Bölüm 10

249 45 88
                                    



Bir aya yakındı  kaçırıldıkları. Bu durum daha ne kadar sürecekti bilmiyorlardı. Tüm umutları tükenmiş , sus pus oturup  sonlarını beklemekten başka çareleri kalmamıştı. Bu kaç günde iki kez yerlerini değiştirmişlerdi. Her halde karargahlarını tehlikeye atmamak içindi. Yalnız Abdullah buraya geldikleriden beri onlarla beraberdi. Artık bu adamlar onların yanında yüzlerini kapatma gereği duymuyorlardı. Komutanları arada sırada  onlar hakkında ne haber var diye bilgisayarı açtırıyor. Gelişmeleri izliyorlardı. 

Tüm siteler "Kaçırılan doktorlardan haber alınamıyor " diye yazıyor, ortaya çeşit çeşit faraziyeler, varsayımlar atıyorlardı.   Bazıları  öldürüldüklerini söylerken, bazıları da bir yerlerde tutulduklarını tahmin ediyorlardı.  Haberler  hemen hemen birbirinin aynıydı.

 Bu gün de bekleyişle geçen günlerden biriydi.  Doktor Anna kapıya yaslanmış, ayaklarını karnına çekmiş elleri ile dizlerini kucaklayarak oturmuş, köşede  namaz kılan Cemal'i izliyordu. Cemal dua ettikçe o da dudaklarını oynatarak  duasına eşlik edirmiş gibi kendi dilinde bir şeyler mırıldanıyordu. Ansızın kapının arkasından   annesinin sesini duyar gibi olunca irkldi:  Olamaz, bu onun sesiydi. Annesiydi konuşan.  Ayağa kalktı, kapını yumruklamaya, tekmelemeye başadı.

"Açın kapıyı, açın. Anne, anne" diye bağrıyor olanca gücüyle vuruyordu kapıya. Cemal namazını bitirmiş Anna'nın hareketine anlam veremeden ona bakıyordu.

  Abdullah komutanın işaretiyle kapıyı açtı. Paldır küldür odaya sokulan Anna  önce etrafına baktı. Odada Abdullah'tan başka iki kişi daha vardı. Birisi biilgisayarın başında oturmuş, diğeri de ona yakın mesafede sandelyeye yayılmıştı. Alay edercesine "ne oluyor?" der gibi Anna'yı  süzüyorlardı. Anna sesin bilgisayardan geldiğini anlayınca ayaklarını sürüye sürüye masaya yaklaştı. Evet doğru duymuştu annesiydi konuşan. Gözlerinden yaşlar akarak adeta yalvarıyordu.

"Bir yerlerde tutuyorsanız bırakın kızımı lütfen. Yavrusu bekliyor evde onu. Sizin de bir evladınız vardır belki,onun hatrına bırakın kızımı"  diyordu Mariya.

 "Bırakın onu, kötü biri değil benim kızım. O bir doktor. Oraya hasta insanları tedavi etmek için gitti. Evlatlarınızın dünyaya gelişine yardım etmek için gitti. Bırakın onu, lütfen. Bir anne olarak size yalvarıyorum. Onu bırakın." 

Göz yaşlarını elindeki buruşmuş peçeteyle silip devam ediyordu ,ama bu kez kızına sesleniyordu. 'Kızım, yaşıyorsun, hissediyorum. Belki bir yerlerde dinliorsundur beni. Kızın iyi, ama seni çok özledi. Anitam, yavrum, seni sağ salim göreceğim biliyorum......Lütfen bana verin  kızımı.  Kızımı bana bağışlayın. Annelerinizin, yavrularınızın hatrına' dlyordu. 

Adam bilgisayarı kapattı.  Anna  duvarın dibine çöktü, ağlamaya başladı. Komutan  Abdullah'a Anna'yı odaya geri götürmesini işaret etti. Abdullah   duvara yaslanmış, ağlamakta olan kadını  odasına sürükledi. Odaya bırakıp kapıyı kapattı. Cemal bir şilte gibi içeri atılan Anna'nın kelepçeli kolundan tutup kaldırdı, döşeklerin üstüne oturttu

                                                          *****************************

     Odada iki kişiydiler. Annesinin sesini duyduğu günden bir hafta geçmişti. Artık konuşacak lafları kalmamış gibiydi.  Birbirlerinin nefeslerini duyuyor, sessiz sessiz bakışıyorlardı. Kaç saattir kelime bile kesmemişlerdi.

 Cemal uzun süredir namaz kılıyor, bazen de oturarak  parmaklarını sayır gibi katlıyor, durmadan bir şeyler söylüyordu.

Anna aniden Cemal'e dönüp;

"bana da öğret" deyince Cemal bir şey anlamamış gibi başını kaldırıp ona baktı.

"Neyi?"

"Bana da öğret, parmaklarını sayarak dediğin o kelimeleri bana da öğret, seni bu kadar sakin tutan her nedirse bana da öğret "

Cemal:

 "Sabır diyorum, ya Sabır.  Allah'ın isimlerinden biridir Sabır. O'nun sabrına  sığınıyorum"

 "Sabır nedir?"

"Sabır imanın yarısıdır: Ferah ve saadetin anahtarıdır. Allah'tan yardım isteyin ve sabredin diyor Kuran-i Kerim.  Bir şeyi istemeyi bildiğimz gibi onun gerçekleşmesini beklemeyi de bilmeliyiz. Sabır beklenmedik olaylar karşısında tahammül göstermektir,  paniğe kapılmamaktır. Sabretmek sana yapılan haksızlıklara susman demek değildir. Doğru zamanı beklemektir, beklerken de  inanmaktır.  Allah sabredenlerle beraberdir. Ne diyor biliyor musun? Hazret-i Mevlana" 

"Ne diyor?"

"Sabır öyIe bir iptir ki; sen kopacak sanırsın, o gittikçe güçIenir. Sen bitecek sanırsın, o gittikçe çoğaIır"

"Böylece elimiz koynumuzda bekleyelim mi, adamlar yaptıklarını yapsın.Biz de hiç bir şey yapmadan, hatta üzülmeden ,  çaba bile göstermeden duralım mı diyorsun yani. Eh biz burada senin dediğin o sabrın peşinde koşarken kim bilir onlar bizim için ne ölüm planları hazırlıyorlar. Artık ne sabrın, ne umudun, ne de şükrün sana yardım eder. Tüm bunlar sizin-senin benim gibi çaresizlerin uydurduğu  şeylerdi. Kaç gündür oradan oraya taşıyorlar bizi. Durmadan yerimzi değiştiriyorlar. Maksatları öldürmek, öldürünceye kadar da işkence etmek. Başka amaçları yok bunların. Artık kabullenmeliyiz."

 "Muhakkak sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürünlerden biraz eksiltmekle deneriz; sabredenleri müjdele" (el-Bakara, 2/ 155)".diyor . Şimdiye kadar kaç insanın başı kesilirken bıçağı elinde kaldı, son nefesini verirken bir mucizeyle hayata döndü. Ya da sen biliyorsun artık 'eks oldu'diye üstünü kapatırken nefes almaya başladı. İşte tüm bunlardı  Allah'ın insana sunduğu nefes sayısının son bulmadan ölmeyeceğinin, ölemeğeceğinin kanıtı."

" Belki biz de öleceğiz?"

"İşte onu yalnız Allah bilir, bize de sabretmek düşer, bekleyip göreceğiz."

Anna Cemal'in bu konuşmasından sonra biraz rahatladı. 

 Cemal o günden sonra zaman zaman Anna'ya dinin güzel ahlakinden bahsederek;

"Allah'a çok dua et  ki Allah, seni merhametinle, sabrınla bezesin, ölümün bile hayırlısını nasip etsin" derdi.

Saat kavramı yitip gitmişti. Onlar için yalnız gece ve gündüz vardı. Yalnız pencereden süzülen güneşin yerini ay ışığı aldığında akşamın olduğunu  anlıyorlardı. Bir de Abdullah namaz vakitlerini Cemal'e bildiriyor. Ve bunu yapmaktan memnunluk duyan bir ifadeyle onu abdest almaya götürüyordu. Kalan zamanlarda konuşmaya lafları kalmadığından   birbirini suçlu tek izlemekten başka ellerinden bir şey gelmiyordu. Artık Abdullah'tan nefret etmiyorlardı. Oradaki kimseye kızmıyorlardı. Kabullenmişler gibiydiler durumlarını. Sadece bekliyorlardı. Sabrediyorlardı. Abdullah akşam her kes çekidikten sonra geliyor, onların ellerini gevşetiyor, ayaklarındaki zinciri bir kaç saatliğine de olsa açıyordu.  Bir melhem bile getirmişti. El ayak çekildikten sonra melhemi yaralarına sürmesini söylemişti Anna'ya. Belli ki içinde bir merhamet kırıntısı kalmıştı. Anna unuttuğu bir gerçeği hatırlayınca Abdullah'a söylemeyi karar vermişti. Ne olur olsun söyleyecekti- onun o olduğundan emin değildi artık.  Buraya gelen her kişinin birbirinre benzediğini görünce, belki de yanılıyorum diye şüpheye düşmüştü. O yüzden söyleyememişti. Ama bu gün söyleyecekti. Belki bir umut Abdullah o adam olur da evladının, karısının  hatrına onlara yardım ederdi. 

Yine akşamdı Abdullah rehinlerle ilgilenme  görevini her günkü gibi yerine getriyorken Anna sadece onun duyacağı şekilde : 

"Ben seni tanıyorum sen o'sun." dedi. 

"Evet o'sun Eflin'in kocası. Bana-bize iki can borçlusun, kurtar bizi."  Abdullah karşısındaki kadına bakıyor, hiçbir şey demiyordu. Anna onun sinirleneceğini itiraz edeceğini düşünmüştü oysa. Abdullah  ise ona baktı ve sakince ellerini gevşetip cebinden çıkarttığı melhemi ona uzattı. 

"Sür, kimse görmesin, az sonra gelir alırım" deyip  odadan çıktı. Cemal;

" sen ona ne dedin?"  diye sorunca ; Anna

 "hiçbir şey " diye kısa cevap verdi ve melhemi ayağına sürmeye başladı.

Doktor Cemal bir sevda hikayesi(TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin