Bölüm 39

138 21 43
                                    

Aldığı sonucu ellerini yakıyordu. Yırtıp atmak istedi bir an. Ama yapamadı, açmaya mecburdu. Beynindeki sorular ancak o zaman son bulacaktı.  Zarfı alıp odasına mı gitsin, dışarı mı çıksın diye bir süre düşündü. Belki burada- labaratuvarın kapısının önündece açsın. Hayır, bunu yapamazdı, sonucun ne olduğunu bilmiyordu. Arkadaşı için aldığını söylediği sonucu burada açarsa rezil olurdu.  En iyisi dışarı çıkmaktı. 'Arabayla sakin bir yere gider, öyle açarım.' diye düşündü. Hastaneden çıktı, zarfı açmadan ön koltuğa bırakıp direksiyona geçti. Aynı yere- kalbinin sesini, çığlıklarını dinlemeye söz verdiği sahil'e sürdü arabayı.

     Dalgalar bu kez sakindi, anne babalarının sevgisinden razı küçük balıklar, tabii ki hala onların ne denli egoist, bencil olduklarını bilmiyorlardı. Daha yeni doğmuşlrdı. Taşların arasına sokularak  onları sarıp sarmalayan, besleyen 'babaları'nın- denizin henirtisini dinliyor, 'uyandırmasınlar' diye yavaş yavaş, birbirleriyle dalaşmadan annelerinin- kıyının 'koynuna' sürtünüyor, 'biz de buradayız, bizi unutmayınız' der gibi yüzüyorlardı.

Bir süre elinde zarf küçük balıkları seyretti. Dupduru suyun içinde küçük taşların renklerine takıldı gözleri.

'Zengin kalpli deniz' dedi 'herkese koynunda yerin var. Bana da yer verir misin koynunda?' dedi. Zarfı  bir taşın altına bıraktı.  Ayakkabılarını, üstünü çıkardı. Suya atladı. Yüzdü bir süre. Arınıyormuş gibi yüzdü, yüzdü. Balıklarla yarışıyormuş gibi hissetti bir an, derinlere daldı, suyun altında kalmayı denedi. Suyun  yüzeyinde  arkası üste uzanıp sakince durmayı denedi. Böyle durmayı babasından öğrenmişti. Göbeği çatlamıştı öğretene kadar.

"Nasıl durabiliyorsun  öyle babacığım, bana da öğret,  lütfen." diye her denize gittiklerinde kafasını şişirmişti babasının.  Sahilde bir yazlık evleri vardı. Babası  oraya  ne emekler vermişti. Apşeron'a özgü incir, üzüm zeytun ağaçları vardı küçücük bahçesinde.  Çocukluğunun yarısını köyde, yarısını burada geçirirdi. Cemal için köy neyse,  sahildeki evleri de oydu. Gençliğinde de çok gelirdi. Aysel'le de gelmişti bir kaç kez. İşte şu kayanın üzerine çıktığında görünüyordu. Bahçesinde çalışmaktan zevk alırdı Afik Bey. Belki de en sevdiği meşguliyetiydi.  Köydeki bahçenin yanında buradaki küçük kalırdı  ama değerliydi. Burasını kendisi yapmıştı sıfırdan. Manevi değeri olduğu kadar maddi değeri de büyüktü. Bakanların, devlet büyüklerinin yazlıklarıyla aynı sokaktaydı, o yüzden. Kaç kez satmasını istemişlerdi. Ne kadar para istiyorlarsa, vereceklerini söyleyen müşteriler çıkmıştı ama yine de satmamışlardı. Ama  mesele borç olunca satmak zorunda kalmıştı. Aysel'e olan borcunu, hem buranın hem de diğer evin parasıyla kapatmışlardı.  Oturdukları  evi de o zaman satmıştı.  Borcu ödemiş, kalan kısmına şimdi oturdukları -  şehrin merkezinden  biraz uzakta  bulunan evin peşinatını ödemişti.

Hasretle baktı yazlıklarına. Kayanın üstünden suya atladı. Çocukluğunda  olduğu gibi yüzdü bu kez, ellerini kollarını sağa sola hareket ettirerek batıyor gibi yaparak yüzdü. Bunu  yaptığında batıyormuş gibi geliyordu her defasında babasına, telaşlanıp ardınca atlardı denize, annesinin çığlıklarıyla alıp getirirdi. Şaka yaptığını öğrenince 'bir daha bırakmayacağım denize' diye çok kızardı. Yine aynı şeyi yaptı;  kollarını ayaklarını suya acemice çarpa çarpa  yüzdü. Yorulduğunda suyun altına daldı, bir süre nefessiz kaldı. Sonra nefes almak için kafasını çıkardı, yine batıverdi dibe, sakince durdu suyun altında. Bir daha kalktı, nefes almak için başını çıkardığında karşısında heyecanla

"iyi misiniz?"diye kollarına yapışan bir kız duruyordu.  Cevap vermeye mecal bulmamış kız onu sürükleyip sahile çıkarmıştı bile.

"Ne yapıyorsun, hanımefendi, kollarının gücünü göstermeye başka yer bulamadın mı?" diye ayağa kalkıp kızı azarlayınca kız dayanamayıp;

Doktor Cemal bir sevda hikayesi(TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin