...2...

10.9K 657 12
                                    

                                 
Asya yorgunluktan çöken gözlerine bakmadan aceleyle hazırlanırken aklında sadece o gün gireceği sınav vardı. Şu an bu sınava yetişmek ve iyi bir sonuç almak en büyük sorunuydu. Bütün hayatı sanki bu sınava bağlıymış gibi deliler gibi çalışmıştı. İş yerine götürdüğü notları her boş anında okunmak için onu beklemişlerdi bir köşede ve şimdi beklenen gün gelip çatmıştı işte.
Üzerini giyerken bir ara dışarıya göz attı. Hava berbattı, sanki gökyüzü delinmiş gibi yağan yağmuru görünce daha da acele etmeye başladı.
"Tanrı'm lütfen bugün bir aksilik olmasın. Lütfen her zaman olduğu gibi yanımda ol yine." diye mırıldandı.
Küçük biçimli dudaklarını belli belirsiz bir rujla renklendirdi. Uzun, koyu kumral, dalgalı saçlarını tepesinde topladı. Gözlerinin rengindeki atkısını incecik boynuna dolayıp kalın montunu geçirdi üzerine. Çantasını kapıp koşar adımlarla kendini dışarı atarken bir yandan da dua etmeye devam ediyordu. Çıkış kapısının önünde durup bir an için yağan yağmura baktı çaresizce.
"Yetişeceğim, hiçbir aksilik olmayacak." diyerek şemsiyesini açtı ve koşarak otobüs durağına ilerledi. Durağa geldiğinde elindeki şemsiyeye rağmen sırılsıklam olmuştu neredeyse.
Tam o sırada gelen otobüsü görünce sevinçten el çırpmamak için kendini zor tuttu. Islak yüzünde kocaman bir gülümsemeyle kendini otobüse attı. Birkaç saat sonra sınavdan çıktığında neşesinden eser kalmamıştı. Küçük ve güzel yüzü düşmüş, gözlerinde nemli pırıltılar uçuşuyordu.
Berbat geçmişti, berbattan da öte çok kötü geçmişti sınavı. Öylesine yorgundu ki daha ilk soruda çuvallamıştı. Bildiği her şey aklından uçup gitmiş, her soru ona azap gibi gelmişti. Kendini daha fazla tutamayarak kaldırım kenarındaki ıslak bir banka oturdu çökercesine. Boğazı acıyor, gözleri yanıyordu. Umutsuzca boğazından kopup gelen hıçkırığını tutamayarak ağlamaya başladı. Bir süre sonra gözyaşlarını silip ayağa kalktığında omuzları çökmüştü. Saatine baktı. İşe gitmesi gerekiyordu. Bir an arayıp yerine bugünlük birini bulmalarını söylemek geçti aklından. Bu, bugüne kadar hiç yapmadığı bir şeydi oysaki. Soğuktan ve ağlamaktan kızarmış burnunu çekti. Küçük, zarif elleriyle yüzünü silip derin bir nefes aldı.
"Bunu yapamam, işimi de kaybedemem." diye mırıldandı.
Yağmura aldırmadan bir süre yürüyerek kendini toparlamaya çalışmanın en iyisi olduğuna karar verdi. Parasını idareli kullanmak zorundaydı çünkü ilk fırsatta kendine ait bir eve taşınmak istiyordu. Kendine ait eşyalarının olacağı, küçük ve güzel bir yer arıyordu şimdilerde. Barda birlikte çalıştığı arkadaşlarıyla zaman zaman eski eşyalar satan yerlere bakıp, parasının yettiği parçaları alıp biriktiriyordu. Çok eğleniyordu böyle zamanlarda. Kendini gerçekten mutlu hissettiği, sevdiği zamanlardı onlar. Islak yüzündeki gülümsemeyle derin bir nefes aldı. Adımlarını hızlandırarak bir an önce iş yerine ulaşmak için araç bakmaya başladı.
"Ne yapalım, hayat devam ediyor yine de." diye mırıldandı.
Yol boyunca dalgın, yorgun ve üzgündü. Kendini ne kadar teselli ederse etsin gözyaşlarına engel olamıyordu. İki yıl olmuştu yetimhaneden ayrılalı ve henüz başarabildiği hiçbir şey yoktu. En çok buna üzülüyordu, en çok bu acıtıyordu canını. Özlemişti işte, bir daha dönemeyeceği o yuvayı özlemişti. Arkadaşlarını, ranzasını, basketbol potasını bile özlemişti. Çok yalnızdı, yalnızlık büyüdükçe kalbine saplanan bir diken gibiydi artık. Böyle zamanlarda bir işe sahip olduğu için mutlu hissediyordu kendini. Kendi parasını kazanıyor olmak tek tesellisiydi. Yine de başını sokacak bir yeri, para kazanacak bir işi vardı. Bütün iyimserliği ile gülümsedi. Hayat onun için bile güzel şeyler verebiliyordu işte.
İnmesi gereken durağa gelince koşar adımlarla çıktı otobüsten. Barın içine kendini atar atmaz gülümseyerek arkadaşlarına el salladı.
"Talebemiz de gelmiş. Sırılsıklam olmuşsun sen ufaklık. Çabuk üzerini değiş ve bize sınavı anlat bakalım." diyen patronuna üzgün gözlerle baktı.
"Bunu hiç konuşmasak."
"O kadar kötü mü?"
"Çok kötü hem de." diyerek giyinmek için arkaya geçti.
Bir süre sonra hep bir arada oturup sıcak kahvelerini içerken neler olduğunu anlatıyordu herkese.
"Her şeyi unuttum bir anda, bildiğim her şey gitti. Bu sınavı asla veremeyeceğim böyle giderse." derken gözleri dolmuştu bile.
Patronu Ahmet Bey uzanıp kolunu okşadı babacan bir tavırla.
"Benim de iki kızım var ve keşke onlar da senin kadar çalışıp sınavdan çaksalar. En azından denediler derdim ama üzülme. Bu tek hakkın değil nasılsa bir sonrakinde verirsin. Artık ağlama. Müşteriler gelmek üzere ve bu halde insanların karşısına çıkmana izin veremem. Hadi bakalım iş başına." diyerek doğruldu.
Asya yorgun gözlerle ve kararlı adımlarla barın arkasına geçti. Barın müdavimleri yavaş yavaş gelmeye başlamışlardı. Yüksek sesle müzik çalmayan, genellikle insanların daha çok sohbet edebildiği, özel bir yerdi burası. Çoğunlukla çiftler geliyordu. Mutlu, gülümseyen yüzler oluyordu masalarda ve iş çıkışı bir yorgunluk içkisi alan iş adamları. Her gün masadaki mumlar değişiyordu. Topladıkları yarısı yanmış mumları atmıyor, biriktiriyordu. Bir gün onları kendi evinde kullanmak için saklıyordu Asya. Kendi düşüncelerine ve hayallerine o kadar dalmıştı ki yanına yaklaşan arkadaşının sesi ile irkildi bir süre sonra.
"Bu kadar üzgün durma. Senin kadar çalışan biri mutlaka üstesinden gelecektir. Hem müşteriler gülümseyen yüzünü görmek isterler, bu yüzden somurtmayı kesmelisin Asya."
"Deniyorum. Yenilgi kolay atlatılmıyor işte ama atlatacağım. "
"Başaracaksın da zaten ama önce servisi başarıyla tamamlaman lazım. Fırla... Masalar seni bekliyor, ben barı idare ederim."
Asya nemli gözlerindeki yaşları sildi eliyle. Titrek bir gülümsemeyle küçük defterini ve kalemini alıp derin bir nefes aldı.
"Evet, iş beklemez değil mi?"
Kayarcasına geçti barın ön tarafına. İlk masaya yaklaşırken yüzünde taptaze gülümsemesi hazırdı bile. Saatler geçtikçe yorgunluğu da iyice ortaya çıkmaya başlamıştı. Bütün eklemlerinin ağrıdığını hissediyordu ama bu geceyi tamamlamaya da kararlıydı. Gece yarısına doğru boş masalardan birine yerleşen Yalçın Doğan'ı görünce gülümseyerek ona doğru yaklaştı.
"Geç kaldınız." diyerek defterinde yeni bir sayfa açtı.
Yalçın neşeyle baktı yüzüne.
"Yoklama aldığını bilseydim daha erken gelirdim küçük kıta. Ne bu suratın? Hiç iyi görünmüyorsun."
"Berbat bir gün geçirdim ama iyiyim şimdi. Her zamankinden mi?"
"Evet."
Asya koşar adımlarla bara gidip siparişi verdi. Konuşabildiği, görmekten mutlu olduğu bir yüzü görmek ona da iyi gelmişti. Masaya geri döndüğünde Yalçın Bey ve patronunun sohbet ettiğini görünce duraksadı. Bardağı masaya bırakıp hızla dönerken Ahmet Bey'in sesiyle durdu.
"Asya, işin bitince Yalçın Bey seninle bir şey konuşmak istiyor. İşini bitir ve gel."
"Şimdi mi, ne konuşacağız?"
Yalçın gülümseyerek ona baktı.
"Ödün kopmuş gibi durma orada, bir şey soracağım sadece."
"Peki, geliyorum birazdan."
Asya yüreği ağzında bara koştu. Nedensiz bir telaşa kapılmış gibiydi. Eli ayağı birbirine karışmış, korkuya kapılmıştı. Biraz oyalandıktan sonra soluklanıp masaya doğru yürüdü. Yalçın'ın kendine gösterdiği yere oturdu. Merak ve endişe ile bakıyordu adamın yüzüne.
"Ne oldu, yanlış bir şey mi yaptım?" diye mırıldandı titrek bir sesle.
"Hayır, yanlış bir şey yok Asya. Çok kötü görünüyorsun, hasta gibisin. Biraz ilgiye ihtiyacın var diye düşünüyorum ve bunu patronuna da söyledim."
Asya üzüntü ve korkuyla etrafına baktı.
"Keşke söylemeseydiniz Yalçın Bey. Ben işimi seviyorum, kaybetmek istemem bu yüzden. Bu aralar sınavlardan dolayı uykusuz kaldım sadece. Onun dışında iyiyim ben gerçekten."
"Asya sana başka bir iş ayarlayabilirim. Daha rahat edebileceğin bir iş."
"Hayır, istemiyorum. Burayı seviyorum, alıştım buraya. Teşekkür ederim."
"Tamam, nasıl istersen. Neler yapıyorsun bunun dışında? Bir erkek arkadaşın var mı?"
"Neyim var mı?" diye sordu şaşkınlıkla Asya.
"Erkek arkadaşın, çıktığın biri?"
Asya konuşmanın gittiği yönden hoşlanmayarak ayağa kalktı aniden.
"Böyle bir şey yok ama erkek arkadaş edinmek için zamanım da yok Yalçın Bey. Düşünecek başka şeylerim var çünkü."
"Kızma hemen, kötü bir niyetle sormadım. Tanrı aşkına kızım olacak yaştasın neredeyse. Lütfen otur, niyetim seni baştan çıkarmak değil."
Asya tereddütle yerine oturdu. Soru dolu gözlerini karşısındaki adama dikti.
"Neden bu konuşmayı yapıyoruz Yalçın Bey, bir nedeni var mı?"
"Bir nedeni var Asya ancak henüz sana bunu açıklayamam. Tüm nedenlerin dışında senin iyi olmanı gerçekten istiyorum. Buna inanabilir misin?"
"Başka bir şey yoksa gidebilir miyim?"
"Asya, yüzüme bak lütfen. Benden korkma. Bir süre buraya uğrayamayacağım ancak döndüğümde seninle konuşmak istediğim şeyler var. Seni arayacağım ancak konuşmak için burada değil dışarıda buluşmamız gerekecek. Bunun için bana söz verir misin, bana güvenebilir misin?"
"Ben ne diyeceğimi bilmiyorum Yalçın Bey, çok gizemli bir haliniz var..."
"Sadece bana söz ver, seni aradığımda konuşmak için ve buradan dışarı çıkmak için. Anlaştık mı?"
"Peki."
"Ayrıca buna gerek kalmayabilir de. Yani konuşacağımız şeye. O zaman da sana güzel bir yemek ısmarlarım tamam mı?"
"Olur, o zaman şimdi gideyim ben. Görüşmek üzere Yalçın Bey."
"Görüşeceğiz Asya, kendine iyi bak küçük kıta."
"Yalçın Bey siz çok uzağa mı gideceksiniz?"
"Hayır küçüğüm, yakınlarda olacağım ama buraya uğrayacak zamanım olmayacak bir süre. Yurt için endişelenme, her şey halledildi."
"Ben, teşekkür ederim ama siz yine de çok uzaklara gitmeyin olur mu? Tanıdığım tek insan sizsiniz çünkü." diye fısıldadı Asya.
O uzaklaşırken Yalçın yürek burkan o son cümlelerin etkisiyle sarsılmıştı. İçinden kendine yeniden lanet etti. Neredeyse yapmaya çalıştığı şey yüzünden kendinden nefret etmek üzereydi. Hatta Kuzey bu teklifi kabul etmediği için neredeyse içi rahatlamıştı. Bu solgun çiçeği daha da soldurmaktan başka bir işe yaramayacaktı Kuzey'in varlığı. Kadehindeki son yudumu dalgın gözlerle kafasına dikti.

Asya haftalık izin gününün sabahı erkenden kalktı. İki hafta önce girdiği sınavın etkilerini üzerinden atmış, kaldığı yerden derslerine yeniden asılmıştı ama bugün ne ders çalışacak ne de burada tıkılıp kalacaktı. Üzerini değiştirip dışarıya çıkmadan önce bugün için ayırdığı parayı cüzdanının ayrı bir yerine yerleştirdi. Havanın yağışlı olmasına aldırmadan dolaşmaya başladı kalabalık sokaklarda.
Bir süre sonra oturup kahvaltı edebileceği bir yer aradı gözleri. Kahvaltısını yaparken yetimhanede yaptıkları kahvaltılar geldi gözünün önüne, güçlükle yutkundu. O zamanlar bütün dünya o duvarların içindeymiş gibi hissederdi. Dışarıdaki her şey sanki başka bir dünyaya ait gibi gelirdi ona. Merak uyandıran, korkutan ama yine de illaki içine girmek istediği o dünyadaydı şimdi işte ama hiçbir şey umduğu gibi olmamıştı.
Issız bir salıncakta bıraktığı çocukluğuna rüzgar uğruyordu ara ara. Zamandan habersiz yalnızlığıyla öylece bir yerlerde oturuyordu çocukluğu. Yalnız... Sanki yalnızlığı yine ona miras bırakacağını bilerek.
"Ömrüm o salıncakta, yalnız başıma sallanarak geçecek." diye fısıldadı kendinin bile zor duyduğu bir sesle. Sevdiği insanlar olmasını ne kadar çok istediğini her fark ettiğinde sevecek kimsesinin olmadığını görmek nasıl da hâlâ incitiyordu onu.
"Oysa ne çok isterdim doya doya, rüzgârın bir yaprağa sarıldığı kadar sarılacak birinin olmasını."
Önündeki tabağı itti. Bir süre sonra kendini yeniden sokağa bıraktı.
"Bırakanın, bırakırken bıraktığı kimsesizlik zaman gibi" dedi kendine. "Kim kimi bıraktı, kim döndü gitti, kim yaktı bütün gemileri sırf ısıtmak için buz tutmuş kalbini." diye fısıldadı kalabalık sokaklara sesini kimsenin duyamayacağını bile bile.

Çok uzaklarda bir adam kısık, karanlık ve dalgın gözleriyle elindeki dosyayı masanın üzerine bıraktı.
"Asya Çelik..."diye mırıldandı sert bir şekilde.
Kızın fotoğrafları, hayatına ait bütün bilgiler, okulunun, çalıştığı ve kaldığı yerin adresi eksiksiz olarak dosyada yer alıyordu. Günlerce o dosyayı okumuş, neredeyse ezberlemişti her satırı. Yemyeşil bir çift göz dışında dikkat çeken hiçbir özelliği olmayan, kendinden oldukça küçük bu kızın fotoğraflarına bakmıştı uzun uzun. Bir karar vermek için her satırı yeniden okumuş, Yalçın'ın söylediği her şeyi yeniden tartmıştı kafasında. Bir karar vermesi gerektiğini biliyordu. Bunu bütün benliği ile reddetse de biliyordu. İstese de kaçamayacaktı ve artık kaçmaktan, geçmişin gölgeleri altında saklanmaktan yorulmuştu açıkçası.
Yerinden kalkıp ellerini cebine koyarak pencerenin yanında dikildi bir süre. Gözlerine, dışarıdaki orman kadar karanlık bir ifade yerleşmişti. Kendinden korktuğu kadar kimseden korkmuyordu uzun zamandır. Bütün korkularını kendi benliğinde hapsettiği gün, kalbini taşa çevirip vicdanını yok ettiği gün korkulacak kişi kendisi olmuştu. Bu yüzden kendini hapsettiği bu yalnızlıktan çıkmak istememişti. Bu yüzden pişmanlık duymayacağı kadar acımasız bir adama dönüşmüştü burada. Acı yok, pişmanlık yok. Sahip olduğu tek şey artık buydu. Madem bir oyun oynayacak ve iyi bir performans göstermesi gerekecekti o zaman izleyiciye en iyisini vermeliydi.
"Sen kazandın Yalçın." diye mırıldandı boğuk bir sesle.
Geri dönüp yeniden dosyayı eline aldı.
"Zavallı küçük kız... Neye bulaştığını asla bilemeyeceksin. Bakalım bu yangından sen ne kurtarabileceksin?" diyerek dosyayı kapattı.
Uzanıp telefonu eline aldı. Birkaç saniye sonra açılan telefona kararlı ve sert bir sesle cevap verdi.
"Umarım pişman olmazsın Yalçın. Bunu başlatan sensin ancak bu andan itibaren durduran sen olmayacaksın. Yarın burada ol."
Karşısındaki adamın cevabını duymadan telefonu kapattı.
"Yeniden görüşeceğiz sevgili üvey anneciğim. Kanlı bir savaşın iki tarafı olarak." diye mırıldandı. Yanında duran dosyayı eline alıp yanmakta olan şömineye doğru ilerledi. İçindeki her harfi ezberlediği dosyayı alevlerin arasına bıraktığında yüzünde garip bir gülümseme dolaştı.

Yalçın telefonu kapatıp yatağından doğruldu. Kalkıp mutfağa gitti ve bir bardak suyu nefes almadan içti.
"Sonunda." diye mırıldandı pürüzlü bir sesle. Ancak bunun bir bedeli olacağını da biliyordu. Kuzey, kolay teslim olmayan bir adamdı ve her şeyi olabildiğince zor bir hale sokacağı kesindi. Bir zamanlar tanıdığı o genç adamın yerinde yeller esiyordu. Acımasızlığı sınır tanımayacaktı, bundan emindi. Emin olduğu bir diğer şey de Asya'yı bu acımasızlıktan olabildiğince korumak olacaktı. O bu oyundaki en masum parçaydı çünkü. Daha iyi bir hayatı olmasını sağlarken zarar görmesini de engellemek zorundaydı. Bir süre sonra huzursuz bir uykuya daldı. Bu onun huzursuz uykularının başlangıcı olacak gecelerin ilkiydi.

Sen Giderken... Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin