Deniz tutması, araba tutması gibi olaylarda yapacağınız şey basitti. Kafanızı camdan çıkarır ve kusardınız ancak uçak tutmasında ne yapabilirdik ki? Bir de uçağın tamamen dolu olmuş olması, tuvalette bile kuyruk olmasına sebep oluyordu. Sol elimle yanımdaki duvara tutunup düşmemek için dua ediyordum. Hosteslerden biri gelip "İyi misiniz?" diye sordu. Cevap veremeyince başka dilde bir şeyler sordu, ki sanırım bu Rusça'ydı.
Kendi dilimde "Biliyorum bu çok aptalca bir soru olacak ancak herhangi bir cam açma olasılığımız var mı?" diye sorduğumda ise bana garip bir ifadeyle baktı.
"İlk uçuşunuz sanırım." dedi gülmemeye çalışarak. Sol kolumdan tutarak bana destek oldu ve oturmama yardım etti. Gözlerimi kapalı tutup düşünmemeye çalışıyordum çünkü düşünceler bile midemi bulandırıyordu.
"Şöyle söyleyeyim..." diye girdi cümleye arkadaşça davranarak. "Bir uçuşta en az üç kişide olur bu ve bu kişiler genelde ilk uçuşlarında bunu yaşarlar. Genelde psikolojiktir. Yani korkma durumlarında olur genelde."
"Hayır uçmaktan korkmuyorum." dedim dudağımı büzerek. "Tanrım, uçaktaki tuvaletlerde bile kuyruk olacağını bilmiyordum."
Gülerek elini uzattı ve samimi bir gülümsemeyle "Benimle gel." dedi. Arkadaşı gibi davranıyordu ama filmlerde gördüğüm kadarıyla hosteslerin "Merhaba efendim, ikram ister misiniz efendim, kemerinizi bağlayın efendim." tarzı olduğunu sanıyordum. Ama bu hostes epey farklıydı.
Üst değiştirme kabini tarzı bir yer vardı, uçaklarda böyle bir yer olduğunu bilmiyordum ve tanrıya şükürler olsun ki orada sıra yoktu. Kabin boştu. "Burada ne yapacağım?" diye sordum kolumla ağzımı kapatıp kusmamaya çalışarak.
"Bu kabinlerin asıl amacı üst değiştirmek değildir aslında." dedi gülerek. "Örneğin tuvaletlere tuvalet diyoruz, dışkı veya idrar boşaltma kabini diyemiyoruz. Neden? Çünkü bu bizim saygınlığımızı düşürür. Buraya da üst değiştirme kabini diyoruz ama genelde kusmak üzere olan yolcuları buraya getirir ve onlara bir kutu veririz."
"Yani burası..."
"Evet, kusma kabini." dedi daha çok gülerek. "İçeride bir kutu var, keyfine bak ufaklık."
'Ufaklık' demişti. Bir bu samimiyet, ikincisi de ufaklık demesi... Bunları düşünmek kusmama sebep olacaktı ki hızlı birkaç adımda 'kusma kabinine' girerek kutuyu hedef alarak tüm içimdekileri boşalttım. Dışarı çıktığımda sarhoş bir halim vardı. Hostese "Teşekkür ederim" diyebildim ama o sırada ona bakmıyordum.
Koltuğuma döndüğümde Olivia uyanıktı fakat Marty mışıl mışıl uyuyordu. "Ne sen sor ne de ben anlatayım." diyerek soracağı soruları ağzına tıktım. Gülerek "Peki." diyebildi sadece.
Hesaplarıma göre kaç saat olmuştu... Yeterince uzun olmuştu. O an hiç ne kadar olduğunu hesaplayacak havamda değildim. İndiğimizde çoğu kişinin de durumu benden farklı değildi aslında. Hepsi sarhoş gibiydi. Veya daha iyi bir benzetmeyle, uçağa insan olarak binmiş ve uçuşta ölüp zombiye dönmüş varlıklar. Evet, hayal gücüm bu kadarına izin veriyordu o anda.
Tom her şeyi ayarlamıştı. İndiğimizde bizi otele götürecek bir şöför bizi bekliyordu. Ve iyi bir haber olarak da ufaklığın (köpek olan) plastik bir kafeste kalmasına gerek kalmıyordu. O da bizim gibi arabanın içinde gelecekti.
Tabi bir süre sonra isimlerin karışacağı için köpeğin ismini değiştirecektik. Otele vardığımızda Marty (insan olan) köpekle oynarken bir şey fark etti ki bu ona Marty ismini koymanın ne kadar büyük bir hata olduğunu anlamamıza sebep oldu.
"Bu köpek... Şey, bu köpeğin bir şeyi eksik." dedi. Ne dediğini anlamamıştım. Nesi eksikti ki? Kuyruğu, ayakları ve kafası yerindeydi çünkü.
"Nesi eksik Marty?" diye sordum. O da köpeğin alt tarafını gösterdi. Gösterdiği yere bakınca anladım ki... Bu köpek aslında dişiymiş.
"Ov..." diyerek birkaç adım geri çekildim.
"Pekala ufaklık, bundan sonra senin adın Emily." dedi Marty gülerek.
Olivia da duştan çıkıp giyinmiş ve bizi dinliyordu diğer odadan. Bizim olduğumuz odaya girdiğinde ise halimize gülmekle yetindi sadece.
Marty ise bu durumumuza bakıp elindeki köpeği, yani Emily'yi bırakarak ayağa kalktı. Muhtemelen uzun bir süredir aklında olan o soruyu sormak için hazırlandı. "Şey..." diyebildi.
"Ney?" diye karşılık verdim ben de.
"Siz nesiniz?" diye sordu.
"Bu ufaklık, ben de onun bir büyük versiyonuyum." diye cevapladı Olivia gülerek.
"Hayır, öyle değil." dedi sinsice sırıtarak. "Bilirsin hani sen bir kızsın, o da bir erkek..."
Araya girerek "Ve sen de bir erkeksin." dedikten sonra Olivia'yı göstererek "O da bir kız. Ne var ki yani?"
"Ama yaşınız aynı, bu yüzden..."
Yine araya girerek "Emily de bir kız ve sizin yaşınız aynı." dedim. Cidden böyle karşı atak mı olur? Bari düzgün bir şeyler söyleseydim keşke.
Olivia gülerek "Neyden bahsettiğini biliyoruz Marty, ufaklık da sadece bilmemiş gibi davranıyor." diye karşılık verip beni kurtardı.
Ben son bir kez araya girerek "Aileni bulana kadar ben senin baban, Olivia ise annen olacak." dedim ve göz kırptım. "Anlaştık mı?"
Parmaklarını birleştirerek alnına götürdü ve asker selamı vererek "Emredersiniz yüzbaşı!" derken gülmeyi ihmal etmedi.
Marty'ye babalık yapmak... Daha abisi gibi olmayı bile becerememişken, daha onu koruyamamışken bunu nasıl becerecektim ben? Olivia anne olmayı daha iyi beceriyordu. Hatta ona baba olmayı bile benden daha iyi becerirdi. Ama yine de söz ağızdan bir kez çıkar, bu yüzden sözümü geri alamazdım. Hem geri dönülmez olan o yola çok önceden girmiştim ben. Artık o yolda ilerleme vaktiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayalperest (Dreamer)
Teen FictionTüm insanlar hayalperesttir. Tabi sadece çocukken. Çocukken herkes süper kahraman olmak ister, değil mi? Sonra bazıları astronot veya bilim adamı gibi hayallere kapılırlar. Sonrasında ise büyüdükçe bu hayaller avukatlık, mühendislik gibi basit hayal...