...28...

6.6K 509 13
                                    

                                             

Üç Yıl Sonra...

Kuzey sekreterinin odaya girmesiyle önündeki dosyadan kaldırdı gözlerini.
"Rahatsız edilmek istemediğimi söylemiştim." diyerek sert bir sesle çıkıştı kıza.
"Acil olduğunu söylediler efendim."
"Bu kadar acil olan konu neymiş peki?" diye söylendi kıza dik dik bakarak.
"Eşinizle ilgiliymiş. Dışarıdaki beyefendi sizinle acilen görüşmek istediğini bizzat iletmemi rica etti."
Kuzey elindeki dosyayı masaya bıraktı. Yavaşça ayağa kalkarken kıza bakıp misafirini içeri almasını söyledi.
"Üç yıl..." diye fısıldadı. Ondan haber alamadığı, sesini duyamadığı üç yıl geçirmişti. Şimdi onunla ilgili bu acil görüşmenin bir sonuç verdiğini umarak kendini umutlandırmayacaktı. Tuttuğu onca adam üç yıl boyunca onun izine rastlayamamışlardı ama ona benzeyen bir kadın görüldüğünde ya da böyle bir bilgi ulaştığında deli gibi gitmişti sözü geçen her yere. En kötüsü hastane morgları ve polis karakolları olmuştu. Asya'nın tarifine uygun her şüpheli durumda kalbi yerinden çıkarcasına o kapılardan nasıl girip çıktığını hatırlamıyordu bile. Bu düşünceyle sırtında buz gibi bir ürperti hissetti. Asya'yı görmek için gittiği her yerden daha yıkık, daha çökmüş ve dağılmış olarak dönmüştü. Şimdi umut kelimesi bile duygularını harekete geçirmiyordu. Öfkesi, acısı büyüyordu ve her geçen gün Asya'ya kızgınlığı da artıyordu. Bir gün onu affedememekten korkuyordu.
"Üç yıl..." diye fısıldadı sıkılı dudakları arasından.
İçeri giren adama oturması için yer gösterdi. Karşısına oturup bu kadar acil olan şeyi dinlemek için hazırladı kendini. Sonuçta bu adamlara bir servet ödüyordu.
"Sizi dinliyorum İrfan Bey." dedi sert bir şekilde.
"Onu bulduk efendim." diyerek elindeki zarfı masaya koydu adam.
Kuzey bir an kalbinin atmaktan vazgeçtiğini hissetti. Nefesini tutarak doğru duyup duymadığını anlamak istercesine adama baktı sessizce. Konuşabildiğinde sesi öfkeli değil buz gibi soğuktu. Sözü hiç uzatmadı.
"Emin misiniz? Bu da diğerlerine benzemesin."
"Eminiz efendim. Hatta bu kez emin olabilmek için bir aydır takipteydik. Bu, o. Karınızı bulduk. Haklıymışsınız, onu bu şehirde aramakla çok zaman kaybettik ancak bulduğumuz kişi eşiniz. Küçük bir sahil şehrinde özel bir bakımevinde çalışıyor. Adresi, telefon numarası ve iş yeriyle ilgili bütün bilgiler zarfın içinde. Emin olmak için çektiğimiz fotoğraflar da orada. Bir adamımız sürekli takip ediyor Asya Hanım'ı. Görüştüğü herkes hakkında bilgi topladık. Üç yıldır aynı yerde yaşıyor. Şey... Hayatında kimse yok efendim."
Kuzey masanın üzerindeki zarfa baktı kaşlarını çatarak. Son cümleyle buz gibi bakışlarını adama çevirdi.
"Bunu göreceğiz İrfan Bey. Dosyayı inceleyip sizi arayacağım. Bundan sonrasını ben devralıyorum. Hizmetleriniz için teşekkür ederim. En kısa zamanda görüşeceğiz. Üzerinde düşünmem gereken şeyler olacak. Geldiğiniz için teşekkür ederim." diyerek ayağa kalktı genç adam. Adamı yollarken aklı masanın üzerindeki zarftaydı.
"Adamımız takipte kalmaya devam etsin mi efendim?"
"Evet. Size bundan sonrası için bilgi vereceğim. Benden haber bekleyin ve onu yeniden kaybetmemeye bakın. İyi günler..."
"İyi günler efendim, haber bekleyeceğim."

Kuzey masasının üzerinde duran zarfa baktı dişlerini sıkarak. O zarfın içinde ne görmeyi umduğunu bilmiyordu. Onunla üç yıl aradan sonra yeniden karşılaşacak olması her gün büyüyen öfkesini azaltmıyordu. Ondan haber almayı beklediği onca zaman içinde her geçen gün daha kaba, daha öfkeli ve daha acımasız bir adama dönüşmesinden de şikâyetçi değildi. Hiçbir şeyi umursamıyordu, umursamamıştı da onca zaman boyunca. Hedefine kilitlenmiş bir atmaca gibi sadece beklemişti. Beklemiş ve sonunda bulmuştu. Kendi değişen hayatını düşününce onun da hayatındaki değişiklikleri bile merak etmemişti. Bildiği tek şey karısı eve dönecekti. Ait olduğu yere ve ait olduğu erkeğe. Bunun için kimseye hoşgörülü davranacak durumda değildi. O bütün hoşgörülerini tüketmişti geçen üç yıl içinde.
Masadan sarı, büyük zarfı aldı. Arabasının anahtarlarını cebinden çıkararak odasından dışarı çıktı.
"Bütün öğleden sonra evde olacağım. Yalçın Bey döndüğünde eve uğramasını söyleyin." diyerek asistanını bilgilendirdi. Kadının cevap vermesini beklemeden binadan ayrılmak üzere asansörlere doğru yürüdü.
Eve geldiğinde Kader Hanım ve diğer çalışanları göndermekle işe başladı. Yalnız kalmak istiyordu. Elindeki zarfı salona bırakıp odasına çıktı. Üzerindekileri mekanik bir ağırlıkla çıkarıp duşun altına girdiğinde gözlerini kapatıp nefesini tuttu. Üç yıl aradan sonra Asya ile ilgili somut bir bilgiye ulaşmak onu beklediğinden daha çok sarsmıştı. Bu kadar zaman beklemişti, birkaç dakika daha bekleyebilirdi. Çünkü karısının ondan daha fazla kaçmasına izin vermeye niyeti yoktu.
Üzerine bir blucin ve tişört geçirip ağır adımlarla salona indi. Kendine sert bir içki aldıktan sonra zarfı bıraktığı yerden aldı ve pencere kenarındaki koltuğa oturdu. Bu koltukta onu düşünerek geçirdiği onca zamandan sonra elindeki zarfın içinde Asya'nın olduğunu bilmek, üç yıl boyunca biriken duygularını değiştirmiyordu. Sevinmeli miydi? Evet, onu bulduğu için seviniyordu. Peki ya öfke? Bunun yerine koyabileceği bir duygu yoktu o an için.
"Üç yıl..." diye fısıldadı sıkılı dişleri arasından.
Onun için endişeden neredeyse öldüğü, kendini içkiye verip deliler gibi çalıştığı, ona ait kâbuslarla bölünen uykularından kan ter içinde kalktığı geceler... Bir köşede ölmüş olduğunu gördüğü rüyalar... Ona ulaşamamanın verdiği çaresizlik... O sessiz gidişindeki anlamsızlık...
Elindeki bardağı yere bırakıp zarfı açtı yavaşça. Ellerinin titrediğini görerek derin bir nefes aldı, gözlerini açıp kapadı. Birçok fotoğrafla birlikte birçok kâğıdın da olduğu zarfın içini sehpaya boşalttı. Onun yüzünü gördüğü anda o ana kadar tuttuğu soluğunu bırakıverdi. Fotoğraf bir yaz günü çekilmiş olmalıydı. Asya'nın üzerinde çiçekli, kolsuz bir elbise vardı. Saçları rüzgârdan dağılmış, mutlulukla gülümsüyordu.
Önünde duran fotoğrafı eline alıp işaret parmağını yüzünde dolaştırdı. İçindeki acı ve özlem karışımı duygu onu iki büklüm etti. Onunla ilk karşılaştıkları günü düşündü ansızın ve onunla paylaştığı her günü. Sesi yankılandı kulaklarında. Her gün ve her gece olduğu gibi ona "Seni seviyorum." diyen sesi.
Diğer fotoğraflara uzandı. Kalabalık bir grup içinde olan karısının gülümseyen yüzüne baktı. Zayıflamıştı. Saçlarını kestirmişti. Saçlarının kokusunu hatırlayınca içini çekti. Ona dair ne kadar çok detayı hafızasında sakladığını fark ettiğinde gözlerini kapadı.
Asya kendine yeni bir hayat kurmuştu, onsuz... Onu ardında bir sürü soru ve endişeyle bırakarak çekip gitmişti. Ne bir telefon etmişti ne de bir mektup yazmıştı. Belki bunlardan biri olsaydı içindeki öfkenin ve yoksunluğun da azalacağını düşünmüştü çok uzun zaman boyunca.
Yere bıraktığı bardağı alıp öfkeyle başına dikti. Boşalan bardağı aynı öfkeyle doldururken yere saçılan fotoğraflarda gülümseyen karısının yüzüne baktı. Onu unutmuş muydu, mutlu muydu onsuz?
"Bunu göreceğiz Asya, göreceğiz..." diye fısıldadı hırsla.
Zarftan çıkan belgeleri incelemeye başladı elindeki bardağı bırakmadan. Saatler sonra kapının sesiyle kendini toparlayabildi. Yalçın'ın şaşkın yüzünü gördüğünde homurdandı.
"Ne, neden öyle bakıyorsun yüzüme?"
Yalçın elindeki çantayı yere bırakırken cevap verdi.
"Berbat görünüyorsun."
"Daha kötü günlerim de oldu."
"Bilmez miyim? Ofiste olmadığını öğrendiğimde şaşırdım çünkü son yıllarda neredeyse orada yaşamaya başlamıştın."
"Yalnız kalıp ne yapmam gerektiğini düşünmeye ihtiyacım vardı. Salona geç ve kendine içecek bir şeyler al."
Yalçın ellerini cebine koyup salona geçti, kendine bir bardak içki alıp döndüğünde bir köşede yere saçılmış fotoğraf ve kâğıtları görerek ilerledi. Yerdekilerin ne olduğunu anlamak için başını yana eğip merakla baktı ve Asya'nın yeni çekildiği belli olan bir fotoğrafını gördüğünde donup kaldı.
"Kuzey..." diye fısıldadı şaşkınlıkla.
"Ve günün bombası sevgili dostum. Ortadan kaybolan karıma merhaba de."
"Bunca zaman onu aramaktan vazgeçmedin. Onu buldun mu?"
"Vazgeçmek mi? Bir an bile vazgeçmedim aramaktan. Onu bulamayacağım kadar uzakta olduğunu düşünemedim sadece ama araştırmayı genişletince bu ülkenin o kadar da büyük olmadığını gördüm."
"Neredeymiş, bunca zaman ne yapmış?"
"Hepsi orada. Bir sahil kasabasında yaşamış. Küçük bir evi ve bir de işi var ama asıl önemli olan ne biliyor musun? Burada onun için endişelenebileceğimizi asla düşünmemiş olması. Bak şu fotoğraflara. Nasıl da mutlu gülümsüyor. O böyle gülerken ve mutluyken ben burada yaşayıp yaşamadığını bile bilmemenin verdiği deliliklerle boğuştum. Kendimi suçladım aylarca. Beni öyle bir halde bıraktı ki."
Yalçın öfkeden neredeyse titreyen Kuzey'in elindeki bardağı dolduruşunu seyretti bir süre. Eğilip yerden bir fotoğraf ve kâğıt aldı. Okuduklarından şaşkınlığa düştüğü belliydi. Asya'nın bu kadar şeyi bu kadar uzakta başarmış olmasına değil onun bunun için gösterdiği cesareteydi asıl şaşkınlığı. Oysa ne kadar savunmasız görünüyordu burada ve şimdi başı gerçekten beladaydı. Bela da tam karşısında duruyordu bütün heybetiyle.
"Peki şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?" diye mırıldandı Kuzey'e yaklaşıp.
Genç adam bir süre sesini çıkarmadı. Hırıltılı ve boğuk bir sesle mırıldandığında ürperdi.
"Bana ne yaşattığını göstermeyi ve ait olduğu yere dönmesini sağlamayı."
"Ama..."
"Ama ne? Hayatında başka biri olabilir mi? Yeni bir hayat kurmuş olmasına saygı mı göstermeliyim? Oturup aman ne iyi yaptın diye ona tebrik kartı mı göndereyim? Hayır. O hâlâ benim karım ve ben onu geri istiyorum ama öğreneceği birkaç şey daha var."
Yalçın onun bu öfkesini, hırsını tanıyordu. Asya hayatına girdiği dönemde değişmiş, başka bir adam olmuştu ancak onun gidişiyle kendi içindeki bütün köprüleri de atmıştı. Aylarca sızana kadar içmişti. Aylarca onu aramıştı şehrin her yerinde. Onun eşkâline uyan her ihbarda morglara, karakollara atmıştı kendini ve sonunda eskisinden daha acımasız, daha öfkeli bir adama kapılarını açmıştı. Şimdi aklından her ne geçiyorsa hiçbir engel tanımayacağı bir gerçekti. Asya'nın başı şimdi gerçekten beladaydı.
Gece yarısına kadar onunla birlikte oturdu. Sızana kadar içmesine, öfkeyle salonun ortasında dolanmasına sesini çıkarmadı. Kanepede sızmak üzere olan arkadaşına bakıp kederle mırıldandı.
"Onu hâlâ seviyorsun..."
"Ondan nefret ediyorum ben. Bana yaşattıkları için, o morglarda açılan her çarşafın altından o çıkmasın diye dua ederken ki halim için. Gidişini anlayabilirdim, ona hak verebilirdim. Bu kadar sessiz, bu kadar habersiz, bu kadar çaresiz bırakılmasaydım ve iyi olduğunu bilseydim her şeyi anlayışla karşılayabilirdim. Ondan nefret ediyorum, ondan nefret ediyorum."
Yalçın onun uzanmasına yardım etti. Yerdeki bardağı alıp sehpanın üzerine bıraktı. Kuzeyin kapalı gözlerine bakıp üzüntüyle mırıldandı yeniden.
"Nefret çok güçlü bir duygudur Kuzey. Tanrı ikinizin de yardımcısı olsun dostum."

Asya son günlerde sürekli olarak hissettiği ürpertiyle başını çevirip arkasına bakma ihtiyacı duydu. Her gün işe giderken ve işten dönerken bu duyguyu yaşıyordu. İçinde anlam veremediği bir sıkıntı duyuyordu sık sık. Sanki sürekli gözetleniyor hissiyle tedirgin ve ürkek davranmaya başlamıştı. Evinin sokağında ve iş yeri yakınlarında tedirginlik yaratacak bir yabancıya rastlamamıştı hiç ama her sokağa çıkışında sırtında buz gibi bir ürperti dolaşıyordu. Arkadaşlarıyla sahilde buluştuğu o akşam da aynı sıkıntıyla etrafını incelemişti. Herkes çok neşeliydi. İş yerinden arkadaşlarıyla dans etmişler, yemek yiyip eğlenmişlerdi. Gece evine döndüğünde yatağına yatar yatmaz uyumak istese de uyuyamamıştı. Baş ucunda duran fotoğrafı eline alıp saatlerce ağlamıştı. Onu eskisinden daha az düşünüyordu artık, daha az acıtıyordu ona ait anılar ama o kalbinden çıkmıyordu. Karşılaştığı her erkeği ona benzettiği anlar oluyordu ve ardından duyduğu hayal kırıklığı ile içini kaplayan hüzün de hep aynıydı. Onun nasıl olduğunu, neler yaptığını, onu hâlâ düşünüp düşünmediğini aklından geçiriyordu sık sık.
Bir kez gazetenin ekonomi sayfasında görmüştü fotoğrafını. Aradan geçen üç yıl boyunca özlediği o yüze bakmıştı saatlerce. Yaptıkları küçük tatil ve o son gece yaşadıkları her şeyi düşünmek bütün yaralarını yeniden kanatmıştı. Ona olan özlemi hiç dinmemişti ama onunla hiçbir şekilde irtibat kurmayı da denememişti. Çünkü bunu yaptığında şimdi sahip olduğu hiçbir şeyi yapamayacağını biliyordu.  En iyisi onsuz da bir hayatı olabileceğini kabul etmek ve yola devam etmekti. Ve bunu başarmıştı. Onsuz da yaşıyordu ama bir yarısı hep eksik olarak. Yurttan ayrıldığı gün hayatın ona neler getireceğini bilmiyordu, kimsesizdi, gidecek bir yeri yoktu ama sonunda kader onları bir araya getirmiş ve bir külkedisi masalı yaşatmıştı ona. Ve külkedisi ait olduğu hayatın içine geri dönmüştü.
Eve doğru yürürken aynı ürpertiyle kalbi çarpmaya başladı. Bu son bir aydır yaşadığı huzursuzluk artık korkuya dönüşmeye başlamıştı. Adımlarını hızlandırdı ve evine ulaştığında rahat bir nefes aldı. Kapıları kilitleyip yemek için mutfağa geçti, kendi kendine gülümsedi.
"Her şeyi büyütüyorsun Asya." diye mırıldandı.
Bu kasaba yıllardır ona ihtiyacı olan huzuru ve her şeyi vermişti. Burada yaralarını sarmış, burada iyileşmişti. Şimdi neden huzuru kaçacaktı ki?
Yemeğini yiyip ışıkları söndürdü ve fazla büyük olmayan yatak odasına geçerek üzerini değiştirip yorgun bir şekilde yatağına uzandı. Her gece yaptığı duayı bu kez sesli bir şekilde mırıldandı.
"Tanrı'm onu koru, iyi olmasını sağla. Onu sana emanet ediyorum."
Gözleri kapandığında yorgunluktan hemen uykuya daldı.

"Evinde efendim."
"Yalnız mı yaşıyor?"
"Evet efendim."
"Gözünüzü üzerinden ayırmayın."
"Yeni bir talimatınız olacak mı Kuzey Bey?"
"Henüz değil."
"Ne yapmamızı istiyorsunuz?"
"Her hareketini bana rapor etmeye devam edeceksiniz. Kimlerle görüşüyor, nerelere gidiyor, işten kaçta çıkıyor, ne yiyor, ne içiyor, her şeyi. Ne yapmanız gerektiğini daha sonra bildiririm."
"Peki efendim. İyi geceler..."
Kuzey elindeki telefonu yerine koyup geniş cam kapıların olduğu balkona çıktı. Yüzünde birkaç günlük sakalı ve darmadağın olmuş saçlarıyla karanlıkla bir gölge gibi süzülerek otelin geniş balkonundan önünde hışırdayan ve sahile vuran beyaz dalgaların olduğu denize baktı. Ona üç yıl boyunca hiç bu kadar yakın olmamıştı ve şimdi uzanıp alabileceği kadar yakındı. İş yerindeki yetkilerini bir süreliğine Yalçın'a devretmiş ve kafasında yapmayı planladığı şeyler için hazırlık yapmıştı iki hafta boyunca. Her şeyin istediği gibi yapıldığından emin olduktan sonra da buraya gelmişti.
"Madem böyle olmasını istedin, senin kurallarınla oynayacağız Asya. Bakalım korku kelimesi sana ne ifade ediyor? Bakalım benim yaşadığım kadarını bile yaşayacak mısın? Bana ne yaşattığını göreceksin yakında. Çok yakında Asya, çok yakında yeniden birlikte olacağız." diye fısıldadı karanlığa.
Telefonu yeniden eline alıp birkaç görüşme daha yaptı. Sakin adımlarla dolaştı bir süre balkonda. Yalnız olduğunu, hayatında bir erkek olmadığını öğrenmek onu rahatlatmıştı. Aksi bile olsa yapacağı şeyler konusunda asla engel tanımamaya kararlıydı. Karşısına kim çıkarsa çıksın ezip geçmekten zerre tereddüt etmeyecekti. Yalçın bile şu anda nerede olduğu konusunda hiçbir bilgiye sahip değildi. Bütün soruları cevapsız kalmıştı. O sadece hedefine kilitlenmişti.
"Benim olan yine benim olacak." diye mırıldandı tekrar tekrar.
Onu isteyip istememesi bile umurunda değildi. Hiçbir şey umurunda değildi. Birkaç gün sonra hiçbir şey eskisi gibi veya şu anki gibi olmayacaktı ikisi için de.





Sen Giderken... Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin