Bölüm 83 : Evim güzel evim

449 38 4
                                    

"Birkaç hafta daha burada kalmak?" diye sordu Bay Hopkins kaşlarını kaldırarak.

O bizim İngiltere'de olduğumuzu bile bilmiyordu. Bir anda öyle arayıp, iyilik istemek onu şaşırtmıştı. Ki şaşırtmalıydı. Bu durum hepimizin aklından çıkmıştı.

"Evet." diye karşılık verdim sandalyemde oturmaya devam ederken. "Marty arkamızdaki odada. Ve anlattığım gibi, iki hafta daha uçamaz. Doktor daha da garantiye almak için üç hafta uçuşu yasakladı."

"Benim onunla burada kalmamı mı istiyorsunuz?" diye sordu tekrardan meraklı bir bakışla.

"Evet, eğer yapabilirsen bu bizim için harika olur." diye karşılık verdim hepimiz adına konuşarak.

Samimi bir gülümsemeyle "Bu size bir iyilik yapmak sayılmaz aslında, ben burada olmayı sevdim. Bu tatili uzatmak mı? Harika olur!" dedi.

Böyle bir tepki beni şaşırtmamıştı. İngiltere'de daha çok kalmak istediğini zaten tahmin edebiliyordum. "Anlaştık mı o zaman?" diye sordum.

"Yalnız çocuklar..." dedi biraz duraksayarak. "Marty'yi severim bilirsiniz, ama bir de kendisi benimle kalmak isteyecek mi? Bir de o var tabi. Kanserli bir çocuğun sorumluluğunu üstlenmek de..."

Olivia sözünü keserek "İngiltere'de kalacaksın, daha ne işte?" dedi bıkmış bir ifadeyle.

"Bana müsade edin biraz." dedi ve Marty'nin şu anda yattığı odaya girdi. Tahmin ettiğim kadarıyla üç veya dört dakika sonra odadan çıktı.

"Emily'nin de kalmasını istiyormuş, şartı buymuş." dedi çıktıktan sonra. Biz de birbirimize baktık. "Emily de kim?"

"Şu köpek vardı ya, birkaç gün önce dişi olduğunu fark ettik." dedim gülmemeye çalışarak. "O yüzden adı Emily oldu. Başka bir sorun var mı?"

"Hayır, köpeklerle çok iyi anlaşırım." dedi gülerek. Bu belli oluyordu tabi, Freddy'yi hatırlamak bile istemiyordum. O köpek değil, bir ayıydı resmen.

Tom ona üç haftalık harcamalar, hastane masrafları, otel ücreti ve geri dönüş bileti için yaklaşık on bin dolara yakın bir çek yazmıştı. Harika, her şey istediğimiz gibi gidiyordu. Peki ya biz istediğimiz gibi gidebilecek miydik?

Marty'yle uzun uzun vedalaştıktan sonra herkese teker teker "Ailemi kurtarın." demesi gözümden kaçmadı. Elbette bulacaktık. Önceliğimiz de buydu zaten. Değil mi?

...

Taksiyle (sonunda tek bir taksiyle gidiyorduk) hava alanına yol alırken, annemi arayıp durumu anlatmak istemiştim. Ama ne diyecektim ki? Onların da orada kalması gerekiyordu. Ama anneme yalan söyleyemezdim. Ahlak açısından değil, yalan söylediğimde hemen anlıyordu. Olivia'dan bile iyiydi bu konuda.

"Peter, yaşıyorsun!" diye açtı telefonu sahte bir heyecanla.

"Evet galiba." diye karşılık verdim ben de. "Şey, babam orada mı?"

"Hayır, neden?"

"Güzel." dedim. "Anlatacaklarım var."

"Anlat bakalım." dedi ve dinlemeye başladı.

"Bazı iyi, bazı kötü, bazı da ne olduğunu bilmediğimiz haberlerimiz var." dedim. "İyi haberler, konsere gittik ve bir yazarla konuştum. Daha iyi haber ise Marty'nin kanserini tedavi etmeyi başardılar. Kötü haber, Marty yeni ameliyattan çıktığı için ciğerleri güçsüz durumda. Bu yüzden de uçağa binemez. Binerse ciğerleri hava basıncını kaldıramaz. Yani o bizimle gelemiyor. Bu da bizi ne olduğunu bilemediğimiz o habere getiriyor, hazır Bay Hopkins de İngiltere'deyken, Marty'yi onunla İngiltere'de bırakıp, Amerika'ya geri dönmeye karar verdik."

Epey bir duraksadı. Söylediklerimin anlama süzgecinden geçmesini bekliyordu. Duraklamadan sonra "K... Kaç uçağıyla?" diye sordu.

"İlk uçağa bineceğiz işte." dedim. "Akşam civarı diye tahmin ediyorum. Ama belli olmaz yani."

"Ve bunu daha şimdi mi haber veriyorsun?" diye köpürdü kızgın bir ses tonuyla.

"Anne..." dedim yumuşak ses tonumla onu yumuşatmaya çalışarak. "Anne, bu yapacağımız şey için burada olmamanız gerekecek. Bu savaş üçümüz ile şebeke arasında. Sen orada olamazsın. Yoksa seni öldürmekle tehdit edebilirler. Veya kaçırırlar, ne bileyim. Çoğu özelliğimi senden aldım biliyorum ancak her daim tetikte olma özelliğim bana senden geçen bir şey değil. En boş anında seni yakalarlar. Lütfen."

Söylediklerim karşısında şaşırmıştı. Yüzünü görmesem bile, bunu tahmin etmek zor değildi. Bir on saniye civarı sessizlik içinde düşündükten ve üç saniye boyunca iç geçirdikten sonra (ki garipti evet) "Başını beladan uzak tut ufaklık." dedi ve kapattı.

Tanrım, benim annem neden böyleydi? Bir abla gibiydi sanki. Bu kadar koruyucu olmaması işime geliyordu. Ona resmen şebekeyle savaşacağımı söylüyordum, o ise biraz ısrar sonrası buna razı oluyordu. İkna yeteneğim falan da yoktu, neden böyle oluyordu acaba?

...

Akşamın 11'ine bir bilet bulabilmiştik sonunda. Hepimiz uyukluyoduk, akşam saati olduğu için de uçağın sadece yarısı doluydu. Bu iyiydi. Kusma kabinini kullanmak zorunda değildim.

Ancak uçuşta hiç midem bulanmadı. Sanırım alışmam için üç kez uçmam gerekiyormuş. Her neyse, kusmadığıma sevindim işte.

Hostesin beni dürtüp "Beyefendi, varmak üzereyiz. İnişe geçmek için herkesin kemerini bağladığına emin olmam gerekiyor." demesiyle irkildim. Başımla onaylayarak kemerimi bağladım.

Uyandığımda alnım terlemişti. Bu nedense garip saatlerde yatıp garip saatlerde kalktığımda olurdu hep. İşte dediğimi anladınız siz.

Uçaktan indiğimde tanıdık bir yer görmek o kadar güzel gelmişti ki...

Gideli bir hafta bile olmamıştı ancak yine de burayı özlemiştim. Etrafıma bakıp "Evim güzel evim!" dedim kendi kendime.

Hayalperest (Dreamer) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin