Bölüm 3 : Cips koleksiyonu

2K 144 30
                                    

Dünyanın yaratılışını düşünün. Daha ilk insanlar yaratıldığında, veya evrimleştiğinde - her neye inanıyorsanız, o zamanlar yasa denilen bir şey yoktu. Yine de yaşama mücadelesi denilen bir şey vardı. Güçlü olan hayatta kalır, zayıf olan ise ezilirdi. Nedense sorulduğunda bu hep "insanların ilk zamanlarındaki" davranışlarında diye söylerler.

Ancak şuan içinde bulunduğumuz duruma bir göz atarsak, hala da böyle değil mi? İçinde yaşadığım ülke güçlü adam rolünü oynuyor, zayıf olan Afrika ülkeleri ise ezilen tarafta. Benim teorim şu ki; savaşmak, yok etmek, hayatta kalmak için dövüşmek ve güç gösterisi yapmak konusunda hayvanlara bin basıyoruz. Bir süper kahraman olma hayali kuran ben ise buna son verecektim, güya...

Olivia'yla aramızdaki şeyde ise ben Afrika gibiydim, kız olmasına rağmen ezen taraf oydu. Ben inatçılığımı kullanarak savunmaya çalışıyordum kendimi. Ancak onun söz geçirme konusunda özel bir yeteneği vardı, ikna etmek değil de... En korkusuz insanın bile aklına "Onun dediğini yapmazsam işim biter" dedirten bir özellik, kısacası bana ters baktığında bile altıma edecek kadar korkuyordum.

Tüm bunları düşünürken Olivia'nın "Geldik." demesiyle irkildim ve gerçek dünyaya döndüm.

Bahçeli bir eve girmiştik, ev müstakil, tek katlı bir evdi. Bahçesi epey geniş, içinde en büyük köpeğe göre bile acayip şekilde büyük gelecek olan bir kulübe vardı. Öyle ki, içine ben bile sığabilirdim. Böyle büyük bir bahçede nasıl havuz olmaz merak etmiştim. Ama yaklaşık 20-25 metre önümde uzanan ağaç ev bu merakımı bir anda uçurup götürdü.

Ağaç evin girişi alttan yukarıya doğru bir ip merdivenle uzanıyordu. Mordor'a giden yoldaki basamaklara benzettim çünkü aklıma ilk o gelmişti. İkimizi de taşıyacağına hiçbir şüphem yoktu. İçinde neler olduğunu hayal ettim, Olivia gibi biri eğer Tolkien takıntılı biriyse, muhtemelen tüm koleksiyonlarını bu ağaç evde saklıyordur diye düşündüm.

Ailesi evde yoktu sanırım, eve hiç uğramadan direk ağaç eve yöneldi ve merdivenleri tırmanarak ağaç eve girdi. Ben ise ipten merdivenin altında tereddüt eder bir şekilde bekledim. Bir süre sonra kafasını o kare açıklıktan uzatıp "Geliyor musun yoksa vinç çağırayım mı?" diye sordu.

"Sabırsızlığın seviye atlamış halisin Olivia..." dedim elimi merdivenin 3. basamağına koyarak. Ayağımı ilk basamağa koyduğumda ise elini uzattı. Elini tutmadım, korktuğumu ve yardıma ihtiyacım olduğunu düşünmesini istemiyordum. Kendi kendime merdivenleri çıktığımda Olivia hemen ilk sorusunu yöneltti.

"Nasıl buldun, güzel mi?"

Etrafa bakındım. Tek bir koleksiyon bile yoktu. Aslında, bir film posteri dışında Yüzüklerin Efendisi ile ilgili hiçbir şey yoktu. Garip bir ifadeyle bakıp "Beklediğimden çok daha farklı." dedim.

Ağaca uzanan bir kablo, priz falan görmemiştim, ama ağacın içinde televizyon vardı. Onun dışında radyo, küçük bir kitaplık rafı gibi sıradan bir ağaç evde bulunan şeyler vardı. Ama en sevdiğim yanı ise, kız resmen cips fabrikası soyup hepsini ağaç eve taşımış gibiydi. İnanın bana, orada en az otuz tane cips paketi görmüştüm.

"Ne bekliyordun ki?" diye sordu ben cips paketlerine ağzım sulana sulana bakarken.

"Şey, ben, ııı..." dedim biraz duraklayarak. "Etrafta hep Tolkien'la ilgili şeyler olur diye düşünmüştüm. Film posteri biraz fazla basit kaçmış."

"Sadeliği severim." dedi en köşeye geçip kitap raflarını karıştırırken.

Kafamı "anladım" anlamında salladıktan sonra "Ailen evde değil mi?" diye sordum.

Uzaklara bakar gibi önüne bakarak "Hayır." dedi çıkıp çıkmadığı belli olmayan bir ses tonuyla. Bu konuda konuşmak istemiyor gibiydi, ben de cips paketlerini karıştırdım biraz. Ekstra acılı vardı, en sevdiğim onu almak için elimi uzattığımda çıkan hışırtıyla birlikte Olivia'nın arkasına dönmesi bir oldu.

"Sana cipslerimi paylaşacağımı söylediğimi hatırlamıyorum." dedi kızgın bir ifadeyle bakarak.

"Görünüşe göre birisi ailelerin verdiği 'paylaşmak' dersini ekmiş ha?" dedim gülerek.

O ise sinirden ağzını büzerek "Şu... Şu aile mevzusundan bahsetmesek?" diye sordu.

Garip bir ifadeyle bakıp "Pekala." diyebildim.

"Ciplserime dokunma." dedi ve merdivenden aşağıya indi. O açıklıktan bakıp "Hey nereye gidiyorsun?" diye sordum ancak görüş alanımdan kaybolmuştu. Aşağıya inmek için ise çok üşengeçtim.

Öylece bekledim ben de, ama bu bekleyiş uzun sürmedi. Yaklaşık üç dakika sonra o açıklıktan fırlatılan, benden büyük bir torbayla irkildim. Onun ardından da Olivia geldi.

"Bunlar senin, hepsi de acılı. Sadece... Benimkilere dokunma. Kendi paketlerinden yiyebilirsin. Ama benimkilere..."

Sözünü keserek "Tamam tamam!" diye bağırdım. "Ne değerli cipslerin varmış, koleksiyon mudur nedir. Her neyse, tamam, o zaman anlaşalım. Ben senin cips paketlerine dokunmayacağım, sen de bir daha hiçbir şey söylemeden, haber vermeden ortadan kaybolmayacaksın."

Gülerek karşılık verdi, sonra gözlerini bana dikerek "Neden bensiz dayanamıyor musun?" diye sordu.

"Bir misafirliğie gittiğimde ev sahibi evden ayrılsa garip hissetmez misin?" diye sordum ciddi bir ifadeyle.

"Haklısın." dedi. "Tamam, bundan sonra haber vermeden gitmek yok."

Elimi uzatarak "Anlaştık." dedim. O da uzattığım elimi sıktı. O an kendimi bir sözleşme imzalamış iş adamı gibi hissettim.

Hayalperest (Dreamer) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin