Bölüm 17

207 39 73
                                    

 Tahta çivilenmiş pencereden bölük pörçük süzülen ay ışığının önce yavaş yavaş  azaldığını,  ardından tamamile yok olduğunu, yerini  gün ışığına bıraktığını izledi. Saatler geçtikçe  Abdullah'ın yalan söylediğini düşünür, manasızca umuda kapıldığından dolayı kendini azarlıyor, az geçmeden yeniden bir umut ışığı beliyordu içinde. "Ya doğru diyorsa"diye  kendi kendini teselli ediyor arada bir "ya Sabır "diyerek dudaklarının altında  bildiği duaları mırıldanıyordu.   

Uzaktan  uluma, ardından horoz sesleri duyuldu. Yer yer  duyulan ezan sesinin nidalarıyla sabah namazı vaktinin geldiğini anladı. Dışarıdan gelen takırtlar, araba motorunun çıkardığı gürültüler,  tek tek atılan kurşun sesleri. Dün sabahtan beri geçirdiği hissleri; önce ölüm korkusu, ardından umutlanması, daha sonra kırk günde edemedikleri  sohbeti bir kaç saate sıkıştırdıklarını hatırladı. Köşede atılmış kirli bir döşeğin üzerinde ellerini yüzünün altına koymuş her şeyden habersiz küçük çocuk gibi  uyuyan Anna'ya takıldı gözleri. Sabaha kadar uyumamış, yatağında dönüp durmuştu.  Sabah üzeri sızıp kaldığı tüm halinden belliydi. Gözlerini sıkı sıkı kapamış, yüzünde uykusuzluğun  yorgun ifadesi vardı.  Kapının dışından gelen adım seslerini bazen bir fısıltı, bazen gülüş, bazen de tartışma seslerinin izlemesi diğer odada ikiden fazla adamın olduğunu gösteriyordu. Cemal dün Abdullah'ın onlara yalan söylediğini düşündü:

"Bu kadar eşkiyanın içinden bizi nasıl kaçırabilir, yalan söyledi, Allah kahretsin." 

Anna Cemal'in söylediği son kelimeleri duymuş, gözlerini açmıştı.

"Ben inanmamıştım, ama doğru olabileceğini hayaletmem bile güzeldi" dedi Cemal'in uykusuzluktan şişmiş gözlerine bakarak:

"Sababaha kadar uyumadın, bekledin "değil mi?

"Evet"

Anna gözünü Cemal'in karmakarışık saçlarında gezdirdi, bakışlarıyla karşılaşınca olanların suçlusu oymuş gibi gözlerini  kaçırdı.

 Dışarıdan gelen takırtı seslerinin çoğaldığını, heyecanlı konuşmaların arttığını, arada bir "emir", "komut" gibi lafların, kelimelerin geçtiği konuşmalar duydu. Arabanın  kapısı açıldı, kapandı, motoru çalıştı ve uzaklaştı. Az geçmedi  kapıya yaklaşan birinin adım seslerini, çevrilen anahtarın şıkkıltısı izledi ....

 Abdullah'ın odaya girmesiyle her ikisi aynı anda doğruldu ve ardından soru dolu balkışlarını ona yöneltti. Abdullah önce tereddüt eder gibi duraksadı ne diyeceğini bilmedi, daha sonra

"haydı, hazırlanın,  vakit geç olmadan çıkmamız lazım, her an dönebilirler" diye elindeki su dolu mataraları onların üzerine fırlattı. Duyduklarına inanamayan gözlerle karşılaşınca yineledi.

"Gidiyoruz"  

Cebinden çıkardığı  anahtarla önce Cemal'in, daha sonra Anna'nın ayaklarındaki zincirin kilidini açtı. Anna Abdullah'ın zinciri çıkarırkenki aceleciliğinden inciyen ayak bileklerini geri çekti, yüzünü buruşturdu. Adam bir anlık Anna'ya baktı, hiçbir şey demeden kemerindeki bıçağı çıkarıp önce Anna'nın, daha sonra  Cemal'in bileklerindeki  plastik kelepçleri kesti. 

"Hemen çıkmamız,  buradan uzaklaşmamız gerekiyor" dedi ve ardına bakmadan dışarı çıktı. Anna matarayı yerden alıp 'yanıldık' der gibi Cemal'e baktı, Cemal de aynı ifadeyle karşılık verdi.  Abdullah'ın ardından dışarıya çıktılar. Sırtında büyük bir çanta almış , omuzuna  geçirdiği Kalaşnikof'u bir eliyle kavramış  Abdullah, diğer elinde tutduğu tabancayı Cemal'e uzattı.

"Al sende kalsın, gerekebilir...Acele edin" dedi ve  binanın arkasına dolandı. Arkada bir beton duvarla kamufle edilmiş  küçük bir kapıyı  anahtarla açtı. El feneri ile  içeriyi kontrol etti. Önce kendisi, ardından doktorlar orada onların neyi beklediğini bilmeden aceleyle karanlığa daldılar. Önce  dağdan iner gibi aşağıya doğru  4, 5  metre derinliğe kadar  vardılar, daha sonra  bir süre dümdüz gittiler. Karanlık tunelin aydınlandırılması için kullandıkları  el fenerini Abdullah kendisi tutuyor, önde gidiyordu. Bu tuneli henüz fazla kullanmadıklarını söylüyordu: 

Doktor Cemal bir sevda hikayesi(TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin