Ev cesetlerden temizlendinmişti. Etrafa da "girilemez" tarzı polis tarafından çekilen bir karantina(?) falan yoktu. Evin içine girmeyi istemiştim. Çünkü şu yazarlık konusunun tekrardan açılmasını istemiyordum. Bende bir yazar kapasitesi yoktu.
Birlikte kapısı hala açık olan eve girdik. Ki kapısının hala açık olması biraz garipti. Neyse işte, içeri girdiğimizde Olivia kendisi direk kanepeye atıp bana baktı. Ayaklarını kanepenin kollarına uzattıktan sonra bana ikna edici bir ifadeyle bakıp "Sevişelim mi?" diye sordu.
Donuk bir ifadeyle "Hayır." dedim. Gülerek uzandığı yerde kalkarak kanepeye oturdu.
"Kusura bakma." dedi. "Aklımı meşgul tutmaya çalışıyorum da."
"Önemli değ..." diyecekken uzun zamandır yapamadığı şeyi yaptı. Sözümü kesti!
"Seni de kaybedemem Peter." dedi kafasını kanepeye yaslayarak. "Ailem gitti, doğmamış kardeşim gitti, sonrasında kardeşim gibi gördüğüm insan da gitti. Şimdi de bu... Hayatımda senden başka bir şeyim kalmadı."
Bu dramatik ortamı dağıtmak için "Hey, senin bir cips koleksiyonun var?" dedim ve güldüm. O da güldü. Bir şey söylemedi. Ben de ayağa kalkarak etrafa bakınmaya başladım.
İki katlı ama küçük bir evdi. Kapıdan girdiğinizde sağ tarafta bir salon, önünüzde ise bir koridor görürsünüz. Koridorun sonunda da klasik tahta renginde bir merdiven vardı. Merdivenin başladığı yerin sağında mutfak, onun ilerisinde ise banyo vardı. 2. kata çıktığımda bir çocuk odası gördüm. Bir tane daha oda vardı, bir de banyo.
Marty'nin odasına girdim. Ufak, Örümcek Adam'lı bir yorganı vardı. Garip, çünkü benim de küçükken en sevdiğim süper kahraman oydu. Ama bu çocuğun Örümcek Adam tutkusu benden çok daha yoğundu. Duvarda en az 8 tane Örümcek Adam posteri vardı çünkü.
Sonra ise yatağının yanında duran komidinde Olivia ile Marty'nin bir fotoğrafı vardı. Normalde burada babasıyla veya annesiyle bir fotoğrafının olması gerekmez miydi? O an anlamıştım - Olivia Marty'ye kendi ailesinden daha yakındı.
Benim şu adamı öldürdüğüm anı hatırlıyorsunuz değil mi? O an ne kadar da soğuk kanlıydım... O andan beri de tüm soğuk kanlılığımı koruyordum. Ama o an bir şeyler olmuştu bana. Bilmiyorum, gerçekten de garip bir titreme geldi ve tüylerim diken diken olmaya başladı. Bir an kendimi salsam salya sümük ağlayacaktım, ki...
Yatağın ucuna oturup fotoğrafa bakıp ağlamaya başladım. Uzun süredir böyle ağlamamıştım. Tanrım... Marty'yle o kadar çok vakit geçirmemiştim ama yine de Olivia o söylediklerinde haklıydı. Şöyle demişti:
"Sanki, insan her ne kadar görmüş geçirmiş olsun, ne kadar duygusuz ve hissiz olsun, o masumluk örneği neşe kaynağı küçük hergele sana sarılınca illa bir şeyler hissediyorsun. Yumuşuyorsun en azından."
Ve haklıydı da. Ben bu sıralar kendimi hep sert ve soğuk biri olarak görüyordum ve öyle hissediyordum. Ancak Marty'nin bana ilk o sarıldığı anı hatırlıyorum da... Sanki çayın içine atılmış sert bir küptüm de, Marty bana sarıldığında çayın içinde eriyip yumuşamaya başlamıştım.
Gözyaşlarımı silip ayağa kalktım ve rahatlamak için pencerenin kenarına yöneldim. Aşağıya, bahçeye baktığımda ise bir adamın karavanı süzüp, sanki bir hatırasına bakarmış gibi iç geçirdiğini ve karavanın her yerini ellediğini gördüm.
Direk olarak aşağıya inip kısık bir sesle "Olivia!" dedim, yattığı kanepeden kalkıp bana baktı.
"Evet?" dedi.
"Biri karavana tecavüz ediyor!" dedim şakayla karışık. Ama cidden adamı benim gözlerimle görseydiniz, öyle bir niyeti varmış gibi gelirdi size de.
O şebekeden biri olmasına karşılık yanımıza silah almak istedik ancak parmak izleri olan silahı gömmüştük, diğer iki silah ise karavanın içindeydi.
Yine de hiç yoktan iyidir diyerek ikimiz de mutfaktan bir bıçak alıp arkamıza sakladık. Önce ben kapıdan kafamı çıkartıp dışarı baktım. Adam hala aynı şeyleri yapıyordu. Olivia'ya işaret yaparak içeride kalmasını söyledim. Böylece dışarı çıkıp birkaç adım atıp "Yardımcı olabilir miyim?" diye sordum.
Adam bana bakmadı bile, karavana bakıp sanki onunla konuşuyormuş gibi "Hayır, aslında buraya size yardım etmek için geldim." dedi
"Kimsiniz?" diye sordum. Böylece bana döndü. Yüzünü gördüğüm gibi hatırladım. Bu karavanın asıl sahibi olan kısa boylu, kel kafalı adamdı. Karayip Korsanları'ndaki şu cüce adam vardı ya, aynı onu andırıyordu.
"Ne... Nasıl?" diyebildim şaşkınlıktan.
"Yardıma ihtiyacınız olabilir, bilgi veya başka bir şey." dedi. "Sizlerin bu tarz bir belaya bulaşmanız adil değil. Bu yüzden yardım etmem gerektiğini düşündüm."
"Bay Smith!" diyerek çıktı evden Olivia büyük bir heyecanla.
Ah doğru ya, şu çalıntı olayı olduktan sonra ikisinin arasında bir ticaret gerçekleşmişti. Bu yüzden aralarında bir samimiyet vardı.
"Bir dakika!" dedim aralarına girerek. "Bu işten paçamızı sıyırdık sanıyordum?"
"O kadar kolay değil." dedi Smith gülerek. "Benim yardımımla belki, ama devlete güvenirseniz asla başaramazsınız."
Adamın aynı anda egosuna içimden küfrederken aynı anda da devletin adalet dediği şeye güvenmeme konusunda düşüncelerimizin aynı olduğuna sevinmiştim. Ama... Yardım derken ne demek istiyordu ki acaba?
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayalperest (Dreamer)
Roman pour AdolescentsTüm insanlar hayalperesttir. Tabi sadece çocukken. Çocukken herkes süper kahraman olmak ister, değil mi? Sonra bazıları astronot veya bilim adamı gibi hayallere kapılırlar. Sonrasında ise büyüdükçe bu hayaller avukatlık, mühendislik gibi basit hayal...