Sizin cennetiniz nasıl bir yer?
Benimkini henüz keşfetmedim ben. En sevdiğim renk hangisi, en sevdiğim gülüş kime ait, en sevdiğim şehir neresi? En çok neyi seveceğimi, en çok neye üzüleceğimi, nereye ait olacağımı, nelere kızıp neleri hoş göreceğimi öğrenmek için çıkıyorum yuva diye bildiğim tek yerden.
Renkleri ve hayatı keşfetmek, insanoğlunun en büyük marifeti olan yaşamda kendimi ispat etmek için.
En sevdiğim mevsimde, en sevdiklerim listesinde henüz tek başına olan mevsiminin yalnız ve hüzünlü ayında. Eylül'de...
Eylül hazan, eylül hüzzamdı hep ruhumda.Yüreğimdeki bütün hüzünleriyle çok sevdim ben Eylül'ü.Bütün eylül düşleri yüreğimde "Merhaba" diyeceğim yeni hayatıma. Belki de bu yüzden içimdeki önlenemez neşe, heyecan ve coşku.
Çocukluğumu bıraktığım bu kocaman beton binadan, yüreğimde kendiminkine benzer kimsesiz hikâyelerle gitmek dışında canımı acıtan bir şey yok aslında. İçimde kekremsi bir burukluk, kalbimde ağır bir taş sanki bu duygu. Bir de beni üşüten bu çıplaklık hissi.
Sanki ben camdan bir vazoyum da birileri üzerimden tüm örtülerimi sıyırmış, açıkta kalmışım da ufacık bir sarsıntıda düşüp kırılacakmış gibi hissettiğimde bu korku titretiyor içimi. Bu duvarların ardındaki gerçek yaşamı merak ediyorum.Orada bana da bir yer var mı diye.
Var mıdır gerçekten?
Bu kış yetişkin bir insan olarak hayata atılacağım günlerin son demleri.İçimdeki o korku ürperterek uyandırıyor beni. Kimsesizliğimi unutup birilerinin kimsesi olabilecek miyim? Benim de kimselerim olacak mı gerçekten?
Böyle zamanlarda hep iyimser olmaya çalışıyorum işte. İyimserliğin genetik olduğunu düşündüğümde içimde kocaman bir keder çoğaldıkça çoğalıyor. Genetik mirasını aldığım insanları kaybetmiş olmak ve bunun doğru olup olmadığını asla anlayamayacağım gerçeği saplanıveriyor ansızın yüreğime.Daha çok üşüyorum sanki.
Burada yaşadığım yıllar boyunca bana benzeyen bir sürü kızla ayakta kalabilmeyi, direnmeyi, inadına hayal kurmayı öğrendim ben. İyi ile kötü arasındaki farkları, nakış nakış işledi buradaki insanlar yüreğimize. Şimdi onları da alıyorum yüreğime çıktığım bu yolculukta.
Bu kocaman, gri, soluk bina... Bakmayın soğukluğuna, solukluğuna, uzaklığına, yalnızlığına... Burası benim evim, burası bildiğim tek yuva.
Şimdi veda ediyorum koşarak geçtiğim büyük koridorlara, çift katlı metal ranzalara, merdiven tırabzanlarına, menteşelerinden sökülecekmiş gibi duran dolabıma, bahçedeki paslı ve boyasız basketbol potasına, en gölge köşede duran hayaller kurup güneşten saklandığım tahta bankıma... Benim bıraktığım her şey bir başkasına yuva olmak için hazır artık.
Bütün vedalarımızı yaptık. Son sıcak sarılmalarımızı, son öpücüklerimizi sakladık sabaha. Burada yaşadığım 12 yılı geride bırakarak başımı uzatacağım hayata. Avuçlarım terliyor şimdiden. Sarı soğuk titremeler sarıyor kollarımı. Sanırım korkuyorum. Çok hem de çok korkuyorum.
Hayatın içinden geçip yara almadan geçen kaç kişi var acaba? diye düşünmeden edemiyorum.Siz hiç düşündünüz mü bilmem ama ben düşündüm. O kadar çok düşündüm ki bir süre sonra korktum yaşama karışmaktan. Ama yine de sormadan edemiyorum kalbimin derinliklerine ürkek fısıltılarla.
Benim payıma düşen kaç acı var dışarıda?
Daha şimdiden ne kadar çok şeyi merak ediyorum.
Kimsesiz bir çocuk olarak bırakıldığım bu yerden yine kimsesiz bir genç kız olarak ayrılıyorum işte. Elimde bir tek valizim, çantamda kazandığım burs, kalacağım yere ait bir adres, idarenin bana verdiği bir miktar para.
Yok başka bir şeyim. Bütün hazinem, bütün mal varlığım bu. Bir de kocaman yalnızlığım, yürek çarpıntılarım...
Bu, yalnızlığımın resmileştiği ilk "Eylül"üm...
Sana geliyorum dünya...Beni çok incitecek misin bilmiyorum,beni neler bekliyor dışarda bilmiyorum.Belki de çok mutlu edeceksin, onu da bilmiyorum ama sana geliyorum çare yok.Çünkü gidecek başka bir yerim yok.
Benim hüzzam şarkım, eylülüm... Artık siyahları, yeşilleri, sarıları, morları ve bütün renkleriyle bütün bir hayatı kucaklayacağım an geldi çattı. Vakitlerden hazan sarısı biliyorum.
Çok sahiplenmeden, çok ait olmadan, kaybetmeye de kazanmaya da hazır, kendi gökkuşağımı aramaya geliyorum.
Ne kadar çok şey kaçırdım şu hayatta acaba bilmeden. Zamanın akışına bırakmak zorunda kaldığım bunca şey, bir daha geri gelmeyecek anlık zamanlar, bir daha asla yeniden yaşayamayacağım sevdiğim zamanlar...
Kaderimi elime verseler izin verir miydim beni bilinmezliğin ortasına bırakmalarına, salar mıydım öyle başıboş kimsesizliğin ortasına kendimi daha süt kokan ağzımla.
Yine de gerçek olan, zaman beni de beklemedi hiçbir şeyi beklemediği gibi... Bir tek eylüldü beni bekleyen ıslak toprak kokularıyla. En çok o bildi işte en sevdiğimin hazan sarısı, ıslak ve kendi günleri olduğunu.
Her şey oluyor, her şey büyüyor, her şey ölüyor.
Ben büyüdüm. Gözlerimde hüzünle, kimsesizliğimle büyüdüm.
Her şeyliğimin farkında, farkındalığımın tadında başlamaya söz veriyorum kendime şimdi. Bütün bilinmezliğini göze alarak atıyorum ilk adımlarımı hayata.
Evimde, evim bildiğim tek yerde bir gece daha geçirmenin ağırlığını taşıyan yastığım, yatağım...
Elveda...
BİRİNCİ BÖLÜM-

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sen Giderken...
RomanceSanki ben camdan bir vazoyum da birileri üzerimden tüm örtülerimi sıyırmış...açıkta kalmışımda ufacık bir sarsıntıda düşüp kırılacakmış gibi. Benim bıraktığım her şey bir başkasına yuva olmak için hazır artık.