklı olduğuna inanmıştı kendisi de.
Karısının kendisine karşı olan duygularının bir çocukluktan, duygusal boşluktan kaynaklandığını ispat etmişti bu üç yıl. Asya ona hiç bilmediği duyguların kapısını açmış ve gitmişti. Onu aslında hiç sevmemişti. Söylediği bütün o aşk dolu sözlerin hepsi birer yalandan başka bir şey değildi. Ancak bunun cevabını ondan alana kadar, onunla yüzleşene kadar peşini bırakmayacaktı. Onu sevmediğini ondan duyana kadar durmayacaktı ya da onun kendisini sevmesini sağlayacaktı. Gerekirse zorlayacak ama içindeki acıyı kusacaktı.
Arabayı yavaşça hareket ettirdi. Asya'nın biraz ileride bindiği toplu taşıma aracını takip etmeye başladı. Sonunda genç kadın büyük bir binanın önünde indiğinde arabayı park edip onu izlemeye devam etti. Binaya doğru yürürken genç bir adamın ona gülümseyerek geldiğini gördü. Asya'nın da ona gülümsediğini gördüğü anda kalbindeki acı boğazına kadar yükselen bir inilti halini aldı. Güçlükle yutkundu. Hayatında birinin, bir erkeğin olduğu düşüncesi bile öfkeden deliye dönmesine neden oluvermişti. Üç yıl boyunca onu kaybetmek ve başka bir erkek düşüncesinden deliye dönmemiş miydi?
Saatlerce bekledi. Arabadan inip yakınlardaki bir kafeden su ve kahve aldı. Hiçbir şey yemek istemediği gibi o binanın önünden de ayrılmak istemedi. Akşam olduğunda içtiği sayısız kahveden dolayı ağzında acı bir tat vardı artık. Bu arada Serdar'ın beklenmeyen telefonuyla huzursuz oldu. Derin bir nefes alarak telefonu açtı.
"Ne vardı Serdar?" diye mırıldandı hoşnutsuz bir ifadeyle.
"Neredesin sen? Tanrı aşkına neler oluyor? Hangi cehennemdesin? Burada hepimiz endişeden deliriyoruz."
"Bir yere giderken sizlerden izin almam gerektiğini bilmiyordum. Biraz abartılı bir ifade olmadı mı bu sence?"
"Abartı mı? Sen neyin peşindesin dostum? Tamam, izin almanı tabii ki beklemiyoruz ama son aylardaki garip tutumunu açıklamıyor bu."
"Endişelenecek bir şey yok Serdar. Yapmam gereken önemli bir iş var. İşim bittiğinde dönerim."
"Kuzey delirtme insanı. Nedir bu kadar esrarengiz olan iş? Senin sorumlu olduğun bir şirketin var ve zavallı Yalçın delirmek üzere. Benden yardım istemeseydi haberimiz bile olmayacaktı."
"Yakında döneceğim. Onu ararım."
"Bu kadar mı yani, bütün söyleyeceğin bu mu?"
"Evet."
"Ne cehennemde olduğunu söylemeden bu telefonu kapatmana izin vermem Kuzey."
"Şehir dışındayım."
"O kadarını biz de biliyoruz. Şehir dışında neredesin ve asıl önemli olan neyin peşindesin?"
Kuzey gözlerini karşısındaki binaya dikip yutkundu, tedirgin edici bir sessizlik oldu.
"Karımın..." diye fısıldadı öfkeyle.
Bu kez karşı taraftaki sessizliğin geçmesini bekledi.
"Asya'yı buldun mu sen?"
"Buldum."
"Onu gördün mü, konuştun mu? İyi mi?"
Kuzey öfkeyle konuşmaya başladı.
"Onu gördüm ama konuşmadım. İyi olup olmadığına gelince benden iyi durumda olduğu kesin ama bu fazla uzun sürmeyecek. Geçen üç yılın ve bu delirten sessizliğinin hesabını tabii ki soracağım zamanı geldiğinde."
"Kuzey saçmaladığının farkında mısın sen? Çok kızgınsın. Onun karşısına bu şekilde çıkarsan yeniden kendinden uzaklaştıracaksın. Sakinleştiğinde karşısına çık. Onun yeniden kaçmasına neden olma."
"Kızgın mı, kızgın mıyım sence Serdar? Ve sen sanıyor musun ki bir daha kaçmasına izin vereceğim? Hayır dostum. Asya bundan sonra ben nerede olmasını istiyorsam orada olacak. İster beni severek isterse nefret ederek. Her ikisi de bana uyar."
"Kuzey dinle..."
"Kapatmam gerek ve sakın karımla arama girmeye kalkma Serdar. Bu ikimizin meselesi. Bu işten uzak durun, hepiniz!"
"Kuzey..."
Genç adam cevap vermeden telefonu kapattı. Akşamüzeri binadan yorgun bir şekilde çıkan karısını izlemeye devam etti.
Bu kez Asya yürümeyi tercih etmişti yorgun olmasına rağmen. Bir markete uğramış, yolda tanıdığı birkaç kişiyle ayaküstü sohbet etmişti. Yüzünde yorgun bir tebessümle insanların ona verdiği selamı almıştı. Sabah derli toplu olan saçları gevşemiş, hafifçe dağılmıştı. Onu görmediği yıllar içinde saçlarını kısaltmıştı biraz ama rengi aynıydı. Bir tek gözlerini görememişti bu kadar mesafeden. O yemyeşil ve uçsuz bucaksız derinliği olan gözlerinde kendinden biz iz kalıp kalmadığını ölesiye merak etse de beklemeye karar vermişti. Evine girişini, evin ışıklarının yanışını ve saatler sonra ışıkların sönmesini izlemişti. Otele geldiğinde yorgunluktan ve acıdan bir yumak halinde kendini yatağına atmış, gözlerini kapatmıştı.
"Yarın gerçekle yüzleşeceksin sevgili karım. Sadece sen, ben ve gerçek olacak. Bakalım hangimize ne kadar dayanabileceksin?" diye mırıldandı kararlı bir şekilde.

Sen Giderken... Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin