Bölüm 12

262 47 73
                                    

 Kapının açılmasıyla sanki rüyadaymış gibi, gözlerini açtı, başını kaldırdı, etrafına baktı. Hatıralarından hemen ayrılamadı. Önce nerede olduğunu kestirmeye çalıştı.

 'Çocuk muydu, büyük müydü? Burası neresiydi?' der gibi şaşkın şaşkın, açılan kapıya baktı.   Abdullah elinde dolu bir tepsiyle odanın ortasında duruyordu. 

"Öğle olmuş demek...Zaman ne çabuk geçiyor." dedi içinden. Burada, bu halde zamanın hızlı geçmesinden şikayet edeceğini aklına getirmezdi. 
'Konu yaşamak olunca, sözkonusu hayatın olunca böyle oluyor her halde' dedi bir daha kendi kendine. Boğazı düğümlendi, kalbi sıkıştı. Abdullah'ın getirdiği yemek dolu tepsiye takıldı gözü. Tepsi hayret edecek kadar doluydu.   Günlerdi fasulye, mercimekti yedikleri en güzel yemek. Ama şimdi et bile vardı tepside. Salata meyve, üstelik  çay bile getirmişti. Tepsideki yemekleri gören  Anna;

"galiba insafa geldiler" deyip  Cemal'e baktı ve devam etti.

"Hadi gel yiyelim, kaç gündür buradayız, kuru ekmekten başka bir şey geçmedi boğazımızdan"

"Sen ye, benim canım istemiyor"

"Baksana, anne yemeği gibi gibi, her şey getirmişler, hadi gel, belki de son yemeğimizdi" dedi ve güldü.

"Son akşam yemeği" diye tekrar etti Cemal. "Hazreti İsa'nın havarileriyle yediği son akşam yemeği gibi. Bİzim de ölüm vaktimiz gelmiştir her halde" diye mırıldandı  dudağının altında. 

Anna'yı süzdü

'Acaba bu kız farkında mıydı olanların? Anladı mı yoksa?' diye geçirdi içinden.  Yüzünün ifadesinden her şey anlaşılıyordu. Anna anlamıştı yolun sonuna geldiklerinin. O yüzden dalga geçiyordu durumlarıyla.

Doğruydu, Anna olanların farkındaydı.  Sabahtan beri halden hale giren Cemal'in durumuna bakıyor, neden böyle yaptığını anlamaya   çalışıyordu. Şimdi de söylediği sözle  bakışlarındaki anlam birleşince ve de söylediklerini onaylar gibi  tekrar edince  her şey açığa kavuşmuştu.  Tam emin olmasa da ölümlerinin yakın olduğu kesindi. Sabah konuşulanlar onlar hakkındaydı. Belki öleceklerinden bahsetmişlerdi.  Evet öyle olmalıydı. Bu kadar saati nasıl dayana bildi ona söylemeden. O da insandı, sabrın da bir sonu vardı.

Cemal'in yüzüne baktı; siyah dalgalı saçları birbirine yapışmış, sakallları uzamış, üstü başı dökülmüştü, kirden rengi bilinmeyen mavi kot pantlonunun yırtıklarından dizleri görünüyordu, gömleğinin düğmelerinin bazıları kopmuş, buruş buruştu.

Sanki ilk defa görüyordu onu bunca zaman sonra. Cemal'in durumu kendini hatırlattı ona, inceler gibi bir de kendi üst başını süzdü: Geldiği ilk gün ona verdikleri siyah çarşafın rengi boğulmuştu. Grileşmiş beyaz tişörtü, kirden rengi belli olmayan pantalonu hala üstündeydi" Sahi bu pantalonunun rengi nasıldı?" diye düşündü. Sarı saçlarının kıvrımları kireç gibi olup birbirine girmişti. Parmaklarını  saçlarında gezdirdi. Saç telleri birbirlerine dolaşmıştı. Kendinden tiksindi. Suya hasretti. Önce götürüldükleri yerde,  köydeyken  örgüt üyelerinin içinde kadın da vardı. Bir kez yıkanmıştı. İhtiyaçlarını ona söyleye bilmişti. Kötü davransa da istediklerini getirmişti. Diğer yerde de bazen kadın elemanlar görünüyordu. Ama bir haftaydı Abdullah ve iki kişi dışında kimseyle karşılaşmamışlardı.

 Bu gün ne tesadüftür ki bir kaç kişi daha gelmişti. Uzun süre sohbet etmişlerdi kendi dillerinde. Kapıya yaslanınca onları duya bilirdin. Cemal de öyle yapmıştı. Dinlemişti onları. Nedense konuşmaların ardından bembeyaz kesilmişti, dudaklarının rengi kaçmıştı, titremeye başlamıştı hummalı gibi aniden. Ne yapacağını şaşırmış uzun uzun Anna'ya bakmıştı. Anna bir süre sonra Cemal'in aslında ona bakmadığını, sadece gözünün takılı kaldığını fark etmişti. Ona ne duyduğunu sorunca da yüzünü duvara dönüp;

"hiçbir şey, hiçbir şey duymadım, önceleri ne konuşuyorlardısa yine de aynı şeyi konuşuyorlardı" demişti. Şimdi de yemek getirmişerdi. Bunca günde getirmedikleri yemeği koymuşlardı önlerine. Cemal hiç oralı değildi, yemeklere gözünün ucuyla da bakmıyordu.

"Cemal,  hani sen diyordun ya bana 'çıkmayan cana umut çoktur' diye. Bak, nefes alıyoruz hala, yemeğimiz bile var önümüzde. Umudumuz var hala. Yemeğini ye belki gereğimiz olur. Kim bilir, belki biri çıkar kurtarır bizi. Sen demiyor muydun Allah sabredenleri -sever diye" Cemal boş ve anlamsız nazarlarla Anna'ya baktı ve kaç saatden beri ilk kez konuştu:

"Hiç sanmıyorum, bizim için bütün yollar tükendi. Belki de son nefesimizdi aldığımız." sustu biraz derin derin nefes çekti:

" Allah böyle istedi her halde."

Anna Cemal'e yaklaştı, kelepçeli ellerini  kaldırıp Cemal'in sakal basmış yüzünü, saçlarını okşadı parmaklarıyla, başını göğsüne yasladı:

"Biliyor musun, artık ölümden korkmuyorum, sen de korkma. Kaderimiz neyse onu yaşayacağız" Cemal indirdiği göz kapaklarını kaldırdı ona baktı acı acı.

"Ne hissedeceğimi bilmiyorum, bir boşluğa düşmüş gibiyim, ne açlık, ne susuzluk hissediyorum. Hiçbir şey düşünemiyorum. Kafam balon gibi, yavaş yavaş şişiyor, patlıyacak sanki."

Uzun sessizliğin ardından Anna konuştu:

"Hadi, gel bir şeyler yiyelim" Cemal

"Hayır, sen ye" deyince Anna da eski yerine duvarın dibine çekildi. 

Aniden kapı açıldı. İçeri giren Abdullah bir lokmasına bile dokunulmamış tepsiye bakıp, onlara doğru eğildi kısık sesle;

"Neden yemediniz yemeğinizi, kaçmanız için size güç lazım olacaktı" Anna Abdullah'ın onlarla dalga geçtiğini düşünüp  yüzüne tükürdü. Abdullah koluyla yüzünü sildi, ardından Anna'ya bir tokat patlattı. Cemal ayağa kalkmak istedi, Ayakları ve elleri bağlı olduğundan zorlandı.

"Utanmıyor musun? Kadına mı gücün yetiyor, sıkıysa gel beni vur" diye bağırdı. Abdullah bir iki tokat, tekme de Cemal'e vurdu. Cemal tokatın ve tekmenin etkisinden ağzı üste yere düştü. Abdullah kolundan tutup onu kaldırdı ve kulağına eğilip yavaşça;

"kaçmaya hazır ol" dedi ardından kulağına bir şeyler fısıldadı. Bu arada iki kişi içeri girmişti. Doktorları döven Abdullah'ı kolundan tutup dışarıya çıkardılar. Birisi Abdullah'a ölümü yaklaşan insana neden böyle davrandığını sorarak  bağırdı. Abdullah kadının ona tükürdüğünü, bu adamın da ona destek çıktığını söyledi. 

"Onları bana vereceksiniz görecekler ölüm nasıl olur." diye tehditle söylendi, bağırdı çağırdı. Adamlar dışarı çıkarken tepsiyi içerde bırakmışlardı. Cemal Abdullah ve diğer iki kişi çıkınca  tepsideki yemeklere daldı. Anna'ya baktı:

"Hadi gel, ye, hepsinden ye" diye göz kırptı.  Anna Cemal'deki ani değişikliğe anlam veremeden tepsiye yaklaştı, kaç gündür kuru ekmekten başka bir şey yemediğinden aç olan karnını doyurdu ve kenara çekilip duvara yaslandı, iştahla yemeklere saldıran Cemal'i izlemeye koyuldu. Elleri kelepçeli olduğundan iki elini birden yemeğe daldırıyor, ikisini birden ağzına götürüyor, arada bir sakalını ve ağzını gömleğinin koluyla siliyordu. Bu halde tepside ne vardısa sildi  süpürdü.

Doktor Cemal bir sevda hikayesi(TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin