HALVET

73 4 0
                                    

Zihnimin içindeki odadaki karanlık,küf kokan tarafı kokluyordu.Geçmiş üzerime kirli dokunuşlarını bırakmıştı ve artık masumluk kelimesini tamamen öldürmüştü.Geçmişimin hiçte masum kalmaya isteği de yoktu.Bir insanın çocukluğu bu derece ölü olmamalıydı.Bir çocuk oyuncaklardan nefret etmemeliydi.Bir çocuk oyunları, kafasının içinde dünya üzerine kurmamalıydı.Kafamın içinde bu kadar düşünceyi nasıl taşıdığıma dair merak ediyordum.Bir zihin bir insanı ne kadar öldürebilirdi?İnsan dünyada yaşarken de Tanrı tarafından ölmüş sayılıyor muydu?İnsanlar ölürken dünyanında ruhunu alıp gidebiliyorlar mıydı?Dünyanın ihaneti insanlar üzerine kurulmuştu.Belki hayat istediğini alamadığı için bu kadar bencildi.Belki de biz hayata karşı yetersizdik.Kafamın içinde dönme dolap gibi dönen düşüncelerim durmak bilmeden duruyordu.Zihin nefes aldıkça anıyı ruha siper edecekti.Düşünüldüğü kadar can yakacaktı.
Saçlarımı nasıl topladığımı bilmeden aynadan görüntüme baktım.Gözümün altından bana göz kırpan morluklarımı kapatıp suyun sesiyle kendimi inceledim.Bunu on sekiz yaşımdayken hep yapardım.Kapının arkasına yaslanıp soğuk zemini hissettim.Soğukluk böyle miydi gerçekten?Ateşin sıcaklığı kadar mı yanıyordu içimiz?Yoksa yanma şekilleri farklı mıydı?İçimizdeki ruhların bir dünyası var mıydı?Çocukken bunları merak ederdim ve şu an bile devam ediyordu.Iflah olmayacaktı kendini tanımayan kız çocuğu tarafım.Kendimi bile bilmezken başkalarının beni anlamasını istiyordum.Çağın en son cesaret edemeden odadan çıkmasıyla birlikte yarım kalan geçmişim gibi,zihnimde yarıda kalan sorular evreni vardı.Elimi başımın arasına koyup dizlerimi sertçe yüzümü koyup kapattığımda karanlık evrenin benim için huzur getirdiğine inanıyordum.Her şey bu kadar zorken yaşamın bu kadar kalitesiz bir basitlikte beklememe rağmen İlahi güç kahkaha atıyor gibiydi.ayaklarım zemine vurmaya başlayıp bedenimin titremesine izin veriyordum.Şu an ne yaptığımı bilmek istemeyecek kadar yorgundum.Kapım sakin bir şekilde çalındı.
"Minik kuşum özür dilerim aklını karıştırmam benim hatamdı.Sadece kafamda bazı şeyleri kovmak için acele ettiğim gerçekler var.Hadi aç kapıyı ve sarıl bana."
Kafamı sessizce kaldırıp kapının ardında sesi,benim kadar yorgun çıkan Çağın'nı ses çıkarmadan dinliyordum.
"Lütfen minik kuşum cevap ver."
Elini kapıya koyup,parmaklarıyla kapıya ritim tutuyordu.
"Bak,anlayışlı bir kız olduğunu biliyorum."
Çağın derin nefesi soluyup iç geçirdi.
"Lütfen tamam benimle konuşma anlarım ama buradan çık."
"Arsen nerede?"
Ardıç'ın sesini duyunca kafamı kaldırdım.
"Biraz kavga ettikte lavaboda."
Ardıç'ın kavgacı ruhunu biliyordum ve şu an Çağının şu an kavga etmesini istemiyordum.Oturduğum yerden kalkıp kapıyı hızla açtım.
"Çokta büyületecek neden değil aslında."
Çağına bakıp gülümseyince kaşlarını çatıp verdiğim tepkiye şaşırmış şekilde bakıyordu.Gözleri boş bir şekilde yüzüme bakıyordu.
"Çocukluk mu yapıyorsun minik?"
Yüzündeki gülüş tebessüme doğru kaydı.Gülerken yanaklarındaki hafif gamzesi belli oluyordu.Onu o kadar çok sert bakışlı görmüştüm ki gülüşün bu denli yakışacağı aklımın ucundan geçmezdi.Ses etmeden sakince ilerleyip,adımlarımın bastığı yerde dönüp duruyordum.Sanki ayaklarım belli bir melodinin eşiğinden sarkıyordu.
"Bir şey söylemeden mi gideceksin?"
Bedenim usulca şu an odama çekilmek istese de,kavgacı yanımın hep olduğu gerçeği gözümün önüne koca bir kayaymış gibi çarpıyordu.Kavga ettikten sonra pişman olan tiplerdendim.
"Ne söyleyeyim ki?Affettim."
Zoraki gülümsememi suratıma maske yaparken ne kadar gerçekçi göründüğünü gösteren bir ayna karşımda olmalıydı.Elimi havaya kaldırıp dudağımı büzdüm. Şu an bunu yapmak geliyordu içimden.Gözlerim acıyınca iki üç kere kırpıştırdım.
"Affetmek bu kadar mı?Ah yıllardır bende bu kadar basit bir şeyi göremiyormuşum. Kesin aptalım."
Ardıç benimle dalga geçer gibi konuşuyodu.Elini alnına sertçe bastırdı.
"Yapılan hataya göre değişir.Ama ne kadar kötü olursa olsun kabullendiğin için nefrette edemiyorsun.Zaman bazen seni umursamaz bir et yığını yapabiliyor."
Gözlerimi kısıp ondan daha ciddi bir bakışla konunun ciddiyetini ateşe versemde, ağzı küle dönmüş gibi cevap veremiyordu.Zaferime karşı içime bir kadeh ısmarlayıp içten içe gülüyordum.Ardıç bir şey diyemeden donup kalmıştı.Sanki birini kaybetmenin tazeliğini yaşıyor gibiydi.Dudaklarını ıslatıp iç geçirdi.
"O yüzden cesaretin insanlar sana yön verdikçe ortaya çıkabiliyor.Aslında sen busun güzelim insanların sana fırsat verdiği kadar.Gerisi bir hiç bizim gibi."
Kafasını sola doğru çevirip tam odak noktamdan on ikiye atış yaptığında sertçe yutkundum.Ellerim sisli havayı dağıtmak istiyor gibi çırpınıyordu.O an ayak adımlarımın nereye gideceğini bilmeden sürüklenip gitmek istiyordum.
"Biliyor musun?Artık umrumda değil."
Ardıç gözlerime kendime olan inancımı kaybettiğim yerden bakmaya çalışıyordu.Gördüğü ruh halimin manzarası hangi kapıya güneş oluyordu bilmiyordum ama o güneşin beni hiç ısıtmadığı da kaçınılmaz bir gerçekti.Insan yanmazdı, insanın içi ateş almazdı insan ruhunun yetersiz oluşuyla beslenirdi. Ateş duyguları yakmazdı.Ruha dokunamazdı çünkü ruh bedeni sahiplenirdi ve başkasının canını yakmasına izin vermezdi.Tam öyle bir ruh hali ile iç içeydim.Ruhumun ölümsüzlüğüne mezar taşıydım sadece.
"Umrunda olmayan ne geleceğin mi?Emin ol umursamamak için çok erken minik."
Ardıç ellerini göğsünde birleştirdi.
" Biraz dinlensem iyi olacak."
Aynı adımlarla sessizce odamın sessizlik inine çekildim.Şu an bu sessizliğe ihtiyacım vardı.Kapıyı yavaşça kapatıp yatağıma uzanıp derin bir nefesi soludum.Gözlerim beyaz tavana manzara oluyordu. Çok geçmeden telefonum çalınca masanın üzerinde duran telefonu aldım.Eray'ın ismini görmeyeli zaman oluyordu ve bu korku tekrar damarlarımdan zihnime ulaşıp sinyal veriyodu.Çok hızlı nefes alıp verdiğim için boğazım kurumuştu.Dilimle ıslatıp yavaşça telefonu açtım.
"Güzelim sesini duymayalı ne kadar zaman oluyor?Özledim kurbanımı arada ara patronunu. "
"Konu ne?"
Direk konuya girmesini isteyerek soğuk ses tonuyla konuştum.
"Konu yarın konuşulacak seni alacağım ve bana uygun bir yer bul oradan alacağım seni.Senin canını yakacak bana heyecan veren meseleler var."
Eray o kaba sesiyle birde gülünce kaşlarımı çattım.
"Derdin ne ki senin anlamıyorum.Ardıç intikam alınacak kişi değil bence yalnış yapıyorsun. "
Çünkü Ardıç öyle biri değildi.Onun canını yakmışlardı ve geçmiş intikam almasa onu öldürecekti.
"Bak sen güzelime.Kafana yerleşen oyunlardan uzaklaş kız çocuğu.Kötü insanlar ve onları kötüye çeviren insanlar var bu gerçek.Sana hayat hakkında ders vermeyeceğim sen zaten bu dünyanın kurbanısın."
Eray yine o iğrenç kahkasını atınca bu konuşmanın bitmesi için yalvarıyordum şu an.Belki de haklıydı ben ve Ardıç bu dünyanın kurbanlarıydık.Kelimelerim söylemek istediği cümleyi yazıp sonra anlamını taşıyamayacağını düşünüp siliyordu. Telefon aniden kapanınca elimdeki telefonu sinirle sertçe fırlatınca aniden kapından giren kişinin ayağına sertçe çarptı. Baktığımda Ardıç fırlattığım telefona bakınca yutkundum.
"Senin neyin var minik?"
Ayağının dibine düşen telefonu alıp elinde çevirmeye başladı.Bir yandan da yanıma doğru geliyordu.
"Benimle paylaşmak istediğin bir konu olduğunu düşünüyorum soluk alışverişlerin hızlandı ve sen stres yapınca sinirli oluyorsun ve benim gibi insanları darmadağın ediyorsun.Tek farkımız şu sen bunu yaptıktan sonra pişman olurken ben olmuyorum."
Yanıma oturup keskin gözleriyle bana baktı.Gözlemi çok iyiydi ve bir insanı tanımaya başladığı zaman her özelliğini zihin defterine yazıyordu.
"Sadece biraz sinirliyim basit bir neden bence uyumalıyım."
Yorganın içine girecekken Ardıç başımın altına kolunu koyunca,bende tam yatacakken yüzlerimiz çok yakında olduğumuz için sıcak nefeslerimiz yüzümüze çarpıp duruyordu.Kirpikleri kesinlikle yüzünde en sevdiğim detaydı.Dudağına doğru baktığımda  kuruduğu için çatlayan ve yara olan kısma bakıyordum.
"Bana anlatacaksın sonra uyuyacaksın."
Sigara ve hafif alkol kokan nefesi burnuma çarpıyordu.
"Içtin mi sen?"
Kaşlarımı çatınca Ardıç kaş aramda kırışan çizgiye elini koyup bastırdı.
"İlk defa yaptığım bir şey mi güzelim?"
Teni ve sesi bu kadar yakınımda olmamalıydı.Aniden elini bastırdığı yere öpücük kondurunca kalbim zihnime tetiği çekmişti.Ritimlerim can çekişiyordu.Burnunu kaşıyıp, biraz da uzayan sakallarını kaşıdı.Sakallarını çok uzatmazdı ve genellikle hiçte kullanmak istemezdi.
"Nedeni ne peki?"
Ardıç kaşlarını çatıp eğilip burnumu sıktı.
"Buran çok fazla meraklı.Merakı sevmem bilirsin."
Burnumu sıkıp acıttığı için kollarını çekmeye çalıştım.
"Canımı yakıyorsun."
Burnumu sıkmayı bıraktığında hafif gamzesi belli olacak şekilde gülümsedi.
"Acıktın mı?"
Kafamı salladım.Bir şeyler yemek istemiyordum.Normalde canım sıkıldığı zaman yemek yiyerek düşüncelerimi bastırırdım ama bu seferki de farklıydı.İçimde kendime bile tarif edemediğim boşluk vardı.
"Hiçbir şey yediğini görmedim minik."
"Aç olunca yerim."
Tekrardan nefes aldım.Çok fazla düşününce başım sert bir kayaya dönüşüp ağrıtıyordu.Elimle oraya doğru nazikçe mesaj yapıp,yakınımda duran Ardıç'a doğru baktım.Berbat bir haldeydim ve ne yapacağımı bilememek beni yoruyordu.Belirsizlik beni yoruyordu.Gözlerimi kapatıp derin nefesi,nefesime nefes etmiştim.Sanki nefesim nefes almayı bile beceremiyormuş gibiydi.Sanki hayatım büyük ihanetin geçmişinde yelken açmış gibiydi.Ardıç sessizce yanımdan ayrılıp odayı terk etti.Yatağımda sağa dönerek gözlerimi kapatmam uykumu getirmiyordu.Yattığım yerden kalkıp odanın içinde turlamaya başladım.Çekmeceyi açınca en alt kısmında küçük bir çerçeve bulup almıştım.Resme baktığımda Algin bakır saçlarını güzelce taramış üzerinde mor kapşonlu tişörtüyle çeken kişiye doğru bakıyordu.O kadar kusursuzdu ki,bir adamın böyle bir kadına aşık olması neredeyse imkansızdı.Resim duygularıma siper olurken,odamda çekmecemde duran resime karşı göğüs kafesime batan acıyla resmi yerine koydum.O sırada kapım aniden açılınca gelen kişiye baktım.Ardıç tekrardan içeri girdi. Çıplak üstüyle elindeki beyaz havluyla saçlarını kurutuyordu. Altında ona biraz bol gelen siyah eşofmanı vardı.
"Çağın kahve yaptı içecek misin?"
Ardıç çekmecede oluşuma karşı zihnine anlam sinyalleri göndermeye çalışırken,kafasını kurutmayı bırakıp kaşlarını çattı.
"Ne yapıyordun sen?"
Dizlerime çöktüğüm yerden kalkıp ona doğru baktım.
"Telefonumun şarjı bitmek üzere olduğu için şarj kablomu arıyordum."
Aniden oradan kalkıp yakalanmama duaları ağzımın bir kenarında ödül verirken derince nefes aldım.
"Vazonun arkasında."
Ardıç kaşlarını çatıp işaret parmağıyla vazonun arkasındaki şarj aletini gösterdi.
"Bunu nasıl göremedin anlamıyorum."
Ellerini siyah eşofmanının ceplerine soktu.
"Bir an çekmecede olduğunu düşündüm.Zamanlaman güzelmiş fazla vakit harcamadım."
Ne kadar iyi veya kötü yalan söylemeye çalışıyordum bilmiyordum.Ardıç'ın göz bebeklerinin bir anda ayna olmasını istemiştim.
"Bir şeyler yer ve içersen zihnini toparlayabilirsin."
Odadan çıkınca elimi gögüs kafesime tutup hızlıca atıp duran kalp ritimlerimi yokladım.Yataktan kalkıp odadan çıkıp mutfağa doğru ilerlemeye başladım.
"Oğlum Izmir'de durumlar karışıkmış.Ural ayrıyetten kimseye söyleyemediği sebep yüzünden hastahanede kalıyormuş.İyi değilmiş ciddi sağlık sorunları varmış."
Mutfağa adım atmadan dinlemeye çalışıyordum.Ural Ardıç'ın üvey kardeşiydi ve yutkunmama neden olmuştu.
"Biliyor musun?Umrumda değil."
Çağın elindeki kahveleri masaya koyup,tost hazırlıyordu.
"Olmadığını zaten tahmin ettim.Sadece şunu da bilmeni istiyorum baban yanında ve her koşulda destek oluyor."
Ardıç masada duran kendi kahvesini yudumlarken, aniden öksürmeye başladı.
"İyi misin?"
Çağın elindekileri bırakıp Ardıç'ın sırtına vurmaya başladı.
"Ne dedin sen?"
Eliyle ağzının kenarını sertçe sildi.Bardağı ruhu gibi gelişi güzel masaya fırlattı.Tam düşecekken Çağın bardağı yakaladı.
"Cümlelerim ne dediğimi anlatıyor."
O sırada içeri girince Çağın bana doğru baktı.
"Kahve yapmışsın hazır mı?"
Içeri girip sandalyemi çekip oturdum.Çağın kafasını sallayıp sertçe yutkundu.Uzattığı kahvemi aldım.
"İyi misin sormaya fırsatım olmadı."
O da sandalyesini çekip oturdu.
"Bildiğin gibi duygularımda pek değişiklik yok."
Çok sıcak olan kahvemi üfleyerek yudumladım.Kahve bağımlısı bir insandım.
"Herkes kendini kötü hissediyor bari sen kendini iyi hisset.Bu enerjiye ihtiyacımız oluyor."
Çağın uzun olan saçını sıcaktan bunaldığı için geriye doğru yatırıp derin nefes verdi.
"Görüyorsun Çağın farklı dünyadan farklı bir dünyaya bakıyormuşum gibiyim.Zihnimin içindeki ve dünyadaki yaşam için iki farklı ruhum onu fark ettim."
Ardıç kaşlarını çatmış bir şey demeden beni dinliyordu.Ardıç ilk defa bana karşı sessizliği oynuyordu.
"Bu kadar her şeyi atlatan birine karşı çok iddialı konuşuyorsun.Ardıç her şeyi düzene sokup plan yapar ve zekidir de hatayı kabul etmez.Ama ulaşamadığı bir yer var ve orayı elde etmek istiyor.Yani böyle hisseden biri bile bu kadar ayakta durması hayret edici bir şey doğrusu."
Çağın haklıydı.Bu kadar kötülüğe karşı kimsenin canını yakmayışı hayran olunası bir özellikti.
"Evet."
Dudaklarım Çağın'a söyledikleri ile beraber katılırken,Ardıç arada mavi gözleriyle bana bakıyordu.
"Boşver gitsin.Sadece isteğim şu lanet mektuplar başka hiçbir şey umrumda değil."
Elini sertçe masaya vurdu.
"Önemli olan du bu Ardıç."
Çağın işaret parmağının mermisini hedefine yöneltti.
"Asıl gerçekler bundan sonrası.Böyle bir gerçeğe hazır mısın?Böyle bir hayata hazır mısın?Her şeyi bildikten sonra yaşamak şu an ki durumundan daha kötü olamaz bence."
Çağın sertçe sandalyesine oturdu.
"Öğrenmeden yaşarsam yaşayamam anlıyor musun?Annemin söylemek istediklerini bilmek istiyorum bütün bunları bilmeye hakkım var!"
Ardıç elini sertçe masaya vurunca bardaktan biraz masaya doğru damladı.
"Tabi ki var.Ama şu an değil her şey bak taze bu mektubu bile yeni öğrendin.Erayın seninle derdi var Ural Arsen'i sevdiği için yatak döşek.Sence ne kadar doğru zamanlama?Ve ayrıca baban Ural'a hala babalık yapıyor umuyorum farkındasındır."
"Kes sesini yeter!"
Ardıç masadan sertçe kalktı.
"Ural Arsen'ni sevmeye hakkı yok.Duygularını kirletmeye hiç hakkı yok buna izin vermem.O sadece benim."
Eliyle beni işaret edince ona doğru bakıp bu söylediği şeye karşı nefesim hızlanıp yanaklarıma cehennem kuruluyordu.Çağın bana doğru baktı.
"O senin sana kalan mirasın falan değil.O her şeyden önce bir kadın ve insan."
Çağının beni savunmasıyla ona karşı hafifçe gülümsedim.
"Fikirlerin ve söylediklerin gerçekten umrumda değil."
Ardıç mutfaktan ayrılınca Çağında kalkıp arkasından gitti.
"İhanetinden geriye kalan ne?İntikam arzusu bu kadar seni üzmüş olmamalı.Yani insan babasına zarar vermek isteyecek kadar nefreti nereden yakalıyor?"
"Bana bak!Senin hayatınla benimki kıyaslanamaz bile ve sen bana hesap mı soruyorsun!Bir insan karısını canından çok sevdiği bir insanı öldürmeye teşebbüs ederse o insanı nefretten ziyade dünyadan yok etmek istersin çok sevsen bile. Böyle olması gerekir."
Ardıç aniden bağırıp, Çağını göğsünden itince kumral uzun saçları yüzüne döküldü.
"Çık lan o zaman karşısına!"
Ardıç Çağını yere sertçe itince,sırtı cam sehpanın sivri tarafına doğru çarptı.
"Cümlelerin kadar kolay değil.Sana sormam ne yapmam gerektiğini.Kimseye sormam şunu aklına kazı!"
Ardıç sertçe kafasını işaret parmağını bastırdı.
"Bu kızın da hayatını kendim gibi alt üst edemem bana sığınmışken."
Beni gösterip kuruyan boğazını ıslatıp zorlada olsa konuştu.Konuşmak neden bu kadar zordu ki?Konuşmak neden insana acı verirdi ki?Kelimeler nasıl bu kadar can acıtabilirdi ki?Hikayemin yarımlığı ile uğraşırken,ihanetin bedeliyle vücudumun içinden en önemli parçamı verip hayata olan yetersizliği ile kendimi suçlamak sadece benim suçum değildi.Suç bir nedenden dolayı doğardı ve katili bile katil edecek nedenler vardı.Bu sadece intikamdan doğmazdı ve insanın ruhuna ve duygularına da ateş etmek görünmez dünyanın suçuydu ve Tanrı bile bunu suç sayardı.İhanet en az insana yapılmış kadar geçmişe yapmakta kabul edilebilir bir hata değildi.Hata neden doğardı ki?
Neden insanlar kötülüğü intikamdan sayardı ki?Neden insanlar insanları kırmak için mücadele ederlerdi ki?
"Kendi hayatını bile kurtaramıyorsun."
Çağın gülümseyince Ardıç göğsünden itince koltuğun başına sertçe oturdu.
"Memnun değilsen bu evinde bir kapısı olduğunu biliyorsundur."
Ardıç öfkeyle konuşup soluyordu.
"Sonra sen hata üzerine hata ekle öyle mi?Sen yalnızken iyi değilsin benimle iyisin."
Çağın kendini büyük bir nimet gibi gösterirken,Ardıç'ın bakışları alaycı tavrı çoktan bulmuştu.
"Öyle mi?Bak sadece yanımda durman işimin kolayı anladın mı beni?"
Çağın koltuğa oturup tek kaşını kaldırdı.
"Yani işin için beni de kullanıyorsun öyle mi?"
Ardıç derin soludu.
"Herkes buna dahil Çağın tek değilsin.Sinirlendiğim zaman hayatım gibi kayıyor cümleler."
Ardıç yere sertçe oturdu ve başını koltuğa gömdü.
"Şimdide rahat bırakın beni düşünemeye ihtiyacım var!"
Sesi yine aynı kabalığı taşırken,Çağınla birbirimize baktık.
"Peki öyle olsun."
Çağın bileğimden tutup oturma odasından beni uzaklaştırıp,odama doğru sürükledi.
"Ardıçla neden kavga ettiniz?"
Bilmiyormuş gibi yapmam dürüst yanıma küsüyordu.
"Boşver gitsin onunla anlaşmak zordur bilirsin."
Çağın masamın üzerindeki kitabımı alıp yatağıma uzanıp ayaklarını uzattı.
"Kitap okumak iyi geliyor mu her şeye?"
Kaldığım yeri dikkatlice tutup,diğer sayfalara göz gezdiriyordu.
"Benim için öyle seni bilemem."
Bende yere yanına oturdum.
"Istersen kayabilirim minik kuşum."
Yanağımdan makas alıp gülümsedi.
"Iyiyim böyle gerçekten."
Çağın burnumu sıktı.
"Bilirim olsanda söylemezsin tipik insan düşünme sorunsalı."
Gülmeye başladık.
"Rahatsız etmeme gerek yok hem tek kişilik ve rahat edeceğimizi sanmıyorum."
Çağın işaret parmağını kaldırıp beni gösterdi.
"Bak bu da doğru."
Şu an sadece gülümsüyorduk.
"Çağın sana ciddi bir soru sordum neden Ardıç bu kadar sinirlendi?"
Çağın kafasını kaldırmadan kitap sayfalarını karıştırıp beni duymazdan gelerek ayağını sallıyordu.Sallanan bacaklarını sertçe tutup ona baktım.
"Bana cevap ver!"
Çağın tutan yere doğru bakıp, bakışlarını bana çevirdi.
"Kendi aile sorunu sormadan anlatmam minik kuşum lütfen ısrar etme."
"Bilmiyormuşum gibi konuşuyorsun."
Çağın kitabı kapatıp bana doğru baktı.
"Bilmen gerektiği kadar emin ol güzelim.Öncesinden haberin bile yok."
"Anlat o zaman."
Çağın kaşlarını yukarıya doğru kaldırdı.
"Buna hakkım yok."
Acı beraberinde mutluluğuda öldürürdü.Mutluluk üzüntünün izin verdiği kadar yansırdı insan suretine.Hayatım en az düşüncelerim kadar enkaz altındayken,zor yolda yaratılan yoluma kolaylık sunmayı bekliyordu.Yalnız büyüyen bir bedenin gücüne güvenmeye çalışıp ayaklarımı yere sağlam basmaya çalışıyordum ayaklarım yara bere içinde olsada.Duygularım bir bedene göre çok fazlaydı ve Tanrı sanki bunu bedenime ceza ve ödül olarak sunmuştu.Zaman sadece benim ölümüme hızlı akıyordu ve bazen yavaşça öldürüp Cehenneme alıp almama konusunda melek şeytanla savaş veriyordu.
"Bence bilmemde gerekli çünkü bu yolda bende olacakmışım gibi geliyor."
Çağının suratına dikkatlice baktım.Çağın bana gülümseyip omzumu sıvazladı.
"Hayatın dengesi yok biliyor musun minik kuşum?"
"Çağın ben artık beni seven insanları kaybetmek ve başkalarına karşı yenilmek istemiyorum."
Başımı Çağının omzuna yaslayınca oradaki Cennetin kokusunu alıyor gibiydim.Çağın gibi abim olmasını hayallerimde süslerken karşıma çıkacağını hiç düşünmeden üzülerek geçirirdim oyunlarımı.Çağın elini yanağıma uzatıp okşadı.
"Buna izin vermeyeceğiz biz kaybetsek bile sen kazanmaya devam edeceksin şartlar ne olursa olsun."
Çağının bu konuşmasına karşı gözlerim, hislerim kadar da acıyordu. Derin nefesi nasıl soluduğumu bilmiyordum.Sanki etrafımda çok insan beni düşünüyormuşta ben bilmiyormuş gibiydim.Olduğum yere doğru çakılarak bu vaziyette sabaha kadar kalmak istiyordum.Hislerimi o kadar yoğun yaşıyordum ki her duygunun fazlası beni hep zarara uğratıyordu.Bu cümlenin altını zihnimde kanlı mürekkepli olan kalemimle acıta acıta çiziyordum.
"Böyle konuşup durma nefesimin kesilmesine neden oluyorsun."
Çağının gülme sesini işitince bende sessizce gülümsedim.
"Seninde böyle hissetmen üzüyor beni minik kuşum.Bak ben kimseye bu kadar değer vermedim ayrılacağını taşı lütfen."
Ikimizde gülmeye başlayınca,bu kadar şeyin arasında buna zaman ayırabilmemiz o kadar paha biçilmezdi ki,bazı duyguları yaşamaktan ziyade öğrenmek gerekiyordu.
"Çok şanslıyım kabul Ardıç kadar değil ama en azından bunu bilmek bile beni mutlu ediyor."
Çağın yanağımdan makas aldı.
"Bende çok şanslı bir adamım en azından bir kız kardeşim var artık."
Beni kolunun altına alıp saçlarımı karıştırınca odaya aniden açılmasıyla Ardıç'a doğru baktım.
"Çok güzel olduğunu söylemiş miydim minik kuşum?"
Ben hiçbir şey demeden öylece kapıda mum gibi ayakta duran ama bakışlarıyla da eriyen Ardıç'a doğru bakıyordum.Kaşları her zamanki gibi çatık vaziyette,boynunun damarları belirgin vaziyetteydi.
"Bana gelince böyle iyimser değilsin Çağın.Işin gücün benim işlerime burnumu sokmak."
Ardıç neden kıskançlık yapmıştı ki?
"Sen çok fazla tepki veriyorsun ve hiçbir şeyi dinlemeden kararlar alıyorsun belki de bundandır."
Çağın kollarını sımsıkı sarınca Ardıç boşta kalan yatağa doğru oturup bana bakıyordu.
"Kız nefes alamıyor farkında mısın?"
Çağın gülümsedi.
"Bunu dile getirebilecek yaşta sana ihtiyacı yok malasef."
Ardıç masanın üzerindeki kitabımı ona doğru fırlatınca sinirlenip Çağından ayrıldım.
"Neden kitabımı attın?"
Kaldığım yeri bulmaya çalışıp ayracımı koydum.
"Baştan okursun. "
O kadar soğuk kanlıydı ki,elimde olsa suratına bir yumruk indiricektim.
"Her şey senin açından bakılınca daha kolay görülüyor değil mi?Her şeyi kendin halledersen düzeltebilirim sanıyorsun."
Ardıç kaşlarını çatıp öylece sinirli bir şekilde yüzüme bakıyordu.
"Sen halledebilirsen ben bu yatağa uzanıp her şeyi seyredebilirim."
Ellerini kafasının arkasına koyup, ayaklarını uzattı.
"Yine Ardıç Aydıner tavırları."
Çağın gözlerini devirip ona baktı.
"Sahi ismini de baban koymuş anlamını taşıyor musun?"
Ardıç gülümsedi.
"Taşımakla mı yükümlüyüm?"
Ardıç o kadar sert bir kişiliğe sahipti ki,onu çözmek onun gibi olmayı gerektiyordu. Ama gözleri hayata karşı kırgınlığı ve acıyı da taşıyordu.Bunu görmek için hayatını bilmek gerekiyordu.Acı beraberinde mutluluğuda öldürürdü.Mutluluk üzüntünün izin verdiği kadar yansırdı insan suretine.Hayatım en az düşüncelerim kadar enkaz altındayken,zor yolda yaratılan yoluma kolaylık sunmayı bekliyordu.Yalnız büyüyen bir bedenin gücüne güvenmeye çalışıp ayaklarımı yere sağlam basmaya çalışıyordum ayaklarım yara bere içinde olsada.Duygularım bir bedene göre çok fazlaydı ve Tanrı sanki bunu bedenime ceza ve ödül olarak sunmuştu.Zaman sadece benim ölümüme hızlı akıyordu ve bazen yavaşça öldürüp Cehenneme alıp almama konusunda melek şeytanla savaş veriyordu.
"Hislerini çok yoğun yaşıyorsun ve bu artık sana zarar veriyor."
Ardıç bana bakarak konuşuyordu.
"Bu cümleyi kendin için kurdun öyle değil mi?"
Gözlerimi kısıp ona doğru baktım.
"Kendim için kursam sana kelimesi geçer mi?!"
Ardıç oturduğu yerden yüzünü yüzüme daha çok yakınlaştırıp baktı.
"Üzülmenden nefret ediyorum!"
Burnundaki sert esen nefesi yüzüme tokat atınca gerçeklik payını anlamam çok zamanımı çalmamıştı.
"Neden ediyorsun?"
Bu sorunun cevabını ağızından çıkan kelimeyle duymak istiyordum.
"Ediyorum daha ötesi yok!"
Tekrar aynı şekilde uzandı.
"Çünkü sana değer veriyor."
Çağın gülümseyerek elimdeki kitabı aldı.
"O ne öyle?"
Ardıç suratını büzüp kötü bir duyguymuş gibi bakıyordu.
"Bir insanı sevmeye başlama Aydıner."
Çağın bu durumdan çok eğlendiği belliydi ama haklıydı da çünkü Ardıç bir şeyi saklama duygusunu beceremeyen bir adamdı.
"Ben korurum sadece."
Ardıç başını yukarıya kaldırıp tekrar derin nefesi soludu.
"Neden bu yapılanları unutmayı denemiyorsun?"
Bu soruyu sormam birlikte bakışlarının çıkmazı yolunu bana doğru çevirmişti.
"Zihnim unutmakta pekte iyi değil çünkü.
Gözleri boş olan duvara doğru sabitlenip kalmıştı.
"Belkide unutmak istemiyorsun.Bunu annene ve nişanlına karşı ihanet sayıyorsun.Söylesene en doğrusu hayatına hiç girmemekti. Acı üç kişiyle çekilirse ölümcül olur."
Bunu söylemem sertçe yutkunmama neden oldu.Ardıç yüzüme en az ruhu kadar da dağınık bakıyordu.Bakışlarının bile artık anlamı yoktu.Bu derece hayattan nefret etmek hatta düşündüğüm tek şey bu kadar genç yaşında bir insan neden hayattan nefret ederdi ki?Yaşayayacağı günlere mum dikip üflemek varken her yaşında ölüme biraz daha yaklaşmak kötü bir şeydi.Sürekli yanında ölümü gezdirmek yorucu bir şeydi.
"Ihaneti artık umursamıyorum.Bir şekilde sana değer veren insanlar da olsa sana zaten ihanet edecekler.Dünya insanlara karşı çokta iyiliği sevmiyor."
Ellerini başının altına koydu.
" Ben çok kişiyi affetmek zorunda kaldım bana da haketmediğim ihaneti gösterdilerse bile.Hep iyilik vicdanımı dize getirdi."
O günler zihnimin önünden hızlıca geçip giderken sertçe yutkundum.Artık yutkunmalarım bile bana acı veriyordu.
"Biliyorum bu dünyaya karşı temiz kalma yeminin var.Ama bende kötülük yapmaya niyetliyim.Anlaştık biz merak etme."
Eliyle gökyüzünü gösterdi.
"Kalkın bir kahve içelim tekrardan kursağımda kaldı en sonki yudumum. "
Çağın oturduğu yerden kalktı.Elini bana uzatınca tam tutacakken Ardıç kolumdan tutup kaldırdı.
"Yiyecek halim yok kızı merak etme."
Çağın Ardıç'ın omzuna vurdu.Odadan çıkınca ben kapının önünde durdum.
"Aslında biraz uyusam iyi gelecek."
Ardıç keskin mavi gözleri ile beni baştan aşağıya süzdü.
"Kahveni iç sonra odaya çekilirsin."
"Biraz uzanayım gelirim."
Çağın Ardıç'ın omzuna ittirdi.
"Biraz rahat bırakalım kızı."
Ardıç bir şey söylemeden gidince odama girip uzandım.Elimi yastığımın altına koydum.Normalde sırt üstü yatamazdım.Hep düz bir şeklide tabutun içinde yatıyor gibiydi ruhum.Yüzüm yastığa deyince,zihnim yine farklı dünyalara doğru gidiyordu.
İçimdeki hayaller,bütün varlığını,benliğini,duygularını yok etmişti.Zihnimin içinde üst üste yığılan düşüncelerimin cesedi vardı.Düşünürken,bazılarını görmek dahi istemiyordum.Kafamın içinde hep o ihanet melodisi çalardı.Duymak istemediğim ise en son bu sesti.Resmen insanlar ölüşümle alay ediyorlardı.Ortadan bir can kayboluyordu ama insanlar dalga geçiyordu.Gözleri öyle gark olmuştu ki,dünyayı nasıl bir renk cümbüşüyle izlediklerini merak ediyordum.Dudaklarım içimdekileri anlatmak konusunda parmaklarım kadar iyi değildi.Susmayı öğrendiğimden beri,suskunluk benim için yeni bir alfebeydi. En azından öyle olmalıydı şimdilik.Karanlığım,geceye bile küstü.Öyle bir yalnızlıktı benimkisi.Kurduğum hayaller bile,zihnim için fazla ölüydü.Bu şekilde umudu oyuncak olarak kullanmak,çocukluğumu bile kandırmaya yetmiyordu.Denizin içinde boğulan ruhumu görmek yerine,çırpınamaya çalışan bedenimi görmek istiyorlardı.Merhamet edildiği sürece biz vardık.Sevgi bile beklenti içindeydi.Yalnızlığımın baş ucundaki bir bacağı kırık olan sandalyeden öylece ayakta durmaya çalışan hayatıma bakıyordum.Hislerim ve kendim hangi evrenin içinde yok olmuştu veya saklıydı bilmiyordum ama bu dünyaya ait bir yaşayışı hak etmediğim kesindi.Bu kendimi övmek değildi bu kadar kötü ve nankör insan arasında sadece acı çekmekle uğraşan iyiliğin altındaki  ezilen taraftım.Kelimelerim  düşüncemde yer bile edinemiyorken bu çok fazla bir yaşayış tarzıydı ölmek için bile.Parmaklarım o kanlı sayfalarda takılan ölümcül cümlelere temas ettiğinde ben yine o şekilde yarım bir de kenardaydım.Ruhum çok ağır bir benliği taşıdığı için cümlelerim de en az onun kadar ağırdı.Belki anlaşılmayı ve kendini çokta açık ve net olan cümlelerle açıklamak istemiyordu.Bu aralar tek istediğim her şeyi affedip kimse ile konuşmadan usulca ruh köşemdeki manzaraya bakan benliğimin evinin içinde kalmak istememdi.Sanki dünyayla ve insanlarla karşı savaşım bitmiş gibiydi.Öyle olmalıydı.Böyle bitmeliydi bazı sonlar.
Uyandırılınca uyandıran kişiye baktım.Çağın başımda duruyordu.
  "Minik kuşum kalk bir günlük yolculuğumuz var."
Gözlerimi nasıl açtığıma dair hiçbir fikrim yoktu.
  "Ne?"
Pencereden havaya doğru baktığımda hala karanlıktı.
  "Ardıçla biz bir konuşma yaptık görmemiz gereken  biri var ve sende tek başına kalamazsın.Ertesi gün buraya tekrar geri döneceğiz."
Ani verilen kararla ve yarı uyanık vaziyette yatağımdan doğruldum.
  "Kimi görmeye gideceğiz?"
  "Bunu cevabını Ardıç vermek isterse verir.Hadi bir an önce giyin üstünü.Kalın bir şeyler al hava daha aymadı  serin olur."
Kafamı sallayıp yatağımdan hangi şekilde kalktığımı bilmeden kalktım.Dolabımı açıp mor ve beyaz,bebe mavisi sweatshirtümü giyip altına da bebe mavisi eşofmanımı alıp siyah ceketimi giyip saçlarımı dağınık bırakıp çantamı alıp çıktım.Çağın ve Ardıç kapının önünde beni bekliyorlardı.
  "Nereye gidiyoruz?"
Ardıç siyah kopşununu biraz aralayıp mavi gözlerini kahvelerime kenetledi.
  "Sadece gelmek senin işin."
Ardıç kapıyı açınca kolundan tuttum.Kalıplı olan kol kası avucumun içine girmişti.
  "Zaten göreceğim sadece erteliyorsun."
Saçımı geriye doğru savurdu.
  "Göreceğini kim söyledi?"
Evden çıkıp arabaya doğru yavaş adımlarla ilerliyorduk.Arabayı açmadan Ardıç boğazımdaki renkli taşları olan yıldız kolyeme doğru bakıp sürücü koltuğuna oturdu.
  "Sen arkaya geç.Uykun varsa uyu beni rahatsız etme!"
Ardıç'ın kaba sesi kulaklarıma eşlik edince suratına öylece ifadesizce baktım.
  "Niyetim yok merak etme."
Kafamı cama yaslayıp,kulaklığımı alıp müziğimi dinlemeye başladım.Gözlerimi kapatıp kafamın içindekilerle mücadele etmeye devam ediyordum.Uyandırıldığım zaman asla tekrardan uyuyamazdım.
   "Şimdi her şeyi kaldığı yerden öldürmeye geliyorum.Yaşama hakkı sunmayacağım Çağın onlara.Azrail görevini Aydınere devretti izle ve gör sadece."
  "Katil mi olacaksın?"
  "Zaman en iyi katil ama ruh halim sana söz veremez hiçbir şey hakkında.Yoruldum sadece ve daha fazla ruhuma zarar vermek istemiyorum bu iş bitecek ne olursa olsun sonuç neyi getirse getirsin.Akışına bırakırım ve dünya o çizgide kendine kader oluşturur."
Çağın sertçe yutkunup Ardıç'a baktı.
  "Birini öldürmek için mi yolculuğa çıkıyoruz?"
  "Sadece izle soru sormaya zaman yok!Ve zamanımda yok artık!"
Elini direksiyona hızlı vurdu.
  "Amacın ne tam olarak söyler misin oğlum?!"
Ardıç gülümsedi.Dikiz aynasından Arsen'e baktı.
  "Öğreneceksin zaman gibi!Ben bir şeyi yapmak için yapmam bilirsin."
"Bilirim."
Derin nefesi soludu.
  "Ne olacak peki sonrası için?"
  "Çok soru soruyorsun göreceksin dedim!"

İPE ASILAN HAYATLAR (DÜZENLENİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin