Bir sonraki bölüm sezon finali arkadaşlar. Bana bol bol küfür edeceğinize eminim çünkü... Söylemek olmaz şimdi spoiler olmasın. :D
@magicinthesummer, özellikle de bu sevgili okuyucumun bana paragraflarca söveceğine eminim... :/
İyiokumalar! ^^
...
O an cesaretlenmem için bir şarkı dinlemem veya bir cesaret hapı yutmama falan gerek yoktu. Zaten kafayı sıyırmıştım. İnanın veya inanmayın, ben hassas bir insandım. Mesela annem soğan doğrarken elini kesse, kana baktığımda midem kalkardı. Bir de üstüne üstlük bütün bu yaşananlar... Uyuşturucuyla kafayı bulduktan sonra kaşıntı manyağı olup tüm derimi yüzmemi falan bir kenara bırakın. Adamın teki hiçbir tereddüt etmeden çivili sopayı adamın kafasına geçiriyor. Benim kafayı sıyırmamın bunun yanında az bile kalması gerekir.
Bunun yanında bir de kendimi küçük ve korkak gibi hissetmem vardı. Örneğin o karavanı satan adamın bize gıcık bir tavır sergilemesinden sonra Olivia'nın adama karşı çıkması, benim arkadan öylece izlemem gibi bir olay düşünmeme sebep oldu. Gerçekten de korkak biri miydim? Sanırım öyle... Ama yine de uyuşturucuyu, canımın istemesine rağmen kullanmamam ve Olivia'nın kullanması bana umut verdi. En azından irademe hakim olduğum zamanlar iyi şeyler becerebiliyordum.
Şu psikopatımsı filmlerdeki testereli katiller gibi kapıyı tekmeleyip içeriye girdikten sonra içimden bir ses "Aptal, ne yapıyorsun sen? Dışarı çık ve Hopkins'in yanında saklan!" diyordu. Ben de o sese susmasını söylüyordum. Ardından aklıma gelen akıllıca, ya da belki de en aptalca şeyi yaptım.
"Yüzünü göster ve ölümünle yüzleş!" diye bağırdım. Yarım dakikaya yakın bir süre için ortada hiçbir ses yoktu. En sonunda arkamdan yaklaşan sesleri duydum. Hiç düşünmeden arkamı dönüp, bir anlığına gördüm o adamın kolunu bıçakla sertçe sıyırttım. Adam geri çekilip kendine büyük bir yara almadan kurtuldu. Ardından o bir anlık oluşan nefsi müdafa hissinden kurtulup adama dikkatli bakınca Hopkins olduğunu anladım.
"Ne yapıyorsun sen?" dedi kolunu tutarken. Diğer eliyle de düşmemek için kapıya tutunuyordu. Bir an kendime gelip gerçekten de aptalca davrandığımı anladım.
"Silah sesi bu evden gelmedi mi?" diye sordum.
"Hay silahını senin..." dedi acı içinde.
Ben de ona bakıp yardım etmeye çalıştım. Tam onun kolundan tutup ayağa kaldırırken "Orada!" diye bağırarak beni evin dışına çekti. Ardından bir silah sesi duydum. Kapıya doğru ateşlendiği anlaşılıyordu. Kapının yanındaki pencerenin altına oturduk ve orayı siper olarak kullandık. Ben de bıçağımı kabına koyarak cebime soktum.
"Şimdi ne yapacağız?" diye sordum telaşla. "Olivia'yı arayıp benim evimden silahı almasını isteyebilir miyiz acaba?"
"Silahın canı cehenneme, adam bize ateş ediyor!" diye bağırdı ve elindeki pompalı tüfeğin mermi yuvasına altı tane mermi yerleştirdi. "Ne olursa olsun umrumda değil, plan çöpe gitti."
"Bu parmak izini kopyalamak için günlerce uğraştın ama?" dedim şaşırmış bir yüz ifadesiyle.
Düşünür gibi oldu bir an, sonra içinden küfürler yağdırdığı belli bir yüz ifadesi takındı suratına.
Bir dakikaya yakın bir süre silah sesi duymadık. Ayağa kalkmadan önce altında durduğumuz pencereden göz ucuyla adamın orada olup olmadığına baktım. Yoktu, böylece ayağa kalktım ve "Bir planım var." dedim.
"Ne yaparsan yap, beni öldürtme yeter. Ben burada bekliyorum." dedi. Söylediklerine aldırmadan kapının önüne geçtim.
"Herkes sen olduğunu sanıyor." diye bağırdım gülerek, söyledikilerimi ve söyleyeceklerimi ben de anlamıyordum aslında. Ama onun ilgisini çekip, benden cevaplar istemesine sebep olacak şeyler söylemem bana biraz zaman kazandırabilirdi.
Ve öyle de oldu, tavşan tuzağa düşüp arkasına saklandığı kanepeden çıktı. Silahını bana doğrultup "Ne?" dedi anlamamış bir yüz ifadesiyle.
"Senin peşindeler, o yaşlı adamı senin öldürdüğünden şüpheleniyorlar." dedim yine kafamda bir senaryo oluşturmaya çalışarak. "Aslında garip biliyor musun? Birden şüpheli olman. Ortada hiçbir sebep yoktu. Ama şebekeden bir arkadaşın kendi hayatını parmaklıklar ardında geçirmek istemediğinden suçu sana attı. Zaten aranıyordun, polis bunu mantıklı bulurdu değil mi?"
"Neyden bahsediyorsun sen, ne yaşlı adamı?" dedi ve kapının dışına baktı. "O adamı mı diyorsun?"
Söylediklerime devam ederken yürümeye devam ediyordum, ona fark ettirmeden ona yaklaşıyordum aslında. "Hayır seni aptal herif, o yaşlı adamı tanımıyorsun." dedim. "Daha dün akşam oldu bu, görev arkadaşın seni sattı. Sizin şebekede sürekli olan bir şey mi bu yoksa? Ya da şöyle mi sorayım... Kanun kaçakları arasında onur gibi bir kavram var mıdır?"
"Hala neyden bahsettiğini anlamıyorum." dedi. Silahı hala bana doğrultmasına rağmen planımın iyi işlediğini biliyordum. Çünkü yüz hali gittikçe korkuyla kaplanıyordu.
"Uzun lafın kısası, kaçacak yerin yok." dedim, o sırada öyle bir yüz ifadesi takındım ki adama 'olduğun yerde kal, silahını yere bırak' desem yapacaktı. Ama bunun yerine daha iyi bir planım vardı.
"Huh, şu madalyaya bir bakar mısın?" dedim adamın arkasındaki, aslında boş olan duvara bakarken. "İşte bunlar onurdur dostum. Sizinkiler ise sadece bir... Amaçsızlık."
Adam silahı bana doğrultmaya devam ederken hızlıca arkasına baktı. Belki iki saniye sürmüştü bu. Ama yine de aklımdaki planı uygulamam için yeterliydi. Yanımdaki kül tabağındaki bir izmariti alarak bana doğrultmakta olduğu tüfeğin içine koydum. Bunu yaptığımı ne gördü, ne de hissetti.
"Orada madalyon falan yok." dedi akıl karışıklığı seviyesi daha da artarken.
"Özür dilerim." dedim gülerken. "Ne kadar aptal olduğunu ölçmem gerekiyordu da. Bağışla beni."
"Yeter!" diye bağırdı. "Neler olduğunu hemen anlat bana, yoksa vururum seni!"
"Ah, vuracağını sanmıyorum. Sende o cesaret yok canım." dedim dalga geçer bir ifadeyle.
"Ya öyle mi?" dedi gülerek. "Bunu göreceğiz."
"Senin için bunu kolaylaştırmamı ister misin?" diye sorarak cebimden bıçağımı çıkardım ve ona doğrulttum.
"Daha önce insan öldürdüm bunu gerçekten yapacağıma inanman..." dedi ve sözünü kestim.
"İnanıp inanmamak neyi değiştirecek, zaten beni öldürmek için gelmemiş miydin sen?" dedim ikna eder gözlerle ona bakarak.
Ardından cesaret ederek bir adım attım. Adam tetiği yokladı ve...
Bum!
İçine izmarit sıkıştırılmış bir tüfek ateşlendiğinde çıkardığı ses otuz santimden fazla yakındakileri sağır eder, bir metre yakındakilerin de bir süre kulak ağrısı çekmesine sebep olurdu. Şükürler olsun o silah ateşlendiği sırada yaklaşık - kendi göz kararı ölçümüle, iki metre kadar uzaktaydım.
Adam bir an oluşan o patlamanın sesinden dolayı bayılmıştı. "Bölge temiz, gelebilirsin!" diye bağırdım Bay Hopkins'e. Oturduğu yerden kalkarak odaya girdi.
"Sen... Nasıl yaptın bunu?" diye sordu.
Gülümseyerek "Silahı doğrultan kişi olmak, üstünlüğün sende olduğunu göstermez her zaman." dedim. "Ve en güçlünün hayatta kalması diye bir şey yok. Artık oyunun kuralları değişti. Artık en kurnazları hayatta kalıyor."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayalperest (Dreamer)
Teen FictionTüm insanlar hayalperesttir. Tabi sadece çocukken. Çocukken herkes süper kahraman olmak ister, değil mi? Sonra bazıları astronot veya bilim adamı gibi hayallere kapılırlar. Sonrasında ise büyüdükçe bu hayaller avukatlık, mühendislik gibi basit hayal...