Eve doğru yönelirken kendi kendime Bon Jovi - It's my life (Bu benim hayatım) mırıldandım. İlk başta umursamazken, olayların terse dönmesi beni neden mutlu etmişti ki? Önemli değildi bu aslında. Önemli olan neşeli modda olmamdı.
Eve girdikten sonra epey bir konuştuk, Olivia'yı Tom'dan daha çok azarladım. Sanki babası ben gibiydim. Ama buna hakkım vardı. Amaç intikam almak olmamalıydı.
Her neyse, ummadığım gibi yirmi beş dakikaya yakın bir sürede eskiye döndük. Kullanmamasına sevinmiştim. Ve benim neden hala canım çekmiyor hiçbir fikrim yoktu. Gerçekten garipti bu. İradesiz olan bendim ya hani?
Bir saate yakın daha konuştuktan sonra Tom'la Olivia atış talimi yapmak için gideceklerini söylediler. Bana da gelmem için ısrar ettiler ama ben yorgun olduğum için bunu reddettim. Böylece birlikte çıkıp karavanla uzaklaştılar. Ben de bahçede oynamakta olan ufaklığa bakıp göz kırptım. O da bana havlayınca kapıyı kapatıp içeriye geçtim.
Ayaklarımı uzatmış, kendimce bir şeyler mırıldanırken kapının çaldığını duydum. Kim olabilirdi ki? Olivia, Tom bir şey unutmuş olmalıydı herhalde diye düşündüm. Oflaya puflaya kapıya yöneldim. Kapının tokmağını çevirip açtım.
Karşımda...
Söylesem inanmazdınız değil mi? Marty'ydi bu! İfadesiz bir surat ifadesiyle ona bakıp kapıyı kapattım ve sırtımı duvara yaslayıp beşe kadar saydım. Ardından tekrar kapıyı açtım. Bu... Gerçekten... O muydu?
Yeniden aynı ifadeyle ona bakmaya devam ederken kalp atışlarımı duyabildiğimi fark ettim. Aklıma ilk gelen şey, en olası şeydi. Olivia içeceğime bir şeyler katmıştı ve halisülasyon görüyordum. Kesinlikle!
"Sen gerçek değilsin." dedim hayali görüntüye karşı.
Bir adım atarak içeri geçerken ben de bir adım geri yaptım. İçeri geçtiğinde kapıyı kapatarak bana öfkeli bir ifadeyle bakmaya devam etti.
Gözlerimi kapatıp kendi kendime "Sen gerçek değilsin." dedim birkaç kez. Gözlerimi açıp önüme baktığımda hala Marty'yi görüyordum. "Merhaba halisilasyon Marty, seni ben öldürmedim tamam mı? Şimdi beynimden uzaklaş."
Arkasına sakladığı elini ortaya çıkattığında elinde bir silah tutmakta olduğunu gördüm. Hadi ama, bu kadar da yaratıcı bir bilinç altım mı vardı benim? Marty beni neden öldürmek istesin ki? Bilinç altımı kutluyor ve aynı anda da Olivia'ya küfürler yağdırıyordum içimden.
"Ufaklık yok edilmeli." diyerek silahı bana doğrulttu. Bunun benim hayal ürünüm olmasına karşılık çok gerçekçiydi. Hayalimde olduğu zamanlar çoğu detayı atlardım ben çünkü. Örneğin silahı zorluk yaşamadan kaldırırdı. Ama bunda silahı zar zor havada tutuyordu. Bilinç altıma güncelleme gelmiş ve detay eksiği tamamlanmıştı herhalde.
Elimi cebime atıp telefonumu çıkarttığımda "Yapma!" diye bağırdı.
"Hadi ama, sadece bir hayal ürünüsün sen. Ne yapabilirsin ki?"
Bunu dememeliydim işte. Silahı indirip ayağıma nişan aldı ve beni tam da bileğimden vurdu. Bir dakika... Rüyada acı hissedince hemen uyanmıyor muyduk? Kesinlikle deliriyordum. Kesinlikle!
Acı içinde bağırarak yere yığıldım. "Nesin sen?" dedim yüksek bir ses tonuyla.
Öfkeli bir biçimde bana bakmaya devam ederek "Ufaklık yok edilmeli." diye tekrar etti bir robot gibi.
Acıdan düzgün düşünemesem de odaklanmaya çalıştım. Gözlerini kapatıp "O gerçek değil, acı gerçek değil, sen gerçek değilsin, rüya görüyorum." dedim hızlı bir şekilde. Ama acı gerçekti! Bileğimin yandığını tüm vücudum hissediyordu sanki. Yoksa bu gerçek miydi?
Ama nasıl olabilir? Tabutundan mı dirildi, zombi istilası falan mı başladı?
"Ailem nerede?" diye sordu silahı kafama doğrultup.
"Seninle aynı yerdeler Marty, cennetteler." dedim nefes nefese. "Ve sen gerçek değilsin. Gerçek gibi hissettirmeyi kes. Gerçek değilsin."
"Ben gerçeğim!" diye bağırdı. Ardından hatırladığım tek şey kafama silahın dipçiğiyle vurduğuydu. Birkaç dakika bayılmışım. Uyandığımda o hala oradaydı.
"Bir insan rüyada nasıl bayılıp tekrar rüyada uyanabilir söylesene?" dedim.
"Ailem nerede?" diye sordu o da sorumu umursamayarak.
"Onlar öldü." dedim nefret dolu bir şekilde. "Sen de öldün! Senin ölümünü hepimiz kabul ettik. Çık kafamdan, sen gerçek değilsin. Defol kafamdan!"
"Ailem... Nerede... Hemen söyle!" diye bağırdı. Marty'ye göre epey bir sesli bağırıyordu. Hıh, tabi bilinç altım bana oyun oynuyordu.
Ona göre oynamaya karar verdim. Belki istediğini verirsem beni rahat bırakırdı. "Öldüler, söyledim zaten." dedim.
"Yalan söylüyorsun." dedi nefretle bakan gözlerle. "Onlar ölmedi! Bana öyle dediler. Ufaklık yok edilmeli, sonra seni annen ve babana vereceğiz dediler."
Gözlerim fal taşı gibi açılmıştı söyledikleri karşısında. Bir dakika... Şimdi bilinç altım nasıl bir kurgu hazırlamıştı bana? Marty ölmemişti ve birileri, yani büyük ihtimalle şebekeden adamlar onu beni öldürmesi için yollamışlardı. Ödül olarak da ailesini vermişlerdi. Vay canına. Bu kadar yaratıcı bir kurgu oluşturan bilinç altına sahip olmak sarhoş gibi hissetmeme sebep oluyordu. Sonra fark ettim ki, bileğimden hala kan akmaya devam ediyordu. Kan kaybı başımın dönmesine sebep oluyordu. Ve böyle oldukça daha da ilginçleşecekti.
Bu sefer ben kendi beynime oyun oynamaya karar verdim. "Ben ölüyüm Marty." dedim. "Sen de ölüsün. O adamlar da ölü. Bunların hepsi senin kafanda. Sen cennettesin."
"Ben..." derken çenesinin titremeye başladığı gözümden kaçmadı. Ağlayacak gibiydi, en sonunda da öyle oldu. Zemine oturup ağlamaya başladı. Silahı yere bırakıp bana bağırdı. "Senin öldüğünü sanıyorlar dediler. Onların planına uydum ben! Eğer bunu yapmazsam ailemi öldürecekler."
"Marty, senin ailen zaten öldü!" diye bağırdım aynı ses tonuyula. "Ve sen de ölüs..."
Sözümü kesip "Siz öyle sandınız." dedi ve ayağa kalktı. "Bir süreliğine tabi. Zamanı gelince tereddüt etmemem için beni eğittiler. Tek istediğim ailemi bulmak."
Göz yaşları hala akıyordu, benim ayak bileğimden akan kanlardan daha hızlı hatta. Uyurgezerlik yaşamıştım, ama bu... Gerçekten de gerçekçiydi. Acaba, gerçek miydi?
Söylediğine göre Marty'yi ölmüş gibi gösterdiler ve onu yanlarına alıp bizi öldürmesi için eğittiler. Ama çocuk bir robot değil ki programlayasın, tabi ki de işin ucuna bir ödül koymak gerekiyordu. Böylece "Sen onları öldür, biz de seni ailene bırakalım." dediler. Zor olmalı. Beynim bana oyun mu oynuyordu yoksa bu gerçek miydi, bunu anlamak daha da zordu hatta.
En azından kısa bir süreliğine gerçek olduğunu kabul edecektim. Ama ben iyi bir detaycıydım. Eğer bilinç altım bir detay atlarsa, işte o zaman onu yakalayacaktım.
"Marty, bu gerçekten sen misin?" dedim titreyen sesimle.
"Ben düşündükleri kadar sadakatsiz değilim." dedi o da titreyen çenesiyle ve akan göz yaşlarıyla. Gerçekten de onun beni öldürebileceğini mi düşünüyorlardı?
"Nasıl yani?" diye sordum.
"Yurt dışına kaçın." dedi gözlerimin içine bakarak. "Cesetleri kimse bulmasın diye yaktım diyeceğim onlara. Onlar da bana ailemi verecekler."
"Marty, senin ailen..."
"Kapa çeneni!" diye bağırdı. "Kapa çeneni... Onlar, hayır. Kapa çeneni!"
10 yaşında bir çocuğa 'ailen öldü' demek de nedir yani, hata bendeydi. Ama asıl şu olaylar zincirlemesi kafamı allak bullak ediyordu. Eğer bu Marty gerçekse, toprağın altındaki beden kime aitti? Ayrıca, ölümünü nasıl hazırladılar? Ölü taklidi yapıp, onu morgtan mı kaçırdılar?
Eğilerek elini uzattı ve beni ayağa kaldırdı. Sol elimle tezgaha tutunarak zar zor da olsa ayakta kalmayı becerebildim. Elini cebime uzatıp telefonumu aldı ve bana uzatarak "Onu ara ve gitmeniz gerektiğini söyle." dedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayalperest (Dreamer)
Fiksi RemajaTüm insanlar hayalperesttir. Tabi sadece çocukken. Çocukken herkes süper kahraman olmak ister, değil mi? Sonra bazıları astronot veya bilim adamı gibi hayallere kapılırlar. Sonrasında ise büyüdükçe bu hayaller avukatlık, mühendislik gibi basit hayal...