Bölüm 28

161 27 39
                                    


     Şehirde zor kalkabildiğin sabahları  güneşle beraber karşılarsın köyde. Kimse seni uyandırmak için çaba sarf etmez. Sabah ezanıyla beraber, doğanın  seni selamlayan ve sabaha sesleyen sedasıyla  huzurla uyanırsın.  Zor duyulur o sesler şehirde  her mahalleden, sadece kulak kabartınca uzaklardan süzülüp gelen o ilahi melodinin sesini duyar gibi oluyorsun, ya da duyduğunu sanarsın o kadar.  Zamanla  o sanmalar da kaybolur. Buradaysa başkaydı. Daha önceleri babaannesi söylerdi, ama ehemiyet vermezdi. Gülüp geçerdi bir yaşlı kadının inançları gibi. Üstelik öteki çocuklar gibi, hatta gençler gibi   din işlerinin ancak yaşlılara göre bir şey olduğunu sanardı. Hacıların kitaplarda kaldığı, hocaların ise "Molla" tabiriyle cahil diye aşağılandığı ve Celil Memmedguluzade'nin yazdığı "Ölüler" oyunundaki haliyle "ölülerinizi dirilteceğim"  diye, ya da ondan önce Ahundzade'nin "Hekayet-i Molla İbrahimhalil Kimyager"adlı oyunuyla  insanların varını yoğunu elinden alıp "paralarınızı altına çevreceğim" diye soyan tiplerden olduklarını "biliyordu". Din işlerinin gençlere göre bir  iş olmadığını yaşlılar da kabul etmiş olsa gerek  ki, komşu köyün yaşlı Ahundu Hacı Muhammed'in  torunu Muhammed'in Samarkand'da okuyup  bir din adamı olmasını garip bir şaşkınlıkla karşılamışlardı. Artık yaşlılar  geri plana itilmiş, onlardan aldıkları bilgileri eksik saydıklarından tüm taziye evlerine o genç çocuk götürülüyordu. Garip bir açlıkla sohbetlerini dinliyorlardı.  Zamanla- her iyi şeyin insanları kendine çektiği gibi- bu güzel sohbetler de insanları mıknatıs gibi kendine çekiyordu. Küçücük çocuklar ve gençler genç hem de "Kafkas Muselmanları İdaresi"nden onaylı  Ahund'a özeniyorlardı. Yaşlılar her yerde o gençten gururla bahsediyor "beni ölürken o kaldırsın" diye vasiyette bulunuyorlardı. Cemal o eski çocukluğundaki şimdi yaşlanmış olan, ama o zamanki genç Ahund'u dinlemenin verdiği hazzı hatırlayınca;  

"Gerçekmiş demek" dedi kendi kendine. Horozların, tavukların, hatta haşeratların bile aynı saatlerde çıkardığı sesler boşuna değilmiş. Ya uzakta uluyan çakallara ne demeli. Peki ya  kuşlara? Hepsi aynı  saatte  mı uyanıyorlar. Duymadın mı ağaçların  yaprakların Allah'ı   zikrettiğini. Dağlar, taşlar, ağaçlar, çiçekler, böcekler küçük haşerat dahil tüm hayvan ve insanlar- yeryüzünde hareket eden her şey ve bunlara ilave olarak gök sakinleri ne varsa tamamı Allah'ı zikrederler. Minicik kuşların küçücük kalplerinden dökülen o nağmeler hakka teşne olduklarını göstermiyor mu? Genç Ahund'un sözlerini hatırladı ta o yıllardan süzülüp gelen

"Ayet-i Kerimelerde: 

'Görmüyor musunuz, uğruna Ben'i terk ettiğiniz dünya bile aslında Ben'i zikrediyor ve Ben'im ilahi hükümranlığıma tam bir teslimiyetle boyun eğiyor.' mesajını verirken biz ne yapıyoruz? Nasıl unuturuz Allah'ın hep yanımızda olduğunu. Onun sevgisinin her şeyden üstün olduğunu."

  "Gaflete düşmüşüm. Dünya haline kanıp gaflete kapılmışım..." dedi kendi kendine.

Ayağa kalktı, dışarı çıktı, sabahın alacakaranlığında yankılanan Ezan'ın son sedaları okunuyordu. Derin derin nefes aldı.

 "Çok şükür" dedi. 

"Beni onca beladan koruyan, nice nice  badireleri atlatmama yardım eden Allah, ateşin, kurşun yağmurunun   içinden kurtaran Allah, affet beni" diye yalvardı gökyüzüne ellerini açarak.

Abdestini alıp evlerinin hemen hemen ikadımlığında bulunan Camiye gitti. Camide  imamdan-aynı zamanda da müezzindi-ve  iki kişiden başka kimse yoktu. Namazını kıldı, duasını yaptı, tevbesini etti. İçini bir huzur kapladı,  kalbinde konuçlanmış asi duyguları yerini saf bir hüzne bıraktı. Biliyordu artık, zamanla onu da yolcu edecekti.

Doktor Cemal bir sevda hikayesi(TAMAMLANDI)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin