KAÇIŞ

230 25 2
                                    

Masanın üzerinde duran,sigara paketini ve çakmağını alıp kalktı.Kapıdaki askılı duran deri ceketini giydi.Uzun kumral saçlarını geriye doğru yatırdı.Bayırdan yukarı çıkıp caddeye kadar yürümeye başladı.Taksi çevirip Çağının evinin adresini verdi.Taksi geldiği yerde durunca parayı uzatıp,dışarı çıktı.Ağır adımlarla,takip ediyordu ayak izlerini.Kapısını tıklayınca çok geçmeden açıldı.
   "Çağın,sen ilk önce benim eve uğrayıp araba işini hallediyorsun.Sonra Eskişehir'de ev satın al.Ben para işini halledeceğim.Mekana gelmeyi unutmuyorsun.Bu gece otelde kalacağız.Sabahın erken saatinde fırlıyoruz bu cehennemden."
   "Tamam,Sen acele et !"
Aynı anda çıktılar.Çağın motoksikletin anahtarını Ardıç'a doğru fırlattı.Motora geçip koltuğun üstünde duran kaskı alıp taktı.Motoru son hızla sürmeye başladı.Arabaların korna seslerine aldırış etmeyerek,aralarından su gibi sızıyordu.Mekana doğru geldiğinde,motordan indi.Kapının güvenliğini sağlayan adama,kaskını çıkarmadan ilerledi.Adres sorma bahanesiyle yanına yaklaştı.
   "Bakar mısın, bildiğin banka var mı açık ?"
Adam yanına gelip tarif edecekken belinden silahını aniden çekip alınca neye uğradığını şaşırdı.Elindeki silahı ona doğru uzatıp,koşup boynuna geçirince yere yığıldı.Hızlıca harekete geçti.Mekanda ki rezervasyon yeri,içki satan tarafa doğru geçti.Koltukta esmer,siyah mini elbiseli kızla yiyeşen adamı gömleğinden yakalayıp içki standına doğru itti.Raflarda ki içki şişeleri yere dökülürken,adam ne olduğunu anlamadan,sinirle sendeleyerek bir hışımla  gelmeye başladı.Yerdeki şişeyi alıp kafasında kırınca,diğer adam kavgaya dahil olup adamı yumruklamaya başladı.İçeride ki insanlar can havliyle kaçıyordu.Adam telefonunu çıkarıp polisi arıyınca vakit kaybetmeden yukarı çıktı.Kafasını sağa sola çevirdiğin de adam oraya doğru geliyordu.
   "Seni  piç kurusu !"
Suratına yumruk indirdi.Çağın eliyle işaret yapınca,yanına hızlıca koşup sırtından atlayıp çatı katına çıktı.Çağınıda tutup bir hışımla yukarıya çekti.
Cevap vermeden çatıya çıkıp yangın merdivenini kullanarak aşağıya inmeye başlayınca,zemin sanki alev alıyordu.En alt depoya vardığında odanın kapısını açıp,kasanın şifresini girdi.Şifreyi ona güvenerek vermesi aptalcaydı.Güldü.Paraları masanın üstünde duran çantaya koydu.Hızla ilerleyip,merdivenlerin acil çıkış kapısından yöneldi,zaman peşinde koşan eli silahlı adamlar gibi oyun oynuyordu sanki Hızlıca yangın merdivenini kullanarak aşağıya indiler.Alt köşe de yere dökülen şişeleri temizleyen Arsen'i görünce,hızlıca koşup bileğinden sertçe tutup peşinden sürükledi.Bağıracağı sırada Çağın elini ağzına koydu.Kasklarından bir şey görünmüyordu.Tam kapının önünden duran adamın onları gördüklerini görünce bir hışımla silahın arkasını burnuna geçirince, adam acıdan inleyince hızla mekandan uzaklaştılar.
"Belimi sıkı tut tamam mı?"
"Siz kimsiniz?Lütfen bırakın beni."
  "Sıkı tut sen sadece,ölmek mi istiyorsun burada?"
Kasktan gelen boğuk sesli adama baktı.
Kollarını sıkıca vücuduna sarıp,gözlerini kapattı.Kapının önünde duran polis arabalarının ışıkları,kavga sesleri,telsiz sesleri olayın ciddiyetini kavratıyordu.Kaskını çıkardı.Elindeki silahı beline yerleştirdi.
   "5443 merkez,Balgat Caddesi,hotelde kavga var."
   "Anlaşıldı,çevre güvenliği sağlayın,uzman ekip gönderiyorum."
  "Merkez,acil gönder ağır yaralılar var."
   "Anlaşıldı merkez."
Telsizden gelen sesler,olayı derin hale getiriyordu.
  "Bırak beni sende kimsin?"
Engellemeye çalışıyordum ama gücü çok fazlaydı.
  "Bırak beni ne olur."
  "Benim minik.Direnme sadece sıkı tutun bana."
  "Sen mi?Ne hakla geldin buraya?"
Kolumu sıkan güç sayısı artmıştı.Polis arabasının arkasından ilerledik.Arabanın kapısını hışımla açıp,adamın boynunu tutup kolunu boynuna dirsek atıp bayılttı.
   "Bin.Çabuk !"
   "Hayır,zerre güvenim yok !"
   "Bak karar senin,ama başka seçeneğin var mı sence?Gidiyorum karar senin."
   Haklıydı ama ona güvenmek istemiyordum.
Bağıracağım sırada eliyle ağzımı kapatıp,belimi tuttu.Arabanın kapısını açıp oturttu.Hemen sürücü koltuğuna geçti.Arabayı çalıştırdı.Arabanın kapısını açacekken süratini daha da hızlandırdı.Mekandan uzaklaşmıştık.
   "Ne diye beni kurtarıyorsun ki?"
   "Öyle olması gerekli !"
  "Minik kuşum benim için lütfen,seni böylece burada bırakamam."
Çağın'a baktım.
   "Senin için."
Çağın'nı gösterdim.
   "Neden öyle oldu,bunu düşünmemiştin dün?"
Gülerek tepki veriyordu.
  "Bana soru sormazsan sevinirim."
Sesi çok yüksek çıkmıştı.
  "Peki."
Ardıç direksiyonu sıktı.Aramızda derin bir sessizlik oluşmuştu.Kafama cama doğru yasladım.Belki son geceydi bu şehir benim için,alışık olduğum bu şehrin,sokaklarını son kez görecektim.Yaşını doldurmuş bedenim,usul usul terk edecekti kaldığı yetimhaneyi.Belki düşünmeye zorlasam zihnimi,aklımın köşesinden bile yolu geçmiyecekti terkederken burayı.Ne garipti içimdeki ölmüş kokmuş cesetleri,hak ettiği toprağa gömememek?Ne anlamı vardı ki içimde çürümesine izin vermemim?Hiçbir anlamı yoktu.Sarı ışıkları yanan bir otelde durmuştuk.Tabelası göze o kadar çok çarpıyordu ki imkansızdı okuyamamak.Ardıç arabayı park etti.Deri ceketini çıkarıp yüzüme fırlattı.
   "Şunu giy!"
Bacaklarımın üzerine düşen deri ceketi alıp giydim.
   "Fermuarını çek !"
Fermuarını çekip,bedenime emanet gibi duran ceketi giydim.Arkasından ilerledikçe.Elindeki siyah çantayla ilerliyordu.Resapsiyona gitti.
  "Tek kişilik oda."
   "Hemen efendim."
   "Kaç gün kalacaksınız."
   "Sadece bugün."
Ardıç siyah çantayı masaya koydu.Parayı sayıp uzattı.Çantayı kapattı.
   "Hadi hızlı ol."
Arkasından ilerleyip odanın kapısında durduk.Koridoru çok genişti.Beyaz uzun kapıları ve altın rengindeki kollarıyla baya iyi dizayn edilmişti.Kartı okutup içeri girdik.
Karşımızda duran siyah perdeler,beyaz uzun yatağı,karşısında duran banyosu,küçük minik dolabı vardı.Duvarlar fil dişi rengi ile boyanmıştı.Tavanda asılan kristal lüks avize vardı.Ardıç kapıyı kilitleyip,anahtarı cebine koydu.
   "Duştayım.Uyu yarın erkenden Eskişehir'e gideceğiz."
   "Niye ?"
   "Sen uyumana bak !"
   "Ben yatakta yatmak istemiyorum,şu köşe koltuğuna yatarım zaten bir gün."
  "Nerede uyumak istersen uyu."
Banyonun kapısı yere düşecek gibi çarpmıştı.Derin nefes alıp,üzerimdeki ceketi çıkarmadan yatağa uzanıp,yorganı başıma kadar çektim.Gelen su sesi içimde oluşan duyguya ninni söylemek ister gibi akıyordu.Gözlerimden dökülen kadeh bardağımın acı tadını dudaklarıma vermiştim.Burnumun direğinden sızıp akıp giden gözyaşımın sesini tehdit ediyor,kısık kısık ağlıyordum.Neden ağlıyordum ki?Tuhaf gelen neydi?Evimden uzaklaşmak mi böyle hissettirmişti?Yoksa kurtulmak mı?Karşımda belinde gri renkte havlu sarılı olan Ardıç'a baktım,vücudunun belli yerlerinde dövmeler vardı,teni bembeyazdı,yanakları canlı kanlı bir pembeyi,uzun ıslak saçlarını kurutunca göz göze gelmemle arkamı döndüm
   "Anlat bakalım.Neden kaçtın prenses sarayından ?"
Söylediği cümleyi ezber yapmaya çalışıyor gibiydim.
  "Anlat hadi."
Eliyle dönük sırtımı dürttü.
  "Kaçmak istedim."
Burnumu çekmek istemiyorken,zanlı gibi yakalanmıştım.
   "O nasıl bir saçmalık.Gerçekleri söylemen daha iyi olur."
   "Pek değişik bir şey yok."
Geçiştirmeye çalıştığım kelimeler yaslanıp saydığı yerden göz ucuyla bakıp ,bulması gibiydi.
   "Anlat hadi.İyi dinleyiciyimdir. "
   "Babam ve annem yüzünden."
    "Nedeni ?"
   "Ailemin bana zarar veriyordu.Dayanamadım.Babamın ağır derecede psikolojik sorunları vardı.Annem umursamazdı beni.Kurtarılmaya ihtiyacım vardı ve bunu kendimden başka yapacak kimse yoktu.Düşünsene her olayda suçlusun ve hiçbir zaman haklı olamıyorsun.Babamın öfkesi benim,nedenini bilmiyorum gerçekten onlara zararım olmadı.Elimden ne gelir ki?Aşırı korkutucuydu.Sinirlendiğinde gözü gerçekten dönerdi,gözü kimseyi görmez canının yanacağını gerçekten umursamayan bir babanın kızıydım ben.Sürekli aşağılanmak nasıl bir his biliyor musun?,Küçükken oynacağım oyuncaklara bile karışırlardı,düşünsene oyuncağını seçme hakkın bile yok?Hayallerimi süsleyen her şeyi yok ederlerdi.Giydiğim kıyafeti bile seçmeye hakkım yoktu.Hiçlik hissi çok berbat bir şey,hayattaki varlığın hiç bir işe yaramasa,kimseye ya da kendine ne yararın olabilir ki ?Çok şey istmemeyi hatta hiçbir şey istememeyi öğrendim.Çünkü istedikçe,arzularım canımı yakıyordu.İyi değildim.Hem de hiç.Yok oluyordum,ölüyordum ama kimsenin umrunda değildi.Gözyaşlarımı saklarken kabuğuna yutkunmak çok zor bir eylemdi, kelimelerimi kelepçeliyor,sıkıyordu.Çok kötü hissettiriyordu bana."
Ağlamamı bastırabiliyordum,kontrol altına alabiliyordum ama bir sefer başarılı olamadan,ağlıyordum sessizce.Ardıç beni  kendine bastırıp,göğsüne bastırdı.
  "Geçecek.İnan bana alışacaksın.Bu kadar acıyı neden sana yaşattırmışlar anlamıyorum.Sanki seni canını yakmak için dünyaya getirmişler.Bende bilirim can nasıl yanar.Babanı dönmemek için zor tutuyorum kendimi."
Burnuma değen keskin nane kokusu,ciğerlerime nefes aldırıyor gibiydi.
Kafamı kaldırıp gözlerinin içine baktım.
  "Sana da bela oluyorum değil mi ?"
  "Çok konuşma,yoksa kurtlara yem ederim seni !"
Yüzüm de oluşan sırıtmaya anlam veremedim.
   "Kurt mu?Ormanda yaşamıyoruz biz."
   "Dışarda bir sürü kurt sürüsü var merak etme minik !"
Kollarından ayrılmak istediğim sırada belimi kollarıyla iyice sıktı.
  "Sana bir şey soracağım.Ama Çağına söylemeyeceksin."
  "Anlatacağın şeye bağlı !"
"Sonra konuşalım o zaman."
   "Söyle !"
   "Sonra."
Elini cebine sokup çakmak çıkardı.Saçımı tutup yanaştırmaya çalıştı.
  "Ne yapıyorsun.?"
"Bundan sonra itiraz edersen saç köklerini yakacağım !"
  "Yapamazsın."
  "Bak bakalım !"
Çakmağın sesini duyunca kafamı bir an çektim.
  "Tamam.Annenin neden öldüğünü soracaktım.Bir kız ismi sayıklamıştın,kabus görüyordun annenin adı mıydı?"
Çakmağı yere indirdi.Bir an durdu.
  "Bundan sana mı bahsetti?"
Ardıç'ın kaşları gözüme keskin hedef alıyor gibi çattı.
  "Senin bahsettiğini düşünmüş,bilmediğimi fark edince rica etti.Lütfen ona bahsetme bu konudan."
  "Peki."
  "Annen kaç yaşında öldü?"
Sulu gözlerle ona baktım.
  "Senin yaşındayken,on dokuzdun öyle değil mi?"
Başımı salladım.
  "Neden?"
  "Boşver nedenini."
Gözlerim büyüdü.
  "Kötü olmalı.Başın sağ olsun."
  "Teşekkürler."
Kollarını çekip yatağın başına doğru uzandı.Ellerini göğsünde birleştirdi.Gözüm dövmesine ilişti.
  "Dövmen hep dikkatimi çekiyor."
  "Pepukun mu ?"
  "İsim de mi koydun?Güzel isim."
Burnumu çektim.
  "Algin kuşları çok severdi.Bütün kuş türlerini bilirdi.Araştırmadığı,bilmediği kuş türleri yoktu.Pepuk efsanesini her gittiğimiz yerde heyecanla anlatırdı bana.Bilmek ister misin?"
Başımı salladım,Algin kimdi ki?Neden bana anlatmak istemiyordu?
"Köyün birinde anne baba ile iki çocuğu yaşarmış. Çocuklarının biri erkek, diğeri de kızmış. Bu ailenin herkesi imrendirecek derecede neşe, mutluluk ve sevinç içerisinde dilekleri gerçekleşir her şey gönüllerince olurmuş. Oturdukları köyde gayet sevilen bu iki güzel çocuk da gün gelmiş cıvıl cıvıl kuş sesleri, kuzu meleyişleri, dere çağlayışları arasında mavi ve yeşilin alabildiğine uzandığı yaylaların güzelliği içinde, boylu boyunca dağların eteklerinde bulunan ağaçların gölgeleri ve serinliği içinde güle, oynaya büyümüşler.
Taa ki günün birinde anneleri aniden rahatsızlaşıp ölünceye dek. Bu durum, ailenin tüm neşesini, huzurunu, mutluluğunu üzüntüye çevirip yok etmiş. İki kardeş de artık eskisi gibi ne gülmüş ne de sevinip oynamışlar. Her tarafa ağır bir yas ve sis bulutu çökmüş...
Bir müddet sonra evde aş pişirecek kimsesi olmadığı için babaları yeniden evlenmek zorunda kalmış. Evlenmişte üvey anneleri kısır olduğu ve de çocuğu olmadığı için çocukları hiç sevmez, düşmanca davranırmış. Fırsat buldukça kötülük eder, elinden gelen her zulmü yapmaktan geri durmazmış.
Hele babaları evden çıkınca onlara türlü türlü eziyetler eder, rahat yüzü göstermezmiş. Çocukları gece gündüz çalıştırıp, döver ve kimseye anlatmamaları için de korkuturmuş. Zavallı çocuklar bütün bu kötülüklere rağmen yine de babaları üvey annelerinin yaptıklarına inanmaz diye, çaresiz her eziyete katlanarak yaşamlarını sürdürme çabası gösterirmişler...
Babalarının yine evde olmadığı bir bahar günü, üvey anneleri iki kardeşe torba, bıçak ve kazma vererek dağa kenger toplamaya göndermiş. İki kardeş sabah erkenden evden ayrılarak kenger toplamak için dağın yolunu tutmuşlar. Abla bir bir topladığı kengerleri kardeşinin sırtında taşıdığı torbaya koymuş ve böylece de hava kararmaya başlayıncaya kadar kenger toplamışlar. Artık köye dönmek üzereyken
Abla, kardeşinin sırtında taşıdığı torbanın dolup dolmadığını anlamak için torbayı yere indirip bakmış ki ne görsün, torbada bir tek kenger yok. Bu duruma şaşıran iki kardeşten abla olan, 'Sabahtan beri topladığımız kengerleri gizli gizli yedin değil mi?" Biz şimdi eve nasıl döneriz? üvey annemiz bizi öldürür!..' deyip çıkışmış kardeşine.
Kardeşi ise 'Hayır abla, bana yemem için verdiğin bir tek kengerin dışında yemin olsun ki yemedim!' demiş. Ancak ablasını bir türlü inandıramamış.
Abla eğer hala bana inanmıyorsan istersen karnımı aç da bak!' demiş. Ablası almış bıçağı karnını yarmış bakmış ki kendisinin verdiği bir kengerin dışında midesi bomboş kardeşinin, meğerse kengerleri o yememiş! ... Kardeşi doğru söylemiş. Kardeşinin karnını dikmeye çalışmışsa da kardeşi oracıkta ölmüş.
Kardeşine inanmamakla hata yapıp onun ölümüne sebep olan abla, bu acı ve vicdan azabıyla neye uğradığını şaşırmış ve orada bulunan pınarın suyuyla kardeşini yıkayıp ağlaya ağlaya gömüvermiş. Gömütün yeri belli olsun diye de başucuna bir fidan dikmiş.
Eve döndüğünde kardeşini soran babasına. 'O biraz yoruldu oduncularla gelecek' demiş. Oduncular gelmiş, çocuk gelmemiş.
Genç kız bir yandan baba korkusu, diğer yandan vicdan azabıyla kıvrılmış, yanmış, tutuşmuş parça parça olmuş yüreği.
Kardeşine inanmamakla hata yapıp onun ölümüne sebep olan abla, bu acı ve vicdan azabıyla Yaratıcaya yalvarmaya, dua etmeye başlamış. 'Lütfen beni pepuk kuşu yap bu dağlara sal ki dünya döndükçe dağlardan dağlara kardeşim diye seslenip durayım!'
Efsane bu ya, o gece kızın dileği kabul olmuş. Genç kız o gece pepuk kuşu olmuş ve gidip kardeşinin başucundaki ağaca konup hep kardeşi için seslenip durmuş. Ve işte o gün bu gündür bu kız, pepuk kuşu olarak dağlarda oradan oraya dolaşarak, kardeşini öldürdüğü için herkese kendini ihbar eder durur:

Her bahar mevsimi kengerin yerden bitmesi ile beraber pepuk kuşunun acıklı ötüşü de başlar."
Ağzım açık bir şekilde ardıçı dinliyordum.
"Vay güzel hikaye,ezberinde olmasına şaşırdım."
Çocuk gibi dudak büzdüm.
"Unutmayı pek beceremem.Uyu hadi yarın erken kalkacağız !"
Uzun saçları yüzümdeydi.
"Koltukta uyuyacağım."
"Peki."
Kaşlarını çatıp saçlarını geriye doğru yatırdı.Gözlerimde ki teslimiyet kendini çoktan ele vermişti.Bir kol bedenimi sarsınca kalktım.
"Kış uykusuna yattın herhalde minik.Kalk !"
"Çok erken daha !"
"Erken değil güzelim,hadi bizim için gün yeni başlıyor kalk hadi."
İstemeyerek kalktım.Yarı uykulu gözlerime Ardıça baktım.Karşımda tekli koltuğa oturmuş,sabah gün yeni ayarken içki şişesini kafaya dikiyordu.
"Sabah sabah miden kabul ediyor mu viskiyi ?"
"Alışığım ben.Hazırsan gidelim."
"Kahvaltı etseydik."
"Uçakta yersin.Aç kalmazsın merak etme !"
"Nereye gidiyoruz ?"
"Eskişehir'e."
"Orada ne yapacağız.?"
"Öğreneceksin,şimdi değil minik hadi.
"Tamam."
Oteli terk edip kapımızın önünde duran taksiye bindik.Ardıçın telefonu çalınca ekrana baktım.

Buraya kadar destek olan siz okuyuculara minnettarım ❤️

İPE ASILAN HAYATLAR (DÜZENLENİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin