Telefonu açtığı anda "Hemen geri dönün." diye bağırdım nefes nefese. Endişelenmişti. Neler olduğunu sorduğunda ise telefonu kapattım. Ona Marty'nin burada olduğunu söyleyemezdim değil mi? Dalga geçtiğimi düşünürdü ve gelmezdi. Ama gelmesi gerekiyordu.
Telefonu kapattıktan sonra Marty'ye nasıl sahte ölüm hazırladıklarını sordum. Bana tek bir kelimelik cevap yetti. "Dublör." dedi. Biraz profesyonel makyaj ve saç boyasıyla ona zaten benzeyen bir çocuğu tam bir Marty'nin ikizi yapmaları mümkündü.
Anlattığına göre Marty atıştırmalık bir şeyler almak için markete gitmiş. O sırada onu kaçırmışlar. Ve o kullandıkları dublör çocuğu zehirleyip, tam da bahçenin önüne bırakmışlar. Herkes bunun kanserden olduğunu düşünmeliydi, bu yüzden bunun otopsi testlerinde zor tespit edilmesi için en profesyonel yardımı almışlar. Biz hariç herkes bunun kanserden olduğunu düşünmüş tabi. Ki aslında bir bakıma da kansermiş. Kullandıkları dublör çocuğu zehirledikten sonra o zehir, ciğerlerine hızlandırılmış bir kanser etkisi yaratmış. Birkaç dakika içinde yere yığılıp ölmüş. Tanrım... Marty'nin ölmediğine mi sevineyim, yoksa onun yerine toprağın altında yatan çocuğa mı üzüleyim ben şimdi?
Şebeke gerçekten de dikkatliydi. Bizi öldürmesi için birini yollamış ve başarısız olmuşlardı. Bu olaydan sonra da bizi öldürmesi için Marty'yi kaçırıp eğitmişlerdi. Gerçekten de kurnazcaydı. Ama Marty bunu yapamayacaktı elbette. Kararını çoktan vermişti. Silahı yere bırakmıştı çünkü.
Kapı çalmasıyla irkilip yerimden sıçradım. Topallayarak yavaş yavaş kapıya doğru yöneldim. Tokmağı çevirip kapıyı araldıktan sonra o aralıktan bakarak "Hey Olivia." dedim.
"Neler oluyor?" diye sordu nefes nefese.
O aralığı kendimin çıkabileceği kadar daha açtıktan sonra evden çıkıp kapının önünde durdum. Girmelerini engelliyordum. "Önce bir şey sormak istiyorum ve bana doğruları söyleyeceksin." dedim. O sırada ayağımı fark etti, sorular sormaya başlamadan önce kendi sorumu sordum. "Bana doğruyu söyle Olivia. Bana herhangi bir uyku hapı veya hayal görmeme sebep olacak bir şey verdin mi?"
"Ne?" dedi gözlerini kısarak, ardından ayağıma baktı. "Dur tahmin edeyim. Tekrar uyurgezer oldun ve şu işkence ettiğin adamı gördün. Bir şekilde silahı bulup kendi ayağına ateş ettin. Doğru mu?"
"Hayır." dedim yere bakarak. "Tom nerede?"
"Gelmemesini söyledim, neden?" diye sordu.
"Daha iyi." dedim rahatlayarak. "Şimdi... Kafayı sıyırmak üzereyim. Ve eğer benim gördüklerimi sen de görüyorsan, bu muhtemelen kafayı sıyırmadığımı gösterir."
"Neyi, ayağını mı?" diye sordu gülerek.
Gözlerimi kapatarak derin bir iç geçirdim ve kapıyı açtım. İçeriye baktığında yüzünde oluşan ifade, köpek balığı görmüş küçük bir balığın ifadesi gibiydi. Yanımdan geçerek içeri girdi ve yerde oturup ona bakmakta olan Marty'ye bir göz gezdirdi.
"Sen..." diyebildi sadece.
Marty ise gözlerini kapatarak ayağa kalktı ve "Sizi öldürmem gerektiğini söylediler ama merak etmeyin. Böyle bir şey yapmayacağım." dedi hıçkırığını tutmaya çalışarak.
Olivia ise hala şaşkınlıkla ona bakmaya devam ediyordu, ardından bana bakarak "Bu ne?" diyebildi. Tepkisi bu muydu yani? 'Bu ne' diye tepki mi olur...
"Ya hayal ürünümün bir eseri, ya da kanlı canlı Marty." dedim ben de.
"Biri seni... Sen, biri sen... Sen, ölmüştün. Sen, nasıl... Sen... Gerçek... Ölü, ölmüştü o. Ölü... Kanlı... Canlı?"
O anki şaşkınlığını tahmin edebiliyordum. Cümle kurma mekanizması bozulmuştu elbette. Marty ise başını yukarı kaldırarak "Peter benim gerçek olduğuma inanmadı." dedi. "Sen de böyle mi yapacaksın?"
O an Olivia'nın içinden geçenleri anlayabiliyordum. Ağzının neden açık olduğunu, neden cümle kuramadığını. Kendisi de uyuşturucu kullandığını falan düşünüyordu herhalde. Çünkü birkaç dakika öncesine kadar ben de öyle düşünüyordum. Ama... Bu gerçekti!
Tek yaptığı şey dizlerinin üstüne çöküp ona sarılmak oldu. Öyle sıkıca sarılıyordu ki, birbirlerinin nefeslerini kesecek derecedeydi. Olivia'yı ilk kez mutluluktan ağlarken görüyordum. Tamam itiraf ediyorum, fark ettirmeden ben de birkaç göz yaşı dökmüştüm. Ama bu Marty sonuçta. Onun için göz yaşı dökmeyeceksek, kimin için dökeceğiz ki?
On dakikaya yakın konuştuktan sonra Olivia'ya da bana anlattıklarını anlattı Marty. Ve bu sırada ayağım kanamaya devam ediyordu ancak ben de hala olayın şokunda olduğum için bunun farkında bile değildim. Zemin kan dolmuştu.
Marty tuvalete gideceğini söyledikten sonra yalnız kalmıştık. "Şimdi birkaç teorim var." dedi. "Ya ikimiz de aynı uyuşturucunun etkisindeyiz ve aynı hayali şeyi görüyoruz. Ya da ben uyuşturucu etkisindeyim ve sen de benim hayal ürünümsün. Veya bunlar hepsi gerç..."
Sözünü keserek "Şuan ayağımın acısı epey gerçek geliyor bana." dedim sahte bir gülüşle.
"Bunu Marty mi yaptı?" diye sordu.
Başımı yere eğip "Ailesinin öldüğünü söyleyince bir yerden öfkesini çıkartması gerekiyordu." dedim.
Şu 'ufaklık' meselesine değinmek istiyorum öncelikle. Genelde bu tarz lakaplara 5-6 yaşındaki çocuklar alınırdı. 10 yaşında bir çocuk için pek de alınılacak bir şey değildi bu. Ama o da benim gibi büyüyemeyen bir çocuktu herhalde. Hep hayal dünyasıyla baş başa, sürekli hayal kuran bir neşe kaynağıydı. Bu yüzden öbür yaşıtları çoktan meslek hayallerini kurmaya başlarken o hala oyuncaklarıyla oynuyor ve hayaller kuruyordu. Belki de onu bu kadar samimi yapan şey buydu.
Ve benim gibi kahraman olma takıntıları vardı. Örneğin, kanser olduğunu biliyordu ama bu onu sert, soğuk kanlı birine dönüştürmedi. Gerçi o yaştaki çocuğa böyle bir etkisi olmazdı pek. Ama yine de kanserini umursamamıştı. Yine de bu kaçırılma olayından sonra şebekedeki adamların "Bunu yapmazsan ailene zarar vereceğiz" demesi onu umursamaz biri yapmıştı. Daha birkaç hafta önce 'ufaklık' sözüne sinirlenen bir kişi, nasıl olur da silah kullanabilir ki? Ailesinin öldüğünü söyleyince de... Eh, gerisini biliyorsunuz zaten.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayalperest (Dreamer)
Ficção AdolescenteTüm insanlar hayalperesttir. Tabi sadece çocukken. Çocukken herkes süper kahraman olmak ister, değil mi? Sonra bazıları astronot veya bilim adamı gibi hayallere kapılırlar. Sonrasında ise büyüdükçe bu hayaller avukatlık, mühendislik gibi basit hayal...