Aynı günün sonlarına doğru Asya okuldan çıktığında yağmur sabahkinden daha şiddetli bir şekilde yağmaya devam ediyordu. Bütün günü bir dersten bir diğerine koşturarak geçirirken az da olsa evliliğinin verdiği huzursuzluğu unuttuğunu düşünmüştü. Ama akşamın ilk saatlerinde geçici huzurunun yerine ağır bir taş gibi oturmuştu huzursuzluğu. Üşüyen elini dudaklarına götürüp üflerken parmağındaki alyansın soğuk teması yüreğine kadar işliyordu sanki. Gözlerinin dolmasına engel olmaya çalışsa da gözyaşları yağmur damlaları gibi yüzünden akıp gidiyor, yürüdüğü caddede kendisine çarpan insanları görmesini engelliyordu.
"Tanrım..." diyerek inledi...
"Tanrım şimdi gerçekten yardımına ihtiyacım var."
Otobüs durağına geldiğinde soğuktan titriyor, yağmurun ıslattığı saçlarını yüzünden çekmeye çalışıyordu bir yandan da. Bir günlük gelindi daha. Bir anlaşmanın en önemli parçasıydı. Ondan beklenen her şey için söz vermişti. Artık bir kocası, bir evi ve sorumlulukları vardı. Kocası bütün o sorumlulukları buz gibi sesi ve ifadesiz gözleriyle kesin bir dille hatırlatmıştı. Şimdi kocası ile karşılaşmamayı umarak evine gidecek, bir gün önceki nikâhtan kalan dağınıklığı toparlayıp kendisini odasına kilitleyecekti. Ta ki sahibi onu çağırıp emirlerini ve yeni görevlerini bildirene kadar.
Acıyla gülümsedi. "Sahibim..." diye fısıldadı boşluğa. Yüzündeki kederin yağmur yüklü gözlerinde hayat bulmasından korkarcasına gözlerini kapadı sımsıkı. Hızla duraktan ayılarak ilk gördüğü taksiye el kaldırdı. Sahibi eve geç kalmasına da kızıp öfkesini ona yönlendirmeden bir an önce eve gitmeye karar verdi. Bu adamdan korkuyordu. Gözlerinde gördüğü o acımasız ve yok edici ifadeden, konuşurken rengini bir türlü çözemediği gözlerindeki öfkeden, kendine olan güveninden, en kötüsü de korkusuna rağmen bilmediği bir nedenle ona duyduğu güvenden korkuyordu. Ona güvendiğini fark ettiğinde şaşkınlıkla irkilmişti bir gece önce yatağında. Yem k yapan, ona soğuk da olsa gülümseyen ama öptüğünde içini ısıtan bu garip ve öfkeli yabancıya bir şekilde güveniyordu. Ne kadar heybetli olursa olsun onu incitmeyeceğini söylerken doğru söylediğini biliyordu. Çünkü kocası bunu bir söz verir gibi ifade etmişti.
"Bu bile ondan korkmanı engellemiyor ama. Seni bir daha öpmesinden korkmanı da engellemiyor." diye geçirdi içinden.
Taksi eve yaklaştığında aceleyle inerek koşmaya başladı. Kocaman bahçeden geçip kapıya geldiğinde donup kaldı...
"Bir anahtarım var mı? Aman Tanrı'm anahtarım yok." diye inledi. Sırt çantasını yere bırakıp umutsuzca ıslak başını kapıya dayadı.
"İnanamıyorum sana Asya! Nasıl anahtar almazsın. Kapıyı çalmak zorundasın ve şanslıysan o evdedir." diye mırıldandı.
Kapıyı çalmak zorundaydı. Çaresizce titreyen parmakları kapının yanındaki zile uzandı. Birkaç dakika sonra kapı açıldığında şaşkınlıktan ağzı açık kaldı. Orta yaşlı, tek tip giyimli bir kadındı karşısında dikilen.
"Siz de kimsiniz?" diye kekeledi üşüyerek.
Kadın gülümsedi.
"Hoş geldiniz hanımefendi. Asya Hanım olmalısınız. Eşiniz anahtarınızı almadığınızı söylemişti. Çıkmak için sizi bekliyordum. Ben Kader efendim. Gündüzleri size yardımcı olmak için buradayım."
Asya şaşkınlıkla içeri girerken kadının yüzündeki gülümseme genişledi ve uzanıp elindeki çantayı aldı.
"Islanmışsınız, elinizdekileri alayım. Sıcak bir çay içmek ister misiniz? İyi gelir."
"Teşekkür ederim Kader Hanım. İyi olur." diyerek mutfağa doğru ilerledi Asya. İçindeki rahatlama şaşkınlığını da yok edince kendini daha iyi hissetmişti. En azından kocası ile karşılaşmamış olmanın verdiği rahatlıkla gevşeyen ellerini, deli gibi atan kalbini sakinleştirmişti. Kader önüne bir fincan çay bıraktığında teşekkür ederek gülümsedi genç kız.
"Geleceğinizden haberim yoktu, şaşkınlığımın kusuruna bakmayın Kader Hanım."
"Önemli değil. Hafta sonları hariç diğer günler burada olacağım, bir ihtiyacınız olduğunda söylemeniz yeterli. Ayrıca ben de sizi tebrik ederim. Çok güzel bir eviniz var. Ben biraz toparladım bugün ama yarından sonra her şeyin daha düzenli olmasını sağlayacağımdan emin olabilirsiniz. Benden istediğiniz herhangi bir şey yoksa gitmek zorundayım. Dolapta akşam için yemek var. İstediğiniz özel bir şey olursa bana bildirirsiniz."
Asya bu kadından hoşlandığını düşünerek gülümsedi sıcak bir şekilde. Evde konuşabileceği birinin olması çok iyi gelmişti.
"Teşekkürler ama dışarıda yağmur çok feci, isterseniz biraz daha bekleyin."
"Taksi çağırdım efendim gelir birazdan. Sabah erkenden buradayım."
"Evli misiniz Kader Hanım?"
"Evet. İki kızım var, okuyorlar."
"Ne güzel."
"Eşiniz gecikeceğini bildirmemi istedi, yemeğe yetişemeyecekmiş."
"Tamam. Şey ikimiz için de yoğun bir hafta oldu." diye ağzında geveledi Asya. İçindeki rahatlamayla neredeyse yere yığılacaktı. Kadını yolladıktan bir süre sonra koşarak odasına çıktı. Hızla üzerini değiştirip tekrar mutfağa indiğinde kapının çaldığını duyarak yerinde kalakaldı. Korkuyla elini göğsüne bastırdı. Kuzey olamazdı. O nasılsa anahtarını kullanırdı. Ürkek adımlarla kapıya yaklaştı ve hafifçe araladı. Dışarıda elinde şemsiyeyle duran genç adamı görünce şaşırdı. Kim olabilirdi ki bu?
"Evet?"
"Asya Hanım ben yeni şoförüm. Geldiğimi haber vermek için aradım sizi."
"Teşekkür ederim ancak sabahtan önce dışarı çıkmayacağım."
"İhtiyacınız olursa buradayım efendim."
"Tamam, teşekkürler." diyerek kapıyı kapattı Asya.
Günün sürprizleri hiç bitmeyecekmiş gibiydi. Evde çalışan bir kadın, dışarıda bekleyen bir şoför ve araba. İnanamaz gözlerle başını sallayarak mutfağa geçti. Kader Hanım'ın hazırladığı yemekten bir tabağa alarak ağır ağır yedi. Mutfakta işi bitikten sonra salona geçti. Kocaman devasa televizyon, oturduğunda içine gömülecek hissi veren geniş koltuklar, bütün zarafetiyle bir köşede duran yemek masası ve en önemlisi bir köşede içinde ateşlerin yanmasını bekleyen büyük mermer şömine. Bütün bunlara ilk kez dikkatle baktığını hissederek gülümsedi. Burası onun eviydi artık.
"Geçici bir süre de olsa evim." diye mırıldandı.
Tıpkı hayallerindeki gibiydi bu ev. Büyük ama sıcak, geniş ama rahat. Aydınlık... Yağmuru doyasıya izleyebileceği kocaman, geniş camlar... Güneşin ışık huzmelerinin rahatça içinden sızabileceği beyaz perdeler... Bütün bunlar onundu işte. Kendini buraya ait hissedemeyecekti, biliyordu. Hep tedirgin olacaktı bir tarafı. Bu yüzden bağlanmayacaktı hiçbir şeye ve hiçbir eşyaya. Buradan giderken şu kapıdan çıktığı anda unutacaktı her şeyi. Her şeyi ve herkesi.
Yutkunarak yerinden doğruldu. Büyük pencereye yaklaşıp karanlığı izlemeye koyuldu dalgın bir şekilde.
"Onun gözleri kadar karanlık." diye bir mırıltı döküldü güzel dudaklarından. Konuştuğunun farkında değil gibiydi sanki. Çakan bir şimşekle irkilerek kendine geldi ve toparlandı. Saate baktı. Oldukça geç olmuştu ve o gelmemişti. Bunun iyi mi kötü mü olduğuna karar veremiyor gibi kaşlarını çattı. Bir şeylerle oyalanmaya ihtiyacı vardı ve o da kahve içerken kitap okumanın iyi bir fikir olduğunu düşünerek mutfağa geçti. İçinde garip bir huzur, güven duygusu hissettiğinde gülümsedi. Defalarca oturduğu yerde şekil değiştirdi, uzandığı kanepeden saatine bakarken gözleri kapanmak üzereydi neredeyse. Kalkıp odasına gitmesi gerektiğini biliyordu ama gülümseyerek ince battaniyeyi daha çok üzerine çekti. Yalnızlığın, güvende hissetmenin ve huzurun tadını çıkarmanın ne zararı vardı ki. Gözü kanepenin karşısındaki büyük şömineye takıldığında içinden hayıflandı. Teknolojinin verdiği bütün sistemler kocaman evi sımsıcak tutmaya yetiyordu ama o şöminenin kenarında ateşi izleyerek uyumayı hayal etti yine de.
"Hayal kurmayı bırakıp gerçekleri de anımsasan iyi edersin Asya." diye mırıldandı uykulu bir sesle.
Burası hiçbir zaman onun gerçek yuvası olmayacaktı. O şömine, dışarıdaki bahçe onun evinin bir parçası değildi. O sadece kenar süsüydü bu evin. Tek gerçek buydu.
Gözleri kapanmak üzereyken birden yerinden fırlayıp oturdu. Burada uyuyup kalmayı düşünemezdi, düşünmemeliydi de. O geldiğinde burada olmak isteyeceği en son şeydi. Hem karşılaşsalar bile ona ne söyleyeceğini, nasıl hitap edeceğini bile bilmiyordu henüz.
Dizlerini karnına çekip çenesini dayadı. Ondan hem korkuyor hem de garip bir şekilde ona güveniyordu. İçinde ne olduğunu bilmediği bir sürü duyguyu aynı anda hissedip bütün bunlara bir cevap bulamamak, elindeki tek şeye o korkuya sarılıp durmak ruhunu yoruyordu.
Kocasını sürekli düşünmekten, ona karşı nasıl davranacağını bilememekten, adamın heybetinden, karanlık gözlerinden bir şeyler çıkarmaya çalışmaktan, ne tür bir oyunun içinde olduğunu anlayamamaktan ve bu oyunda ne kadar ileriye gidileceğini bir türlü öğrenememekten dolayı endişeleniyordu işte.
Yanındaki battaniyeyi toparlayıp boş kahve fincanını eline aldı ve mutfağa bıraktı. Ağır adımlarla odasına çıkarken dışarıda duyduğu araba sesiyle irkildi.
"Geldi." diye fısıldadı sıkıntıyla.
Adımlarını hızlandırarak hemen odasına çıkıp kapıyı kapattı. Elleri titriyor, içindeki endişe giderek büyürken nefes almakta zorlanıyordu. Aceleyle yatağa girip hemen ışıklarını kapattı. Mümkün olduğu kadar az karşılaşmaları ikisinin de daha rahat hareket etmesini sağlayabilirdi belki de. Nasılsa bu evi mecburen paylaşacaklardı. Hem onu görmekten pek hoşlanır gibi de görünmemişti hiç. Durduk yere tepkisini ve öfkesini çekmemek en iyisiydi öyleyse. Huzursuz bir uykuya dalarken kulağı dışarıdan gelecek olan ağır ayak seslerindeydi. O ayak seslerini duymak için beklerken göz kapakları ağırlaştı. O sesi duyamadan uyumuştu.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Sen Giderken...
RomanceSanki ben camdan bir vazoyum da birileri üzerimden tüm örtülerimi sıyırmış...açıkta kalmışımda ufacık bir sarsıntıda düşüp kırılacakmış gibi. Benim bıraktığım her şey bir başkasına yuva olmak için hazır artık.