Yarım saat önce yarısını dinleyip kapattığım ve Olivia ile Tom'a dinlettiğim kasetin belki tamamını dinlemiş olsaydım onlardan önce bir hamle yapıp onları kurtarma şansım vardı. Ama ben "Hehe, işte olay tamamdır." diyerek yarısında bırakınca ses kaydını, bu bize yarım saatlik bir zaman kazandırırdı. Ancak onlardan birinin Marty'nin ailesini öldürmeye gideceğini nereden bilebilirdim? Çok kötü bir zamanlama yapmıştım, hem de çok...
Bunun için bana suç atacak çok zamanları vardı, ama kaydı durdurur durdurmaz üçümüz de kimseye suç atacak bir laf söylemeden evden koşarak çıktık. Tom dün akşam yeni aldıkları karavanı getirmişti kapının önüne. Evden çıktığımda silahımı evde unuttuğumu hatırladım. Beklemeleri için neredeyse yalvaracaktım ama beni dinlemediler. Haklıydılar da. Koşarak eve girip, silahımı alıp dışarı çıktığımda çoktan sokağın sonundaydılar. "Hay ben böyle işin..." diyerek iç geçirdikten sonra etrafıma baktım. Bir bisiklet vardı. Kimindi bu bisiklet? O an için önemli değildi. Bisiklet çaldığım için vereceğim kefalet, Marty'nin hayatından önemsizdi. Ama St. Burrows bulvarı demişti. Neresiydi ki orası? Neyse ki tek elimle bisiklet kullanabiliyordum. Diğer elimle telefonumu çıkartıp internete girdim ve St. Burrows diye arattım. Bu sırada bir yere gidiyordum ancak tam ters yöne de gidiyor olabilirdim.
Google Maps bana GPS'i açmamı söyledi, onayladım. Oradan da yol tarifine geçti. Hareket halinde olduğum için bu biraz zor oluyordu. Ama orasıyla olduğum yer arasında en fazla 7 blok vardı. Bu yüzden...
Ayaklarıma kuvvet diyerek olabildiğince hızlı bir şekilde tarif ettiği yere doğru pedal sürmeye başladım. Yanından geçtiklerim bana küfürler yağdırıp "Önüne baksana evlat!" diye bağırıyorlardı ama ben işime bakıyordum. Biraz daha hızlı gitseydim büyük ihtimalle ya pedallar yerinden çıkardı ya da ayaklarım bedenimden ayrılırdı. Ha üçüncü bir ihtimal olarak da bisikletin o hızdan dolayı oluşan kıvılcımdan alev alması da vardı. Ama önemli değil, o an o kadar hızlı gitmek istiyordum ki bisiklet alev alsa kendimi söndürmekle uğraşmak yerine, bisikletten inip oraya koşmaya başlardım.
St. Burrows tabelasını görmüştüm sonunda. Şükürler olsun... İlk rastladığım canlı örneğine "Angela apartmanı nerede?" diye sordum. Yaşlı adam eliyle işaret etti. Benden 10-15 metre uzaktaki bir marketin tam da karşısındaydı. Ve bir karavanın oraya doğru yaklaştığını gördüm. Tabi bu bizimkilerdi. Hemen bisikletimi sürmeye devam ederek o karavanın önünde durdum ve onlara tek bir laf bile söylemeden apartmana girdim. Beşinci kat diyordu ve asansörü bekleyemezdim. Koşarak merdivenleri çıktım. Kat beş yazısını gördükten sonra gözüme 17 rakamı ilişti. Apartmandaki diğer kapılar gibi bunun kapısı da siyahtı. Ancak... Diğerleri kapalıydı. Bunun kapısı ise açıktı. Asansörün açıldığını ve Tom ile Olivia'nın çıktığını gördüm. Birkaç saniye soluklandıktan sonra göz ucuyla o aralıktan baktım. Hiçbir şey gözükmüyordu. Son bir nefes daha alarak elimdeki silahı içeriye doğrultmuş bir şekilde içeriye girdim. Marty'nin anne ve babası bileklerini ovuşturup soluk soluğa birbirleriyle konuşuyorlardı. Benim girdiğimi görünce ikisi birden irkilip ellerini kaldırdılar.
"Peter? Sen de mi bu işin içindesin?" dedi kadın şaşırmış gözükerek. Ardından arkama bakıp Olivia'yla Tom'u gördü.
"Ne... Ne işi, bir dakika, siz bütün zamandır burada mıydınız?" diye sordum.
Marty'nin babası, işte ailenin isimlerini sonradan öğrenmiştim, Elliot ve Samuel. Sam diyeceğim kısaca. Sam ellerini indirip "O nerede?" diye sordu bana tehditkar bir şekilde bakarak.
"Marty güvende bir yerde, neler oluyor anlamadım ben." diyerek silahımı indirdim. "Sizi tuttukları adresi öğrenir öğrenmez geldik. Ama birini sizi öldürmek için yollamışlardı. Neler oldu anlatsanıza bana?"
"O nerede?" diye ısrar etti Samuel.
Elliot ise onu sakinleştirmeye çalışarak eliyle işaret yaptı ve ardından bana döndü. "Terrence kim biliyor musunuz?" diye sordu.
"Hayır, kim?" diye soruyla karşılık verdim.
"Buraya gelip bizi çözen kişi." dedi. "Bu zamandır buradayız ve sadece şu çocuğun ismini öğrenebildim. Nedense bize iyi davranıyordu. Sanki bir gün bizi salacakmış gibi. Bu iş için çok genç daha..."
"Neyden bahsettiğini açık açık söyleyebilir misin, kim bu Terrence?" diye bağırdı Olivia.
Olivia'ya bakıp tekrardan bana dönen Elliot, elini cebine attı ve bir kağıt çıkardı. Kağıdı bana uzatıp "İş birliği isteyen biri." dedi. "Şebekeye karşı çıkmak isteyen, onu çökertmenizde yardımcı olacak biri. Yani bize o kadarını söyledi sadece. İş birliği yapmak isteyen olursa bu akşam sekizde orada olsun - dedi."
Olivia alay edercesine gülerek "Bunun bir tuzak olduğunu anlamamak için aptal olmak gerek." dedi.
Ona bakarak "Öyle mi?" diye sordum.
"Ülkeye dönüp dönmediğimizi test etmek için yapılan bir oyun bu." diye karşı çıktı. "Aileyi serbest bırak, sonra bir hain ortaya çıkar. İş birlik yapmak için balıklar oltaya takılsın. Ama hayır teşekkür ederim, ben bu oltaya takılmıyorum."
"Eğer öyle bir test yapacak olsalardı, bunu kayıtta söylerlerdi." dedim. "Ayrıca söylediklerine göre Terrence denen şu adam, çocukmuş. Değil mi?"
"Sizden belki bir yaş büyük bir genç." diye karşılık verdi Sam.
"Saçmalık bu." dedi Tom.
"Kime güveneceğimize tercih etmekte özgürüz." dedim onlara dönüp. "Eğer siz gelmeyeceksiniz, oraya kendim gidebilirim. Sadece ben ölmüş olurum. Eski plan da çöpe gider ama yenisini yaparsınız."
"Eğer gideceksen git, ama seni uyarıyorum Peter. Bu bir tuzak. Belli değil mi zaten?"
Ona cevap veremedim. Belki bir tuzaktı, belki değildi. Bu fırsattan yararlanmak istiyordum. Elliot'a dönüp "Bizim ismimizden bahsetti mi?" diye sordum.
"Hiçbir isim vermedi çünkü kimin geleceğini bilmiyordu." diye karşılık verdi Elliot. "Sadece şey dedi, ııı... Bir dinleme cihazından bahsetti. Bu yardımcı olur, onu kim kullanıyorsa onunla iş birliği yapmak istiyorum - demişti."
"Dinleme cihazını bulmuş demek." dedim çenemi ovuştururken.
Sam bir anda patlayıp "Aranızdan biri Marty'nin nerede olduğunu söyleyecek mi?" diye bağırdı.
Onlara el işareti yapıp beklemelerini söyledim. Telefonumdan Bay Hopkins'i aradım. Birkaç çalmadan sonra açtı, Marty'yi telefona vermesini istedim.
"N'aber ufaklık?" dedi neşeli haliyle.
"Ufaklığı boş ver şimdi. Sana bir sürprizim var." dedim ve telefonu Elliot'a uzattım. Tanrım... Bunca zamandır neredeyse hepimiz, en az birimizin öldüğünü düşünüyordu ancak ne olduysa artık herkes hayattaydı. O anki kafa karışıklığı, Elliot ve Samuel'in oğullarıyla konuşurken göz yaşlarına boğulması ve tekrardan bu aileyi birlikte görmenin verdiği etki benim de birkaç damla göz yaşı dökmeme neden olmuştu tabi.
Koridora çıkıp biraz hava aldıktan sonra yanıma Tom geldi. Ona döndüğümde bana "Seninle geliyorum." dedi.
"Peki ya Olivia?" diye sordum.
"O bu gece aileyi İngiltere'ye giden bir uçağa bindirsin." diye yanıtladı. "Sonrasını akışına bırakacağız..."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayalperest (Dreamer)
Teen FictionTüm insanlar hayalperesttir. Tabi sadece çocukken. Çocukken herkes süper kahraman olmak ister, değil mi? Sonra bazıları astronot veya bilim adamı gibi hayallere kapılırlar. Sonrasında ise büyüdükçe bu hayaller avukatlık, mühendislik gibi basit hayal...