PİNHAN

64 4 0
                                    

"Orasını pek bilmiyorum ama Ural'ı evlatlıktan red ettiği kesin.Büyük ihtimal affedemeyeceği bir şey yaptı ama ne?Yıllarca bunu öğrenmeye çalıştım.Aslında bu aralar öğrenmem daha kolay olurdu.Çünkü sana yanık."
Ardıç direksiyonu ağır hareketlerle çeviriyordu.Sanki kamera her hareketini yavaşlatıyor gibiydi.Elini yanında duran kutunun içinden sigarasını aldı.İçinden bir dal alıp paketi yerine koyup,kırmızı renginde olan çakmağını alıp ateşe verdi.Sigaranın dumanı arabanın içine hüküm veriyorken onun sarı kıvrık kirpiklerine baktım.Yüzünde en sevdiğim yer orasıydı gamzelerinden sonra.Elini çenesinin altına koyup düşünürken çenesini yavaş yavaş okşuyordu.
  "Nasıl reddetmiş?Oğlu onun."
   "Tam emin değilim,sadece tahmin."
Ardıç mavi gözlerini bana doğru çevirdi.
"Bence sen Kemal Tekiner ile iş birliği yapmalısın.Ben öyle yapardım."
   "Doğru zamanlama gerekiyor sadece minik.İşimi ve harcayacağım kurbanları biliyorum."
   "Harcayacağım derken?"
Elimi göğüs kafesime batan acıyan kısma koydum.İçimde bir acı yavaş yavaş kalbime doğru sızıyordu.Sanki ailemin benden nefret edişi gibiydi şu an ki açım. Heran aklıma gelip,nefes almamı zorlaştıran nedenlerden biri gibiydi.Kelimeler olmasaydı insanın ruhunu kim iyileştirebilirdi ki? Zihninde onca geçmişin af tutan yasları,dilde çok kere de terk edilmişti...
Kendimi bildim bileli hep darmadağınıktım.Ruhum binlerce parçanın yasını tutuyordu ve güldüğüm her dakika,her acının batışıydı.Küçük bir kız çocuğuken doğmamış duygularıma boş bir ifadenin aynasını yansıtıyordum.Bu acıydı ama daha da beteri,kimsenin umrunda dahi olmamaktı.Yalnızlık Cehennemin en son katıydı ve orada yaşarken ölenler girecekti.Ateş bedenin külünü anında yok ederken,yaşadığın ve çektiğin sıkıntıları sormayacaktı.Tıpkı insanlar gibi acımasızdı da ateş.Büyümesi için daha çok bedene ihtiyacı vardı.Yalnızlığım gibi.
Kafamı kaldırıp arabanın siyah  tavanına dikip derin nefesi soludum.Ciğerlerim pas tutmuş gibi yorgun bir tınıyla çıkarken,içime boş bir duyguyu taşıyan dumanı çekiyordum.Aynen o şekilde bende öyle hissediyordum.
Bunlar sadece sayfalara biraz bulaştırmış olduğum lekelerdi.İzi ne olursa olsun o mürekkepte kalacaktı.Eğer yok etmek istersem ateşe vermem gerekecekti sayfaları.Ama yine de okunan ve tekrarlanan hiçbir acıyı yok edemeyecektim.
Kafamda o kadar çok düşmanım vardı ki,hangi düşünceme düşman olsam hangisini affetsem bilemiyordum.O sırada araba bir kafenin önünde durdu.Ardıç kafasını salladı.Gözüm şu an sakin olamadığım için torpidaya takılıp duruluyordu.Elimi uzatıp açacakken, açmamaya da karar verdim.Bu ani dengesizliğim sinirimi bozsa da,Ardıç boğazını temizleyerek bozdu.
"Ne arıyorsun?"
Yutkunarak ona doğru baktı.
"Kağıt kalem var mı?Bir şeyler çizmek istiyorum şu an."
Ardıç anlamamış olacak ki,dudağını büzüp kaşlarını çattı.
"Var şurada küçük kağıt yanında da kalem var."
Torpidoyu açıp küçük açık renkte sarıya yakın renkteki kağıdı aldım.
"Sende bulunur mu diye düşündüm o yüzden kararsız kaldım."
Ardıç gülümsedi.
"Lazım oluyor arada,arabamda bulundururum."
Gülümseyerek eğilip kağıda kafamı dağıtmak için bir şeyler karalamaya başladım.Resim yeteneğim hiç yoktu ama kafa dağıtmak için baş vurabileceğim nedenlerden biriydi.Kadın yüzü çizip karalamaya başladım.Aklım farklı yerdeydi.Yüzü çizip karalayıp,üstüne kılıça benzer bir şey çizip kuşu boyundan aşağıya düşürdüm.Buradan bakılınca intihar eden kuş gibi duruyordu.Üfleyip kağıdı yerine koyacakken, çizdiğim resmi buruşturup atacakken Ardıç bileğimi tutup, avucumun içindeki kağıdı aldı.Geldiğimiz mekana arabayı park etti.
"Ne yapıyorsun?"
Ardıç kağıdı incelemeye başladı.
"İlginç."
Kağıdı ceketinin cebine koyup,arabadan indi.Adımlarım sakin ve tekrar tekrar karaya gelen hırçın dalga gibiydi.Ne çok sert bir şekilde yürüyordum nede nazik.Zihnimdeki dünyanın içinde hapsolmuştum ve en kötü mahkemem orasıydı.Gözlerim Ardıç'ın adımlarına karışırken,benim onu seyrettiğimi fark etmiş gibi adımlarını yavaş ve kontrollü şekilde atıyordu.
"Nereye oturmak istiyorsun?"
Ardıç cebinden hızlı bir şekilde siyah mat renginde olan cüzdanını çıkardı.Gözlerim soruduğu soruyla yönlenirken,nereye oturmak isteyeceğimi karar vermeye çalışıyordum.Mekan ne çok şıktı,ne de çok klasikti.Cam kenarına bakan yoldan geçen arabalar,insanlar ve ağaçların çok güzel döküldüğü cam kenarındaki masayı gösterdim.Kafamızın üstünde koyu gri tonlarında sarı ışık veren lamba vardı.Masamız siyahtı ve koltukları griydi.Ortama renk veren insanların yüzüydü.Bu çok hoşuma gitmişti.Arkamızda çalan melonkoli tarzda müzik ile beraber camımdaki manzaranın güzelliğine baktım.O sırada önüme konulan sipariş listesi ve erkek sesi ile kendime geldim.
"Hoş geldiniz."
Uzun toplamış olduğu siyah kıvırcık saçları,yüzündeki yüzünün her tarafını kaplayan çilleri ve koyu yeşil gözleri ile adeta başka bor dünyadan gelmiş gibiydi.Beyaz gömleği ve içine giymiş olduğu siyah üniforma ceketi ve papyonu ile çok şıktı.Mekanın amblemi olan beline sarmış olduğu beyaz örtüye bakmayı kesip önüme döndüm.Sayfaları karıştırıp içecek kısmına geldim.Macho ve çikolatalı pasta söyleyip kapatıp menüyü garsona verdim.
"Açıklama yapmayı pek sevmem biliyorsun.Kahve içmeyi seviyorsun.Aç mısın?İstersen yemek yiyelim."
Kafamı salladım.
"Teşekkür ederim.Kahve içsem yeterli bir de yanına çikolatalı pasta varsa olur."
"Macho güzel mi?Hiç içmedim."
Ardıç'a doğru baktım.
"Sahi mi?Güzel üstündeki krema biraz tatlılık veriyor sonra şekersiz bir tat.Yani ben seviyorum."
Ardıç başını salladı.
"Bana da aynılarından."
Aynı şekilde menüyü garsona verip,bana doğru baktı.
"Sevdin galiba?"
Cama bakmayı kesip ona döndüm.
"Evet."
"Annemde çok kahve içmeyi severdi.O özelliğini anneme benzetiyorum."
Ardıç ellerini göğsünde birleştirip,gözlerini kısıp gözlerimin içine dikkatlice bakıyordu.
"Kahve iyidir."
Bir an konusu annesi ve benimde annem aklıma gelince suratım üzerine basılan çiçek gibiydi.Güzelliğini tek bir hamlede kaybeden.Garson elindeki bardağı yavaşça önüme koydu.Ardından pasta tabağım önüme gelince, pişmanlığımın kanadını vurup gökyüzünden aşağıya düşürmüştüm.Çatalı alıp çok küçük parça kopardım.Elimi çenemin altına koydum.O kadar duygusal hissidiyordum ki,bu aralar adet günümün yaklaştığını gösteriyordu.Aslında bu sadece bu nedenden kaynaklı değildi belki de,çok çabuk renk değiştiren bir ruhum vardı ve hem gülüp hem ağlayabilirdim.Ardıç bu sefer pastasından kocaman bir lokma alırken göz göze geldik.
"Neden yemiyorsun?Bunu öneren sendin."
Ağzındakini yutup, peçeteyle bulaşan kısmı sildi.
"Bilmiyorum,bir an canım istemedi."
Ardıç suratıma aptalmışım gibi bakıyordu.
"Lütfen benim için ye."
Ardıç bu kelimeyi üşüyen bedene değen sıcak temas gibi kulaklarıma değince,ona öylece bakakalmıştım.
"Senin için mi?"
Buna şaşırmam normal miydi?Yoksa ben mi çok fazla büyütüyordum?
"Çok lezzetli,bence yemelisin."
Ardıç'ın ısrarına karşı bir lokma alıp ağzıma attım.Normalde çok fazla çikolatalı pasta seven biri değildim ama kahvenin yanına hep yakıştırırdım.
"Nasıl?"
Sanki Ardıç yapmış gibi övgü beklerken,bu tatlığına karşı gülümsedim.Ardıç kaşını kaldırıp gülümsedi.
"Sen de bir tuhaflık var,gerçi hep öyleydin."
Güldü.
"Şu suratınızı bir görseniz bayım,bana hak verirdiniz."
İşaret parmağımla gösterdim.
"Bayım mı?!"
Kaşlarını çattı ve bu samimiyeti sevmediği,şuan ki halim kadar da açıktı.
"Yani Aydıner."
Ardıç kafasını yere doğru eğdi.
"Kahven soğuyor içsene."
Önümdeki bardağımın kupundan elimi geçirip neredeyse,soğumakta olan kahvemi içtim.
"Neden böylesin?Birden gülüyorken,ağlayabiliyor.Ağlayabiliyorken de gülebiliyorsun sanki hiç öyle bir şeyi yasamamışsın gibi."
Ardıç dudağını büzüp,anlamaya çalışıyordu.
"Bende anlayamadım."
Ortamı sessizlik istila ederken,kafamı çevirip oturan insanlara baktım.Özgürlük,kafamın içindeki düşünceyi zehirlerken,aslında özgürlüğünde,ruhumuzun esaretindeki zincirlere bağlıydık.Her şeyin geçici olması gibiydi.
"Bak,hayat şunları düşünmen için kısa.Annem de her şeyi en ince detayına kadar düşündü.Ne oldu?Neyi çözüp Cennete gitti?"
Elindeki beyaz bardağı yavaşça tabağına bıraktı.
"Ölümden bahsetme lütfen.Hemde annen gibi hak etmeyen bir insanın ölümünden hiç bahsetme."
Derin nefes aldım.
"Aynı şeyleri farklı günlerde konuşup duruyoruz farkında mısın?El atmam lazım."
Son dilimi de yiyip,ağzının kenarındaki çikolatayı yaladı.
"Bana sanki biri hiçbir şey yapmamış gibi geliyor.Baban seni yanına almak için neler yaptı hatırla."
Ardıç peçeteyi buruşturup önüme attı.
"Sanki çok iyiliği dokunmuş gibi konuşuyorsun."
Ardıç son yudumu alıp telefonunu çıkarıp masanın üstüne koydu.
"Hala bitirmedim,eğer yemezsen zorla yediririm güzelim."
Önümdeki tabağı yemeye başladım.Ardıç telefonunu kurcalamaya başladı.Tabağıma eğilip diğer lokmayı alcakken,telefonunu yüzüme yaklaştırdı.Saçları ağırmış,gözleri en az Ardıç kadar maviydi.Dudakları Ardıç'a göre daha dolgundu.Ten rengi en az onun kadar beyazdı göz rengi ve yapısı aynı Ardıçtı, Ardıç'ın göz rengini neden sevmediğini şimdi anlıyordum.Burnu onun kadar uzun ve kalıplı değildi.Vücut yapısı aynı Ardıç'ın kopyasıydı.
"Babana benzeyen ortak noktaların var.Eğer gösterdiğin babansa."
Ardıç kafasını salladı.
"Babam."
Keskin bir acı masamıza eşlik ediyor gibiydi.
"Neden bunu şimdi gösterdin ki?"
Ardıç tişörtünün yakasını çekiştirip iyice gözlerimin içine baktı.O an ne söyleyeceğine dair,hazırlıksız yakalanan sorusuna cevapları anahtarını açıyordu zihninde.
"Böyle bir adamı yolda görsen,bir çocuğu perişan ettiğini düşünemezsin değil mi?Hatta belki sana o kadar samimiyetsiz yalanla gülümser ki,bir an dünyaya karşı inancın artar.Ama bir çocuğu büyütememekten daha da kötüsü onu ziyan etmektir.Biz ziyan olanlardanız minik."
Derin nefes alıp uzun kalın parmaklarını masaya vurmaya başladı.Söylediği cümlelerin cehenneminde yanıyordum şu an.Kuruyan boğazımı ıslatmak için su ararken,olmadığını fark edince soluklu nefesimi verip elimi bacağımın arasına soktum.Ardıç yaptığım hareketleri izlemeye başladı.
"Ne oldu?Suya ihtiyacın var değil mi sindirmek için?Yaladığın dudaklarından belli oluyor."
Ardıç garsonu çağırınca onun bu kadar dikkatli ve keskin zekasına karşı nefesim bir de onun için can veriyordu.Garson yanımıza doğru geldi.
"Buyrun efendim."
Elindeki sipariş aldığı defteri açıp yanındaki gümüş renkteki pilot kalemi çıkardı.
"Sadece su istiyorum."
"Tabi efendim."
Garson masayı terk edince,sanki tek başıma kalmış gibi hissediyordum.
"Kendimi yalnız gibi hissediyorum.Sanki tek ikimiz varmış gibi."
Ardıç telefonunu kapatıp cebine koydu.
"Ama değilsin ben varım."
Ardıç sayfaları eskimiş kitap sayfalarının arasından sevdiği sözü alıp bana okuyormuş gibiydi.
"Öyle mi?"
Başımı sallayıp bu anı test etmek istiyordum.
"Böyle davranıp durma.Sana bir şey olması için benim bedenimin toprağa girmesi lazım."
Ardıç'ın bu sahiplenici tarafına karşı gülümesedim.
"Sana güveniyorum."
Ardıç adem elmasından yutkundu.Garson suyumu masama koydu.Titreyen ellerimle su şişesini nasıl kavrayıp açmadığıma dair fikrim yoktu.
"Ver bana minik."
Açamadığım su şişesini uzattım.Ardıç kalın olan parmaklarıyla şişeyi kavrayıp açtı.Gözüm gümüş saate takılıp kalıyordu.Uzattığı şişeyi aldım.
"Kolundaki saati de mi baban aldı?"
Ardıç bileğindeki yuvarlak gümüş saate baktı.
"Babam alsaydı kolumda görebilir mıydın?"
"Kim peki?"
"Algin.Nişanlıyken almıştı senemizi doldurmak üzereydik."
Yalnızlığım ruhumun odasına kalıcı bir şekilde yerleşmişti ve o odanın sahibi azılı bir katilden de farksız değildi.Bütün duygularımı toprağa vermişti ve arkasından dua edecek olan geçmişiminden ardından kan akıtıyordu.
Kan kokusunun her yere yayılmasının farkındaydılar ama,elleriyle o kokuyu kapatılıyordu kendilerinden nefret etmeleri gerekirken öldürdükleri cesetten iğrenmeleri de, vicdanlarının içi boş bir tabut olduğununda kanıtıydı.
Kalem bir çok kez benim cenazemi kaldırmıştı ve özgürlük diyerek düşündüğüm şeyin altında daha çok ölüyor olmuştum.
Ardıç'ın anlattığı yalnızlık zihnimin içindeki cesedi yakıyordu.Bazen kafamı koparıp atmak istiyordum bu bedenden.
"Neden Algin konusu açılınca suratın son sürat hız yapıp kazaya kurban giden sürücü gibi?"
Verdiği örnek daha da çok kanımın vücudumdan çıkışını artırıyordu.
"Hayır,yani sadece sende çok iyi izler bırakmış ve onu hatırlıyorsun."
Su şişesini büzüp duruyordum.Tırnağımdaki bebe mavisi ojelerime baktım.
"Senin de izin var.Seni hatırlanmayacak kadar aptal değilim.Dövmemi ne çabuk unuttun."
Ardıç beni biraz daha rahatlamak için kolunu yukarıya doğru kıvırıp dövmeyi gösterdi.Küçük mavi renginde kuştu.
"Sevdiğim insanları hatırlatacak izler hem bedenimde kalır,hem ruhumda."
Gözlerimin içine keskin bir tüfekle ateşe veriyordu.O kadar güzel cümleydi ki,alıp bir kenara saklayıp ölene kadar saklayabilirdim.
"Teşekkür ederim.Böyle değer verilmek bende nasıl hissettirdiğini çözemedim."
Elimi sandalyemin altındaki bacaklarımı hafifçe kaldırıp altına koydum.
"Biraz gezsek mi?İki gün sonra İzmir'e gideceğim bak son fırsatın."
Ardıç gülüp gülmeme konusunda,acıyı hem tadıyor hem seviyordu.Yüzünde öyle bir kırgınlık vardı ki bu onu hissettirmesizliğin yanında da yok etmişti.Bazen güldüğü zamana öylece bakıp duruyordum.
"Bence erken.Hiç gelemeyeceksin diye korkuyorum."
Derin bir nefesi tekrar havaya hediye ettim.
"Sadece küçük bir kağıdı alıp geleceğim.Sana söz veriyorum geri geleceğim.Alıp o akşam hemde."
Sözüne güvensem de,sanki yolunun önünde o düşmanlar onu orada bekliyordular.
"Gel kalkalım."
Elini bana uzatınca öylece bakakaldım.
"Tut hadi!"
Gümüş saati eline daha çok düştü.Beynim patlayıp tekrardan kendini inşa ediyordu.Parmaklarımı kalın ve uzun olan parmaklarına doladım.Elleri soğuktu o kadar sıkıyordu ki, parmaklarım kafesin içine girip kilitlenmiş gibiydi.
"Neden elimi tuttun?"
Ardıç cevap vermeden kasaya parayı bırakıp çıktı.
"Bana ayak uydur diye.Hızlı yürüyorsun sana yetişmek beni yoruyor."
Ardıç gülünce bende güldüm.
"Ben yavaş olmayı sevmem her konuda."
Ardıç durup bana bakıp gülümsedi.
"Her konuda mı?"
Kaşlarımı çattım.
"Yürü Ardıç!"
Omzundan itip yürümesini sağladım.
"Yani hiç evlilik falan düşündüğünü söyleme sakın çünkü sende isteyecek hal yok."
Güldü.
"Evlilik bana göre değil."
Güldüm.
"Biliyordum bana da göre öyle."
O kadar yavaş adımlarla yürüyorduk ki,sanki hiç acelemiz ya da akşam olmayacakmış gibiydi.
"Sence babam o kağıda ne yazmıştır?"
Ardıç sanki o kağıda hüküm veren kişi olmamı istiyordu ama ne yazdıklarına dair keşke küçük bir bilgim olsaydı ve onu mektup bulma işinden vazgeçirebilseydim.
"Bilemem ki."
Dudaklarımı birbirine bastırdım.
"Sadece küçük bir tahmin istiyorum senden."
Derin nefes alırken ellerinin sıkılığı yavaş yavaş güçsüzleşmeye başlamıştı.
"Bence seni o kadar endişlendircek bir şey yazmamıştır annen sana çok değer veriyor ama baban konusunda emin değilim."
Ardıç kaşlarını çattı.
"Kim bilir anneme ne iftiralar atan cümleler kurmuştur piç!"
Babası olmasına rağmen çok küfür ediyor oluşana kızgınlığımı belli edecek şekilde sertçe boğazımı temizledim.
"Sadece o mektubu alacaksın bana söz ver burada okuyacaksın."
Elinden çekip boşta kalan elimi göğsüne bastırdım.
"Neden?!"
Ardıç belli belirsiz küfür savurdu.
"Kendine zarar vermen beni korkutuyor."
Yutkunarak çare arayan gözlerimle ona baktım.
"Ne alaka?"
"Söz ver!"
Ardıç elimi daha sıkı sıkıp belimden tutup kendine çekti.Nefesini derince yüzüme üfledi.
"Kendime onun yanında mı zarar vereceğimi sanıyorsun?Ona kendimi aciz gösteremem."
O kadar yakındık ki,bir an dengede duramayacağımı zannettim.
"Yani burada mı kendine zarar vereceksin?!"
Yutkunup,gözlerimi ondan kaçırdım.
"Zarar verme işini sen çıkardın ben bir şeyi yaparken çok fazla derine inmem."
Ardıç öyle bir soğukkanlılıkla söylemişti ki, gözlerindeki bakış bir an buz kesmişti.Arabaya doğru ilerledik ama elleri hala ellerimdeydi sanki bir an bıraksa sonsuza kadar gidecekmişim gibiydi.Böyle düşünürken geride tek başıma kaldığım onca yılın ardından soluklanıp derin nefes aldım.Yalnızlığım ruhumun odasına kalıcı bir şekilde yerleşmişti ve o odanın sahibi azılı bir katilden de farksız değildi.Bütün duygularımı toprağa vermişti ve arkasından dua edecek olan geçmişiminden ardından kan akıtıyordu.
Kan kokusunun her yere yayılmasının farkındaydılar ama,elleriyle o kokuyu kapatılıyordu kendilerinden nefret etmeleri gerekirken öldürdükleri cesetten iğrenmeleri de, vicdanlarının içi boş bir tabut olduğununda kanıtıydı.
Kalem bir çok kez benim cenazemi kaldırmıştı ve özgürlük diyerek düşündüğüm şeyin altında daha çok ölüyor olmuştum.Arabanın kapısını açıp oturmamı sağladı.Sürücü koltuğuna oturup,vitesi atıp,ağır hareketlerle arabayı çalıştırdı.Onu izliyordum,yüzü izlenmeye değer bir sanattı ve bu sanattan kimse haberdar değildi.
"Yüzümde bir şey mi var?"
Ardıç kafasını çevirip bana baktı.Ben daldığım okyonustan karaya çıktım.
"Ne gibi?"
Elimi kafama yerleştirip,dirseğimi cama yasladım.
"Sürekli bakıp duruyorsun da."
Kaşlarımı çattım.
"Hoşuna mı gitti?"
Bu söylediğim şeye bir an kendim idrak edip utanmıştım.Aslında utanmam gerekmiyordu çünkü öyle bir durum söz konusu değilken yanaklarım çöle dönmüştü.
"Bir daha söyle o cümleyi.Hoşuma gitti."
Olduğu durumun keyfi beni o kadar rahatsız etmişti ki,göğsünün oraya sertçe yumruğumu bastırmak istedim.
"Hayır!"
Ardıç gülümsedi.Bir eliyle direksiyonu kontrol altına alıp boşta kalan eliyle yanağımdan makas aldı.
"Ne yapıyorsun?!"
Yanağımın sıkılmasından hoşlanmazdım ve hoşuma gitmeyen ne varsa yapmaya doğmadan önce yemin biçmiş gibi davranıyordu.
"Sevmiyorum ve sevmediğim her şeyi yapıyorsun."
Ardıç omuzlarını silkti.Bu çocuk gibi davranma durumları çok hoşuma gitmişti.
"Şimdi nereye gidelim?"
Ardıç'a öylece bakıp ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum.
"Sen bugün iyisin değil mi?"
Ellerimi birbirine geçip kenetledim.
"Neden iyi olmayayım?"
Ardıç gözlerimin içine dik dik baktı.
"Bugünü kendimize mı ayıracağız tüm gün?"
O kadar şeye rağmen sadece bunun peşinden koşması dikkatimi çekmişti.
"Rahatsız mı oluyorsun?"
Haklıydı o zaman ne diye gelmiştim ki,zaten beni zorla getirmişti ve hayır demeye fırsat bile yaratmamıştı.
"Tamam sana sormadan benim takıldığım mekana gideceğim."
Kaşlarımı çattım.
"Mekanın?"
Kaşımı havaya kaldırdım.
"Göreceksin."
Bir şey demeden arabayı götüreceği yere sürdü.
İçeri girdiğimizde koyu kahverenginin hakim olduğu hatta her yerin koyu kahverengi olduğunu fark ettim.Sadece masanın üstünde açık yeşil avizeler vardı.Hemen karşısında renkli ışıklarla aydınlatılmış ve raflara her çeşit marka marka içki şişesi dizili olan yere doğru ilerledi.Ardıç'ı takip ettim bar sandalyesinin üstüne oturdu.
"İçki mi içmek için geldin?"
Hayretler içerisinde ona bakıyordum.
"Evet."
Metalik sesi kulaklarıma doldu.Barmene işaret parmağıyla gelmesini söyleyip kulağına bir şeyler fısıldadı.
"Ne söyledin?"
Ardıç iki parmağının arasına burnumu sıkıştırarak sıktı.
"Sana vişneli meyve suyu söyledim."
Kaşlarımı çatıp,elimle geri ittim.
"Sen içiyorsun ve ben meyve suyu öyle mi?Bir de vişneli meyve suyundan nefret ederim."
Ardıç gülümsedi.
"Ballentine George."
Gözüme takılan içki markasını garsona söyledim.
"Sen o markayı nereden biliyorsun?"
"Sadece sen içiyormuş gibi davranıyorsun."
Ardıç'ı sinir etmek için yapmıştım çünkü o da şu an bana o durumu yapmıştı.
"Daha önceden içtin mi?"
Ardıç kaşlarını çattı.
"İçmiş olamazsın,çünkü direk yüzün ekşimişti ve kusmuştun.Bünyen alışık değildi."
Ardıç'ın bu kadar hafızasının taze olmasına hayran kalmıştım.
"Şuradan gördüm."
Gördüğüm standaki içkiyi gösterdim.
"O şişeleri kafanda kırmak istemiyorum."
Ardıç çok ciddi bir şekilde bakıyordu.
"Beni yönlendirip durma."
Derin nefes aldım.Önüme koyulan iki bardaktan içki bardağımı alacakken Ardıç kapıp yere döktü.
"Ne yapıyorsun?"
Bir yandan uzanıp diğer yandan ayaklarımın altına dökülen içkiye bakıyordum.
"Senin yerine zemin içti."
Bende onun içkisini dökecekken Ardıç sertçe bileğimi tuttu.
"Sakın."
Bir eliyle sıkı tutup diğer eliyle içkiyi kafasına dikti.
"Ben gidiyorum."
O kadar sinirlenmiştim ki,bar taburesinden kalkıp Ardıç bileğimi tekrardan yakaladı.
"Nereye gittiğini sanıyorsun?"
Kaşlarını çattı.
"Bekle hesabı ödeyeceğim."
"Öde."
Suratına bile bakmıyordum.Ardıç bileğimi bırakıp hesabı ödedi.Oradan çıkıp arabaya doğru tek kelime etmeden oturdum.
"Eve gitmek istiyorum."
Ellerimi göğsümde birleştirdim.
"Çocukluk ediyorsun minik."
Cama doğru bakıp sessizce yolu izledim.
"Eray'ın seni bu kadar boş bırakması,bende şüphe uyandırıyor."
Ardıç sesizliği bozup aradan göz ucuyla bana bakıp duruyordu.Eray'ın ismi kulaklarıma dolunca içimde tuhaf bir ürperti oldu.Yutkunarak öylece boş boş bakmaya başladım.
"Bilmiyorum mesaj atmıyor hiç."
Ellerimi bacaklarımın arasına soktum.
"Bu normal değil,peki sen neden ona hiç mesaj atmıyorsun?"
Ardıç eliyle çenesinin altında biten sakalını kaşıdı.
"Aslında onunla çok da konuşmak istemiyorum."
Yanaklarımı üfledim.
"Neden?"
"Nedeni var mı?Sana nasıl bir son hazırlıyor görüyorsun."
Hayretler içerisinde ona baktım.
"Ama avına kendi düşecek."
"Umuyorum."
Araba evin önünde durunca,arabadan indim.Hızlı adımlarla ilerliyordum,sanki bir yere acelem varmış gibiydi adımlarım.Zile basıp beklemeye başlayınca Ardıç elindeki anahtarla kapıyı açtı.
"Çağın kapıyı açmıyorsa evde yoktur."
Onu benden daha iyi tanıyordu çünkü liseden beri arkadaşıydı.İçeri girip ceketimi çıkarıp mutfağa doğru gittim.
"Acıktın mı?"
"Hayır,bu aralar çok susuyorum su içeceğim."
Ardıç kafasını salladı.
"Oturma odasındayım."
Ardıç mutfaktan ayrılınca suyumu içip içeri geçtim.Öylece oturuyorduk ve odanın içinde saatin sesi yankılanıp duruyordu.İçim onun yüzüne bakarken de acı çekiyordu.Acı,suç gibiydi ve kimin işlediğine göre iftira atılan bir cinayetti ve bazen suçsuzu bile ölü bir ruha hapsedebilirdi.Parmakların arasına yerleşen soğuk metal demirler gibi titriyordu göz kapaklarım.İçimi kan dolduran nefesi hala çekiyordum burnum kana kanaya donmuştu ve o zorlukla nefes almaya çalışıyordum.
"Ne oldu,neden konuşmuyorsun?"
Ardıç herhangi bir şey söylememi bekliyordu ama dudaklarımda en ufak hareket yoktu.
"Acı çekiyorum."
Yine aynı isyanı ona dile getirmiştim.Onun en sevmediği konu olduğunu biliyordum ama bu geçmek bilmeyen kalıcı yara dövmemdi.Vücutta belli olan ve asla silinmeyen iz gibiydi.
"Acı çekmiyorsun sadece mutsuzsun.Acının tadını artık biliyorsun."
Ardıç masanın önündeki kan rengindeki içki şişesini alıp kristal üçgen modeli olan cam bardağına doldurdu.Sesi odada büyük bir sesmiş gibi yankılanıyordu.İçim en az şu an olduğu kadar da soğuktu ama kalbim hala yaralarında sımsacaktı.
"Bence hala acı çekiyorum."
Ağrıyan göz kapaklarıma dayanacak gücüm kalmamıştı ve biraz daha iyi gelmesi için gözlerimi kapatıp masaj yapmaya başladım.Böylesinin iyi olduğunu düşünmek şu an için yeterliydi.
"Hayır."
O kadar emin bir şekilde dökülüyordu ki dudaklarından cümleleler sanki doğduğum andan beri o bana hayat vermişti ve ruhumu ve beni çok iyi tanıyordu.
"Çekiyorum."
Diretmeme rağmen hala yudumladığı viski kadar da soğuktu bakışları.Dudaklarının arasından kayıp yudumladığı içkiyi izliyordum.
"Çekmiyorsun çünkü pişman olacağın bir hatan yok ya da affedilmesi gereken çok ağır nedenler."
Bu söylediği şeye gülmemek için kendimi azarlıyordum.Affetmek kelimesi bile göz ucuyla beni süzüyordu.Her hata için büyük sonuçlara gerek yoktu,en basidi kalp kırmak bile hataydı ve insanlar bunun için bile özür diliyorken,ben çektiğim onca yalnızlığı bahane edip hiçbir şey olmamış gibi de davranamazdım.
"Başka birinin evinde aylarca duruyorum ve neler olduğunu kime nasıl kanıtlayabilirim?Üstelik bir erkeğin evinde kalıyorum."
Bunları tekrar düşününce gözüm Hayatım gibi kararıyordu.Sanki gözümü açtığım her dakika yolu kısaltıyor gibiydi.
"Cesedimi görmeden asla."
Bir an Ardıç öyle söyleyince kafamı kaldırıp ona baktım.Onu ölüyken düşünemiyordum sanki hiç ölmeyecek gibi geliyordu ve bu benim kabul etmemde zorlanacağım bir şeydi.O boşluk hayatımdan daha acı gelince,kalbim gerçekten göğüs kafesimden uzaklara sürüp aniden uçuruma doğru kaza yapıyordu.
"Beni korumak zorunda değilsin,bana acizmişim gibi davranma kendimi öyle görüyorum biliyor musun?Bana acıyor musun?"
Burnumu çekip güldüm.
"Yoksa beni öldürürlerse bir kişiyi daha kurtaramamandan mı korkuyorsun?"
Gözümdeki yaş o an kayan yıldız gibi aktı.Ardıç'ın yanıma geleceğini anlayıp uzaklaştım.
"Sakın bana hiçbir masalın sonunda yazılmayan sonları anlatma inanırım çünkü."
Gözümden akan yaş kar tanesi gibi soluduğum eve dolarken,sözlerim soğuk yel gibi saçlarımın arasından geçiyordu.Ne çektiğimi acıyı görmesine rağmen bilemeyecekti ve bende onunkini bilemeyecektim.Acı bir deney gibiydi ve denemeden başka çaresi de yoktu.
"O söylediğin söz,ilk defa kalbimi acıttı biliyor musun?"
Gözlerinin içindeki dolan sıvıyla,neredeyse beraber ağladığımız bir anın tadıydı ve ben şu an bu durumdan ondan daha çok etkileniyordum.Ardıç bir adım daha atınca,bende bir adım geriledim.
"Lütfen yaklaşma."
"Neden?"
Ardıç karşımda ağlıyordu ve bu sanki benim ölürken bile göremeyeceğim bir şeydi.
"Daha fazla güçsüzleşmek istemiyorum.Sensiz de iyi olabilirim."
Kandırmam elindeki ödülü bana uzatırken,çok komik bir durumdaymışım gibi geliyordu.
"Güçsüz olduğunu kim söyledi?Benim gibi bir insanı ağlatmak o kadar da kolay değil."
Eliyle göz yaşını tersledi.
"Ben seni ağlatmadım sende benim gibi çok doldun."
Ardıç kafasını salladı.
"Güzelim gel buraya sana sarılmaya ihtiyacım var."
Kollarını yıllardır o mezarına toprak atmasını bekleyen aç tabut gibiydi sanki beni kollarının arasına alıp hapsetmek istiyordu.
"İhtiyaç duymuyorum."
Kandırıyordum kendimi hemde çok.Hep yaptığım buydu kendimi neden kandırıyordum ki?Yalnızlığımı avutmam karada can çekişen balık gibiydi.
"Biliyorum senin kimseye ihtiyacın yok,ama benim sana var."
Adımları iyice usulca bedenime yaklaşırken uyuşmuş olan duygularım o an hareket edememişti.Kolları sıkıca beni sardığında,kayıp düşecek kadar da aciz hissettirmişti.Yavaş ve hızlı alıp verdiğim nefesim omzuna çarpıyordu.Elleri orayı sakinleştirip okşuyordu ve binlerce dokunuşu kalbimin daha da çok acımasına neden oluyordu.Kalbim ait olduğu bedene batıp öldürüyordu.
"Bitti mi?"
Şu an odama çekilip sadece uyumak ve başımın ağrısını geçiçi bir süre bastırmak istiyordum.
"Bitmesini mi istiyorsun?"
Ardıç'ın dengesiz ruh halini anlasam da,beni de anlamasını istiyordum.
"Başım ağrıyor ve uyumak istiyorum."
Ardıç yavaşça beni göğsünden ayırdı.
"Tamam."
Odama doğru gidip,yatağıma uzandım.Yatağa doğru uzandım ama uykum da yoktu.İki dakikaya yakın tavana doğru baktım.İntikam artık kanımda geziyordu.Normalde insanlardan nefret eden biri değildim hayatımı alt üst etmedikleri sürece.Ama bu sefer öfkeyi sonuna kadar kanımda hissediyordum.Bir yanım gerçekten katil olmayı arzulayacak kadar başı dönmüştü.
Peki ya neden? Ardıç'a kızdığım gerçeklerin arkasında bu sefer tahrik eden taraf bendim.
Kafayı kesinlikle yemek üzere olan bir masada oturuyordum.Ve öfkemin çatalını önümdeki tabağın içindeki zihnime saplıyordum.
Acıyı bu sefer tırnak içlerimin dibine kadar hissediyordum.Hayatımı çalan insanlar,bir de hobilerime göz dikmişti.
Kıskanılacak bir yaşantım yoktu.Ama kıskanılacak acılarım ve izlerim vardı....
Pencereden bedenimi hafifçe sarkıttım.Gecenin ayazı saçlarımı gözümün kenarına doğru savuruyordu.İçime çektiğim hava,ömrümün her saatini azaltıyordu.Bir elim camın kenarını sıkı sıkı tutarken,diğer elim rüzgarla savaş halindeydi.Aniden anın büyüsü toz dumanın bulduğu temiz hava ile dışarı doğru kaçarken kapım o şekilde şiddetli açıldı.
"Ne yapıyorsun?"
Ardıç'ın erkeksi sesi kulaklarıma doldu.O esnada gülmeye başladım.Cevap vermiyordum ama zihnim binlerce cevabı yapıştırıyordu.Belime sıkıca sarılan eller beni geriye doğru çekiyordu.Ardıç beni kurtarmaya çalışırken,ben kendimi daha çok aşağıya asıyordum.Tutuşum daha sıkı sertleşip,onun dayanamayacağı güçte asılmak,paranoya tutuşan insanın hayal dünyasını avutması kadardı.
"Bırak asılmayı aptal!"
Ardıç daha sıkı çekmeye başlayınca,sıktığı yerler acımaya başlamıştı.
"Bırak!"
"Yapmayacağımı biliyorsun!"
Öyle bir bağırmıştı ki kulağımın dibine,oraya binlerce düşmanın hücum ettiğini düşündüm bir an.
"Bırak beni, yaşamak istemiyorum."
Ardıç o kadar sıkı tutuyordu ki,hayatın yakama yapışması gibiydi.
"Neden ha?Neden?Buradan düşürdüğün zaman seni direk hastahaneye götürürüm ve erken teşhisten kurtarabilirsin o zaman canına okurum!"
"Kendimi aciz hissetmekten yoruldum."
Ardıç bir hışımla tüm gücüyle beni kendine doğru çekince,yere doğru düştük.O altaydı ve bende onun üstünde sımsıkı şekilde düşünce Ardıç inleyip küfür savurdu.
"İyi ki odana seni kontrol etmeye gelmişim."
Ellerimle onu ittirme çabam biraz işe yarar gibi olsa da,çok güçlü olmasına rağmen nefes alamayacağım kadar da çok sıkıyordu.
"Ardıç lütfen izin ver,bu acı ile yaşamak istemiyorum.Bu aciz tarafım ile baş etmek istemiyorum."
Aniden bastıran öfkem neden şimdi böyle büyük bir tepki vermişti anlayamamıştım.Ardıç'ı kaybetme duygum üzerime çökerken Eray'ın veya başka herhangi birinin ona zarar vermesi beni korkutuyordu.Sevilen insanları kaybetme korkusu içime yerleştiğinde,kalbim daha fazla iğne görevi yapıyordu.
"Güzelim sakinleş,neden böyle bir şeyi bana yapıyorsun?"
Başımı sıkıca tutup göğsüne bastırdı.Ellerinin büyüklüğü başımı esir alırken,kapatmış olduğu yerden daha da zor nefes alıyordum.
"Nefes alamıyorum."
Yarım yamalak konuştuğum göğsünden beni ayırdı.
"Kafayı mı yedin sen?!"
Ardıç bir an bana kükreyince donup kaldım.
"Sana ne oldu?Hangi siktiğimin derdi seni bu hale getirdi?"
Ağzında küfürü çıkarıp yüzü ateşin renginden bir parça ödünç alınca,hırlması ile yutkundum.
"Ben sadece."
Tişörtünü sıktım.
"Sen ne?!"
Gözlerimin içine öyle bir korkuyla bakıyordu ki,kendi bile baş edemeyeceği türdendi.
"Kalk ılık bir duşa giriyorsun,rahatlatır."
Ardıç kalkıp bileğimden tuttu.
"Duş almak da istemiyorum."
Ardıç aniden önümde mezar gibi durunca,sıcak ve öfkeli nefesi yüzüme çarpıp geri geliyordu.
"Çocukluk mu ediyorsun?!"
Ardıç hala ısrarcıydı,eğer bir şeyi kafasına koyduysa kesinlikle yapıyordu.Onun için başlanmış bir işin yarım bırakılması yoktu.Kapının kolunu sertçe açıp,lavaboya doğru ilerledik.
"Kapının önündeyim,çıktığında duş aldığını görmüş olacağım."
Gözlerimi ondan kaçırdığım sırada beni durdurdu.
"Duydun öyle değil mi?"
Mavi keskin gözleri ile bana baktı.Kafamı sallayıp lavaboya girdim.Üzerimdekileri çıkarıp suyu ayarlayıp,içine oturdum.Başımdan aşağıya ılık su akarken,dizlerimi karnıma doğru çekip düşünmeye başladım.Sadece suyun rahatlatıcı sesi ile daha da net düşünüyordum.Kapının önündeki Ardıç'ı bir an orada yokmuş gibi hayal etmeye çalışıyordum.Ama oradaydı.Su bedenimden aşağıya akarken,dudağımı koluma bastırıp düşünmeye başladım.Umursanmayan yanım çok acıyordu ve kendi yalnızlığım ruhuma hüküm verince dayanılmayacak güce dönüştürüyordu.Bu tıpkı ölüm döşeğindeyken kimse yanında yokken,iyileştiğin günlerinde üflediğin mumda herkesin olması kadar da manasızdı.
Anlamıyorlardı,yazılan satırlardaki berbat etmiş oldukları ruhumu anlamıyorlardı.
Tırnaklarımı sertçe avucumun içine batırdım.Acıyı hissetmiyordum.O kadar alıştırmıştı ki,ne başka bir yara da acı çekmeme fırsat veriyordu ne de ağlamama.Bu şekilde boğulup ölecektim.Duvarların sessizliği ölüm senfonisi gibi kulaklarıma dolarken,duymak istemediğim için sessiz ve kontrollü bir şekilde yavaşça nefes alıp veriyordum.Susmuştum.Ama içimdeki ölen çocuk kapı arkasından bana bakıyordu.
"Seni ben öldürmedim."
Göz yaşım gözlerimin içine kendi suyunu taşıracak kadar çok koymuşken,taşmaması imkansızdı.Elimi sertçe duvara geçirdiğimde acıdan inledim.Ama şu an rahatlıyorum sanki yıllarca buna ihtiyacım varmış gibiydi.
Çocukluğum serseri bir tavırla gülüp,kafasını salladı.
"Mutlu olabilirdin hayatına daha önceden de seni anlayan birini dahil edebilseydin vicdanını rahatlatamazsın."
Arkasını dönüp gidecekken o bakışlarım bakışlarıma ateş gibi bakıyordu.Kafamı sallayıp bu karanlıktan çıkarken yaktığım ışığa dua eder olmuştum.
Kapım tıklanınca,suyun sesini kıstım.
"Çıkmayı düşünüyor musun birde düşündüklerin üzerine."
Suyu kapatıp üzerimi değiştirip lavobadon çıktım.Siyah tişörtümün üstüne damlayan su damlaları boynumdan aşağıya akıyordu.
"Havlu?"
Unutmuşluğumun üzerine tekrardan lovaboya grip krem rengindeki havlu ile saçlarımı içine soktum.
"Çok dalgınsın durum bu kadar mı ciddi?"
Ardıç kumral saçlarını geriye doğru yatırdı.
"Başım çok ağrıyor.Göz kapaklarım çok acıyor."
Ardıç derin nefes aldı.
"Ağrı kesici getireceğim,sen saçlarını kurut."
Ardıç yanımdan ayrıldığı sırada,ağır adımlarla odama geçtim.Adımlarım bile yorgundu, ağladığım için burnumun içi yanıyordu.Odaya girdiğimde açık olan pencereden sarkmam aklıma gelince nefesim kesildi.Soğuk estiği için odamı serinlettiği için üşütmemek için pencereyi kapattım.Tarağımı ve fön makinesini alıp yatağın en uç kısmına oturdum.Aynadan yüzüm kendi görüş alanıma girdiğinde,suratım kendime bile yabancıydı.Saçlarımdaki ıslaklığı azaltıp tarayıp kurutmaya başlayınca Ardıç elindeki küçük siyah kare tepsi ile geldi.Sandiviç meyve suyu ve ilaç vardı.Önümdeki kendime baktığım aynaya koydu.
"Aç değilim."
Ardıç kaşlarını çattı.
"Bunu yiyip dinleneceğin için aç kalma,sonra birde bundan sebep uykusuzluk etme minik."
Elimdeki fön makinesini aldı.
"Kurutuyordum."
"Sen sandiviçini ye.Ben kuruturum."
Saçlarımın arasına nazikçe ellerini daldırıp kurutmaya başlayınca bende sandiviçimi yemeye başladım.Aslında o kadar toktum ki,yemesemde Ardıç'ın zorla yedirteceğini biliyordum.Sandiviçimi zorla yiyip yatağa doğru uzandım.
"Yanında yatacağım kay."
Ardıç battaniyeyi açıp sormadan direk yanıma yattı.
"Saçma sapan sorular sorma bana olur mu?Çok uykum var."
Pencereden yavaş yavaş yağan yağmurun sesi bastırıp,pencereye vurup kaçıyordu.Ardıç'a sırtımı döndüm sırt sırta vaziyetteydik ve gözlerimi kapatmaya çalışıyordum.
"Bugün neden pencereden atlamayı düşündün?"
Ardıç esneyerek konuştu.Erkeksi sesi kulaklarıma dolunca,derin nefes aldım.Buna nasıl cevap vereceğimi bilmiyordum.Zaten neden atlamak istediğimi de bilmiyordum.
"Bence ben deprasyona giriyorum."
Saçlarım yüzüme doğru dökülünce yüzümden çektim.
"Sen öyle zannediyorsun,bunun yüzünden mi kendini öldürecektin?Beni deli ediyorsun!"
Ardıç o kadar hırçın bir şekilde nefes alıp veriyordu ki,onu çok korkuttuğumun farkındaydım.
"Lütfen böyle aptalca işleri yaparken mantıklı düşün olur mu?Senin için ne kadar endişelendim haberin var mı?"
Birden yüzümü sırtına döndürdüm.
"Özür dilerim."
"Özürü yok bu işin.Bir insanı öldürüyorsun sonra bir özürle hayata dönebileceğini zannetmek kadar aptalca."
Çok sinirlenmişti.
"Uyuyalım mı?"
Ardıç aniden arkasını dönünce yüz yüze geldik hatta dudakları dudaklarımın üstündeydi neredeyse,Ardıç yutkunarak ve şaşırmış vaziyette önce dudaklarıma,sonra gözlerime baktı.
"Bu konu kapanmadı minik."
Dudakları her hareket edişinde,kalbim bedenimi terk ediyordu.Yanaklarıma dolan ateş ile yutkundum.Mavi gözleri ve o kıvrık kirpikleri yakından daha güzeldi.
"Neye bakıp duruyorsun?"
Gözleri yakından daha da açık maviydi.
"Hiç."
Sırtımı aniden yüzüne dönüp gözlerimi kapattım.
"Sen iyi olduğuna emin misin?Eray sana bir şey mi dedi intihara kendini sürükleyecektir?"
"Hayır."
Sadece bir an sinirime denk gelmişti ve bu düşüncelerden kurtulmak istiyordum.
"Bu yaptığın hiçbirinin çözümü değil,bir daha görürsem ki olmayacak sana nefes aldırtmam.Her seferinde yanında olmak zorunda kalırım hatta yatağı bile paylaşırız."
Derin nefes alıp tekrar sırtımı döndüm.
"Hayır,bir daha olmayacak."
Ardıç kaşını kaldırdı.
"Senin sağın solun belli olmuyor."
Boğazının altındaki bene, yanağının üstündeki küçük bene odaklanmam mümkün değildi.
"Suratımda ne var,söyler misin?"
"Çok güzel."
Bu ani itirafıma karşı kaşları aniden duran araba gibiydi.Kaşlarını çatmış gergin hali biraz daha gevşemeye başlamıştı.
"Ne?"
Sanki bunu ona söyleyen ilk kişi benmişim gibi davranıyordu.Eminim eski nişanlısı ona bunu defalarca söylemişti.
"Sana söyleyen ilk kişi değilim.Algin pek çok söylemiştir."
Ardıç bu konu açıldığında ki gerginliği yine üstüne çökmüştü.Gözleri belli belirsiz boşluğa takıldı kaşları kaya vuran dalga gibi durgunlaştı.
"Seni de kaybedecektim o lanet odaya girmeseydim."
Ardıç gözlerini kapatıp derin nefes aldı.Dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini benden kaçırdı.Boğazını temizledi.
"Atlamaya cesaret edemezdim biliyor musun?"
Onun içini rahatlamak ister gibi cümle kursam da,suratındaki ifade hoşnutsuz ve tatmin olmadığını ayna gibi gösteriyordu.
"Aptalsın!"
Sırtını oyuna alınmayan küçük çocuk gibi döndü.
"Özür dilerim."
Derin nefesi tekrar soludu.
"Ölseydin seni bu özür mi kurtarabilirdi sanıyorsun?"
Gözlerimi kapatıp,yaptığım aptallığıma binlerce kez pişman olurken Ardıç'ın sesini duydum.
"Minik."
Tekrardan derin nefes aldı.
"Ruhundaki kusursuzluk yüzüne yansımış.Ama sen bunu görmüyorsun."
Esneyerek konuştu.
"Ne?"
Kafamı kaldırıp ona baktığımda gözlerini kapatıp uyuyunca,bende gözlerimi kapattım.
"Uyanın artık açım ben!"
Dinimizde bağıran Çağının sesi ile gözlerimi açtım.
"Ayrıyetten Ardıç odanda yoktun,ve bana boşuna odan için adım attırdın çabuk kalk!"
Yastığını başının altından almasıyla Ardıç kükredi.
"Rahat bırak lan!"
Ardıç yastığımı alıp uyumaya devam etti.
"Minik kuşum lütfen benim için bir şeyler hazırlar mısın?"
Kalkacağım sırada biri bileğimi sıkıca tutunca Ardıç'a baktım.
"Kıtlıktan mı çıktı?Hazırlayabilir çocuk değil."
"Hani sen uyumak istiyordun,karışma minik kuşumla arama."
Bileğimi kurtarıp kalktım.
"Hazırlarım."
Odadan çıkıp lavaboya girip işimi halledip mutfağa girdim.
"Omlet sever misin?"
Çağın masada oturmuş ayağını sallayıp bekliyordu.
"Sevmediğim pek bir şey yok.Omlet severim."
Çayı koyup omleti yapmaya başladım.Kahvaltıyı hazırlayıp oturduk.
"Ardıç'ı tekrar çağırsak mı?"
Çatalımı salataya batırdım.O sırada Ardıç sandalyeyi çekip oturdu.Gözlerini sıvazladı.
"Nihayet."
Çağın çayından yudum aldı.
"Yarın İzmir'e gideceğim iyi uykuya ihtiyacım var."
O an yediğim boğazımda kalmış gibi hissediyordum.
"Doğru ya unuttum ben tamamen."
Çağın arada göz ucuyla bana bakıp yokluyordu.Önümdeki tabağı iştahsızca bakarken kaçan iştahımla elimdeki çatalla beyaz peyniri küçük küçük parçalara ayırmaya başladım.
"Ağzına atman daha faydalı."
Ardıç çayından yudum alırken tekrardan mavi gözler ile karşı karşıya kaldım.
"Doydum ya."
"Ne yedin ki?"
Çağın kaşlarını çattı.
"Yedim bir şeyler."
"Tabağını ye!"
Ardıç keskin ses tonuyla emir verdi.
  "Sözümden çıkma lüksün dün bitti."
Ardıç omletinden küçük lokmalar atıp ağzına attı.
   "Dün ne oldu ben dışarıdaydım haberim yok."
Ardıç'ın mavi gözleri tekrardan beni buldu.
  "Minik kuşun intihar işini daha ayrıntılı anlatır sana."
Çağın ağzındaki çayı kafasını çevirip yere üfledi.
   "Ne?"
Masadaki peçeteyle kenarlarından akan çayı silip,zor da olsa yutkundu.Gözlerinin bal rengi açtığı için çok daha netti.
  "Ne yaptın sen?!"
Ardıçtan sonra,Çağın tekrar bana bağırınca sofradan kalkıp kendimi odaya kilitledim.
  "Sana biri bir şey mi söyledi?"
Çağın şu an üstüme fırlatılan tuğla gibi geliyordu.Ne yapacağımı,ne söyleyeceğimi şaşırmamla birlikte kalkmak için yeltenip masadan kalkıp hızla odaya girip,kilitledim.
   "Arsen!"
Ardıç öyle bir bağırmıştı ki, diğerlerinden çok daha yüksekti.Kapıma çok sert yumruk attı.
  "Aç şu lanet kapıyı!"
Bu seferde ayağını sertçe kapıya geçirdi.
   "Sana neler oluyor?"
Çağın arkadan sesleri gelince,bir de onunla tartışıyordu.
  "Ardıç sen bana bırak,ben halledeceğim."
Çağının sesi kulaklarıma melodi gibi doluyordu.Deprasyona giriyordum belki de,içimde ki huzursuzluk artık katlanamayacağım türdendi.
   "Arsen,lütfen konuşalım."
   "Yoksa bir adresin içinde evinin adresini olduğunu mu öğrendi?"
Söylediği cümle ile kulaklarımdan vurulmuştum.Oturduğum yerden kapıya iyice yaklaştım.
   "Çağın neden söyledin şimdi?"
Ardıç daha çok bastırdı sesini.
  "Söylememiş miydin?Neden bu tavırları var o zaman?"
  "Çağın elimden kaza çıkmadan burayı terk et!"
Tekrardan kapıma sertçe bir yumruk indiğinde sıçradım.
  "Bilmiyordum,öyle tahmin ettim hem içeride hiç ses yok.İyi olduğuna emin miyiz?"
  "Siktir!Arsen aç kapıyı lütfen!Herşeyi sana açıklayacağım."
İçinde bulunduğum durumun duasını eder olmuştum.Zihnim,ruhuma göre çok fazla düşünceliydi ve bu,ağır ağır tüketme sendromlarından biriydi.Düşündükçe hatırladığımız anılar,aynı zamanda en etkili de öldürme yoluydu.Yavaş yavaş öldüğümüzü aynalar gösteriyordu her şeyi ortaya serdikleri gibi.Keşke hayatımı da,bir aynanın karşısına geçip izleyebilseydim diye düşünürken zihnime saplanan ağrı kaldırılmayacak türdendi.
Parmaklarımı uzatıp incelemeye başladım.Titriyordu sinirden dönen başıma eşlik ediyordu.Derin nefes alıp yatağımın kenarına oturup cama kendisi gibi aynı şekilde onu taklit ederek sessizce baktım.Susan insanların değer görmediğini fark etmem ise uzun yıllarımı harap etmişti.Yıllarca yanıma oturan yalnızlık,her şeyi açıklıyordu ve ben ağlamaktan başka hiçbir şey bilmiyordum yeni doğmuş çocuk gibi acılarım yeni doğmuştu ve ağlayarak büyütmüştüm.Oturduğum yerden dikenler varmış gibiydi.Oturuduğum yerden kalkıp kapının önüne oturdum.Elimi başımın arasına alıp,bütün bu şeyleri son kez düşünmek istiyor gibi medet umuyordum.
Odanın içinde kapının arkasına sinmiş ağlıyordum.Tıpkı on yedi yaşımdaki gibi.Ardıç kapıya tıkladı.
  "Minik konuşalım hadi."
  "Şu an değil."
Ağlamamak için kafamı yukarı kaldırdım.Kalbimin sol tarafına ateş düşmüş gibiydi.Susmam şu an için beni rahat bırakmak isteyecekleri durumda değildi.Eğer üzgünsem yapılan hatayı sürekli açıklamaya yeltenirdim.
   "Bak..."
Ardıç'ın soluklu ve derin nefesi erkeksi sesi ile kulaklarıma usulca yerleşti.
   "Bunu sana söyleyecektim ama üzülmeni hiçbir zaman istemedim ve şimdi de istemiyorum."
Ardıç'ın sesi o kadar yumuşak konuşuyordu ki.Kendini kontrol altında tutabiliyordu.
   "Sonra konuşalım lütfen.Sinirlendiğim zaman ne dediğimi bilmem ve seni kırabilirim."
   "Seni kıran ve inciten şu an benim güzelim."
   "Madem o gün araba yarışlarına gitmedin neden bir zarfın içinde evimin adresi var?Sana güvenmiştim."
Gözlerimdeki yaş,ihanetine karşı büyük bir yıkımın aniden düşüp saniyeler içinde yok olmasıydı.
Kendimi en çaresiz anımdan,daha berbat hissediyordum.Bu sürekli hissetmiş olduğum surdan çok daha farklıydı.Kelimlerimin bile cenazesi çıkıyordu.
   "Bildiğin gibi değil,beni dinlersen boşuna göz yaşı döktüğünü kanıtlayacağım aç hadi."
   "İstemiyorum!Hangi yalana başvurdun nereden bileceğim?"
   "Bak çevreme karşı asla dürüst olmadım.Bunu sende gördün ve biliyorsun ama ne sana ne de Çağın'a yalan söyledim ve söylemedim de."
  "Sakaladın.Çağın anlatmasa söylemeyecektin bile."
Ardıç'ın derin nefes alışını duydum.
   "Sen bunu bilmeden önce bundan dolayı kendini bu odaya kilitlemedin,söyle hadi."
Ses vermeyince bir kere daha tıkladı.
  "Çekil kapıyı kıracağım!"
  "Hayır!"
Tam o sırada zorlanınca geri çekildim Ardıç tekme atıp içeri girdi.Kapı sert bir şekilde yere düştü.
  "Minik neden ses vermiyorsun?"
Çağın, Ardıç'ın arkasından sıyrılıp yanıma geldi.
   "Minik kuşum iyi misin?"
Yanıma oturup saçımı kulağımın arkasına yerleştirdi.
  "İyi değilim."
Bu sefer gerçekti.İyi değildim bunu söylemekten artık korkmuyordum.
  "Neden?"
Beni kolunun altına alınca Ardıç önüme çöküp bana bakmaya başladı.
  "Depresyon belirtileri başladı sende farkında mısın?Krizler geçirmeye başlamışsın küçük küçük."
Ardıç,sanki yılların vermiş olduğu tecrübeli doktor gibi teşhisi hemen koyuyordu bana.
  "Bilmiyorum."
Belki de,gerçekten bilmek istemiyordum.
  "Biraz hava alalım mı?"
Çağın bana soru sorunca kafamı sallayıp göğsüne yasladım.
  "Alacaksın,hatta artık bu odada tek başına kalman yasak!"
Ardıç eğildiği yerden kalktı.
  "Üzerine ceketini al ve hemen yanıma gel!"
Keskin mavi gözleri ölüm meleği gibi bakıyordu.
  "Çabuk!"
Sert bir şekilde söyleyince kalktım.
  "Çağında gelebilir mi?"
Çağın bal rengi gözleri ile bana doğru bakıyordu.
  "Hayır."
Sorduğum soruyu verdiği net cevap ile kesmişti.
  "Gelebilirim.Benim de gelmemi istiyor."
Çağın oturduğu yerden kalktı.Pantolonunu sirkeledi.
  "Senden destek almasını istemiyorum.O güçlü biri isterse atlattığı her şey gibi bunu da atlatır.Onun kimseye ihtiyacı yok."
Ardıç saçlarını düzeltti.Çağın gülmeye başladı.
  "O yüzden intihar eyleminde bulundu değil mi?Çok güçlü olduğundan."
Söylediği kelimenin haklı oluşu,kesilen yerden akan kan gibi acıtıyordu.Umursanmayan yanım çok acıyordu ve kendi yalnızlığım ruhuma hüküm verince dayanılmayacak güce dönüştürüyordu.Bu tıpkı ölüm döşeğindeyken kimse yanında yokken,iyileştiğin günlerinde üflediğin mumda herkesin olması kadar da manasızdı.
Anlamıyorlardı,yazılan satırlardaki berbat etmiş oldukları ruhumu anlamıyorlardı.
Tırnaklarımı sertçe avucumun içine batırdım.Acıyı hissetmiyordum.O kadar alıştırmıştı ki,ne başka bir yara da acı çekmeme fırsat veriyordu ne de ağlamama.Bu şekilde boğulup ölecektim.Duvarların sessizliği ölüm senfonisi gibi kulaklarıma dolarken,duymak istemediğim için sessiz ve kontrollü bir şekilde yavaşça nefes alıp veriyordum.Susmuştum.Ama içimdeki ölen çocuk kapı arkasından bana bakıyordu.
"Seni ben öldürmedim."
Göz yaşım gözlerimin içine kendi suyunu taşıracak kadar çok koymuşken,taşmaması imkansızdı.Elimi sertçe duvara geçirdiğimde acıdan inledim.Ama şu an rahatlıyorum sanki yıllarca buna ihtiyacım varmış gibiydi.
Çocukluğum serseri bir tavırla gülüp,kafasını salladı.
  "Mutlu olabilirdin hayatına daha önceden de seni anlayan birini dahil edebilseydin vicdanını rahatlatamazsın."
  Arkasını dönüp gidecekken o bakışlarım bakışlarıma ateş gibi bakıyordu.Kafamı sallayıp bu karanlıktan çıkarken yaktığım ışığa dua eder olmuştum.
  "Yürü minik!"
Ardıç bileğimden sertçe çekti.
  "Ayrıca bana o aptallığının nedenini açıklayacaksın!"
Adımlarım kendim bile kontrol edemeyeceğim türdendi.Sendeleyecekken gibi olacakken ayakta durmak için çabalıyordum.Kapıyı sertçe açıp kapatmadan acelemiz var gibi hızlı yürüyorduk.Kapının önündeki siyah köpek bize doğru geliyordu.
  "Ardıç lütfen yavaş, yürüyemecek gibi hissediyorum."
Ardıç bir an durdu.
  "Minik bana ne olduğunu söyle!"
Kumral saçları akşam rüzgarı ile yüzüne doğru esiyordu.
   "Bir şey olduğu yoktu sadece artık kafamın içindekilerden kurtulamak istiyordum.Sonra asıl soru sana benim evimin adresi olan mektup ne ile alakalı ve kimden?"
Resmen şu an bana tuzak kurulmuş gibi hissediyordum.Ama bir yandan da, Ardıç'ın yanında kalmak istiyordum.Bu ateşin senin yakacağını bilmek ama ısınmak istemek gibiydi.
  "Bak çok önemli değil.Ben yanındaysam hiçbir şeyden korkma."
Arkasından onu takip ediyordum.Bana göre çok uzundu.
  "Benden sakladığın bir şey üzerine korkmamamı istiyorsun."
Ardıç önünü bana döndü.
  "Bak,seninle karşılaştığımız o günden beri fazlasıyla mücadele veriyorum."
Gözlerimin içine boşluğa düşen biri gibi bakıyordu.
  "Peki."
Saçlarımı geriye atıp ilerlemeye başladım.Ardıç'ın önünden geçip ilerlemeye başladım.
  "Nereye gidiyorsun?"
  "Otobüs terminaline bilet alacağım."
Önüme bakmadan yürüyordum.
  "Saçmalama başımdan git demedim sana!"
Arkamı döndüm.
  "Her seferinde bunu yüzüme mi vuracaksın?"
Yutkunarak konuşuyordum.Hatta konuşmıyordum artık bile.
   "Şu havayı çek iyice."
Yanıma gelip yanımda durdu.Bacağının arkasına gelen siyah köpeğin başını okşadı.
  "Hala cevap vermedin."
Nasıl bir olayın içindeki kabustaydım bilmiyorumdum.Duygularımın üzerine kar yağıyordu.Ardından esen yel düşüncemi yerle bir ediyordu.
  "Korkulacak bir şey yok,sadece evinin adresini biliyoruz ona göre adımını at gibi bir tehdit mesajı ama kimden gelindiği belli değil."
Ardıç kafasını gökyüzüne doğru kaldırdı.
  "Eray zaten seninle iletişimi kesti ve sen nedeni hiç sorgulamadın."
Gözleri beni buldu.
  "Soracaktım dün ama nasıl bir ruh hali içerisindeyim bende bilmiyorum."
Ardıç kafasını salladı.
  "Eray'ı mı aramak korkutuyor seni?"
Yutkunarak akşam esen soğuk rüzgara karşı sorduğu soru kadar da ürperti geldi.Ellerimle kollarımı ısıtmaya çalışıyordum.
  "Arabaya gidelim ısıtıp içersinde konuşuruz."
Ardıç siyah pantolonuna elini atıp arabanın anahtarını alıp arabayı açtı.Arabaya oturup yavaş yavaş ısınmaya başladığında,vücudum ısınmaya başladı.
  "Belki de."
Sorduğu soruya cevap vermek amacıyla kendime sorduğum bir soruydu bu.Ardıç bir elini benim koltuğuma attı.
  "Hepsi benim yüzümdendi.Bana düşman kim varsa akbaba sürüsü gibi senin başına topladım.Bunları hak etmedin."
Ardıç derin nefesi sanki son kez kullanıyormuş gibi derince soludu.Parfümü burnuma dolup ağırlığı yüzünden başımı ağrıtmaya başladı.Ağiır parfümler her zaman başımı ağrıtırdı.
  "Kaçmak ve senin üstüne yük olmakta benim suçumdu.Masum değilim."
Dudaklarımı birbirine bastırdım.Birbirimize karşı duygusal itiraflarımız ve gerçekleri kabul etmemiz başlı başına olması gereken bir şeydi.Ardıç hafifçe tebessüm edince,bende başımı sallayıp tekrardan dudaklarımı bastırdım.
  "Günler hep aynıydı sen gelince bir çok farklı şeyler gördüm ve hissettim.Hem nefret,hem de kaybetmek hissi kardeş olunca çok boktan oluyor."
Küfür edince gülmeye başladık.Ruh halimiz hiç sabit değildi.
  "Senin eğlencenim öyle mi?"
Ardıç gözlerini kıstı.
  "Sayılır."
Omzuna vuracakken tuttu.
  "Reflekslerini bile biliyorum artık."
Ona hayretler içerisinde bakarken,boşta kalan eliyle sıcaklığı kontrol etti.
   "Biraz daha açsak mı?Yeterli değil gibi."
Ardıç kafasını sallayıp biraz daha yükseltti.
  "Bir şeyi hep merak ettim.Babanı hiç sevdin mi?"
Gözlerime keskin bir ifadeyle, boşlukta düşen birinin acizliği gibi bakarken,yutkundum.Bu soruya cevap vermemek istemekten ziyade,içimde nasıl bir duygunun oluşacağına dair hiçbir fikrim yoktu.Sanki kendi payımdan düşen acıyı şu an yiyordum.
  "Hem acıyor,hem de hiçbir şey hissettirmiyor.Hem korkuyorum hem korkmuyorum."
Ardıç beni anlamak için daha dikkatli dinleyip kafasının içinde söylediğim şeylere anlam yüklemeye çalışıyordu.Ellerini birbirine kenetledi.
   "Tam benimkine benzer duygular."
Elini saçına daldırıp kaşıdı.
  "Ama sevmiyorum da diyemem.Babam sonuçta."
Ayaklarımı sallamaya başladım.
  "Bunu sormamalıydım,zaten şu an iyi değilsin."
Ardıç o kadar mütevazı bir şekilde yaklaşıyordu ki,şapka eğecek türden hareketler sergiliyordu.Kanayan yaranın mikrop kapmasını önleyecek yara bandı gibiydi.
"Hadi bana anlatmak istediğin bir şeyi anlat.Ama komik olsun kafa dağıtmana ihtiyacın var."
  "En komik ve unutmadığım anım.Sevdiğim bir erkek bana sayfalar dolusu mektup yazmıştı ve ben bir sebepten dolayı ona kızgındım.Bir türlü nedenini hatırlayamıyorum.Ben ne yaptım biliyor musun?"
Ardıç kaşlarını çattı.
  "Umarım aptallık yapmamamışsındır."
Tam da öyle yapmış olmam söylediği cümle ile içime yerleşti.
  "Okumadan yırttım ve çöpe attım.Çocuk ağzı açık vaziyette yaptığım şeye bakakaldı.Çok pişmanlık duyuyorum çünkü bana öyle uzunca mektup yazacak kadar değer veren biri daha olmadı."
Ardıç elini dizine vura vura gülmeye başladı.
  "Komedi filmi gibisin minik.Kızım sandığımdan da aptalsın bu konularda.Çocuğun suratını görmek isterdim.Şöyle mordan pembeye dönen surat."
Gülmekten konuşamıyordu.Onun gülüşü o kadar komikti ki, gülmeden edemedim.
  "Çocuğun kendini kötü hissettirmeştim gülme.Sonuçta ortaokula gidiyordum."
Ardıç eliyle burnunu tutup gülmemek için kendini zorluyordu.
  "Aynısını sen yapmış olsaydın?Neden bu kadar gülüyorsun?"
Sinirimi bozmuştu.
  "Senin kadar aptal olmazdım,en azından okurdum."
  "Bir dahakine sen anlatacaksın ben anlatmam."
Kaşlarımı çatıp cama doğru baktım.
  "Tamam ben anlatacağım ama gerçekten yok.Çok varlıklı değildik genelde okul çıkışlarında bir şeyler satmak zorunda kalırdım.Sonra babamın işleri bir şekilde zamanla iyiye gitti ama o zaman da annem göremeden Cennete gitti."
İçimde oluşan bir anlık acı,vücudumda kan yolum gibi yol alıyordu.O an nasıl cevap vermem gerektiğini bilmiyordum.Ya da bu anlattığından nasıl bir ders çıkarmam gerektiği.Acı yalnızlığıma tabut dikmişti.En kötü senaryo ise kafamın içindeki hikayeye alışır olmuştum belki de içindeydim.Dibine kadar acıyı sadece geçmişinde değil,bu sefer Ardıç'ın suratına bakarken de yaşıyordum.Sanki beni o denizin içine bilerek atmış boğulmamı istiyor gibiydi.
İlk defa onu kaybetme korkum,nefretimle beraber karışık düzenin içinde sağlam değildim.Ama ruhumun sakat olması en azından diğer acıya kalkmamda engel oluyordu.Torpidonun üzerindeki siyah kaplı dosyayı almak için uzanırken, Ardıç tepki vermeden bana bakıyordu.Sanki o dosyadakini bilmemi istiyor ama aynı zamanda engelemek istese bile buna hakkı yokmuş gibiydi.
Parmaklarım sanki eylem yapmayı unutan yeni doğmuş bebek gibi,yeni yeni öğreniyor gibi yavaş yavaş gidiyordu elim.Neyden korkuyordum?Korkuyor muydum?Korku kaygı sokağımdan sürekli geçip gidiyordu.
Yolda ağır adımlarla yürürken sanki adımlarımız acının her izini asfalta bırakıyor.Acı ayak izlerimizi takip edip bizi bulup paramparça ediyordu.Tam alacakken bileğimi sertçe yakaladı.
   "O dosyaya dokunma!"
Parmakları bileğimi o kadar sıkı bir şekilde sarmıştı ki, gözlerindeki ifadeyi sertçe yüzüme dikti.
  "Neden?"
Elimi avucumun içine gömüp yutkundum.
  "Beni ilgilendiriyor çünkü."
Siyah dosyayı alıp yanına koydu.
  "Bunun içinde mi evimin adresi?"
Ardıç bir iki saniye gözlerimin içine bakıp kaçırdı.
  "Bence biraz evde otursak daha iyi."
Arabadan hızla inip kaşlarımı çattım.
  "Bu dosyada değil mi?"
Ardıç önüne bakmadan gidiyordu.
  "Ver onu bana!O dosya asıl beni ilgilendiriyor!"
Ardıç kapıyı tıkladı.Koşup nefe nefese omzundan tuttum.
  "Neden cevap vermiyorsun!"
Ardıç aniden arkasını dönüp,çenesini sıktı.
  "Evet seni ilgilendiriyor!Ama izin yok bu dosyaya bakmana,çünkü gerekte yok."
İçinde neler yazıldığını deli gibi merak etsem de,açılan kapı ile Ardıç içeri girdi.O kadar sinirliydim ki,Çağın arkadan bana baktı.
  "Ne oldu minik kuşum iyi misin?"
Derin nefes alışlarım kulağıma çarpıp geri geliyordu.
  "O dosyayı değil mi senin bahsettiğin benim evimin adresi olan,içinde başka ne yazdığını bilmediğim dosya."
Çağın kaşlarını çatıp,anlamaya çalıştı.
  "Hangi dosya güzelim?"
Sinirden gülmeye başladım.
  "Beni aptal yerine koymayın! Ardıç'ın elindeki dosya işte."
Bağırıp konuşuyordum.
  "Minik kuşum gel birer kahve içip konuşalım olur mu?"
Çağın omuzlarımdan tutunca,geri ittim.
  "Nerede Ardıç?"
Ardıç olduğumuz yere gelip duvara yaslanıp bana baktı.
  "Eğer bakmanı istemiyorsam bakamazsın!Elinden geleni yapman sadece seni tatmin eder minik."
Dişlerimi sıkıp,yanına doğru adımladım.
  "O dosyayı bana ver!"
Gözlerine ciddi bir ifadeyle bakıyordum.
  "Hayır!"
Ardıç keskin tavrı gerçekten de sinir bozucuydu.
  "Benden gizlediğinize göre çok önemli olmalı.Benim bilmememi istemediğiniz konu."
Ardıç dudağının üstünü kaşıyıp,ses vermedi.Odama doğru gidip kırılan kapıyı yerden kaldırdım.
  "Çağın kapımı onarabilir misin?"
Çağın kafasını sallayıp gerekli malzemeleri getirip kapımı onardı.
  "Teşekkür ederim."
Odadan çıkınca kilitleyip kendimi yatağıma attım.Kaç saat geçtiğini bilmeden uyuyamıyordum.Hem midem bulanıyordu hem de yatağım çok soğuktu ve ne yaparsam bir türlü ısınamıyordum.Üşürken  asla  uyuyamadığım için,kalktım.Işığı açıp yatağın başlığına sırtımı yaslayıp koyu kahverengi ve açık kahverengi olan giysi dolabını izliyordum.Özlüyordum hayatımı mahveden insanları bile.Acım ruhuma enkaz kazsa da,benim hep iyileşmeye hatta yaralanmaya bile ihtiyacım vardı.O yaralar sanki bana değer veriliyormuş,hatta bu dünyada varlığım varmış gibi hissettiriyordu.Normal olmayan bir düşünce içindeydim.Belki de normal olmayan hayattı ve bizi en çok yoranda oydu.O düzene ayak bastığımız yerler sunulan yollara gidiyordu.Tıpkı kaderimiz gibi başka bir yol daha da yapamıyorduk hayata karşı.İçim o an titremişti,kalbim kaynamaktan yanan bir organ haline gelmişti.Gerçek buydu ve ben bu gerçeği kendimden bile saklayamıyordum.Çokça acı çekmiştim,çokça da iyi niyetim buruşturulup kenara atılan kağıt parçası gibi okunmayı beklese de,umursamayan insanlar zaten önemsemeyecekti.Ne çok kelime birikiyordu o insanlara karşı,bir yığın dolusu söylenmiş sözler vardı ama anlayanı olmaması hayatımı tek bir kelimede açıklıyordu.Üşüyen ayaklarımı karnıma doğru çektim.Üzüldüğüm zaman,duygularım gibi ayaklarımda buz tutardı.Sağ ayağımı,sol ayağımın üstüne atıp ne kadar üşüdümüğü test ettim.Gerçekten çok üşümüştüm.Kırmızı çoraplarımı eşofmanımın içine sokmak için kalktım.O sırada fil dişi renginde olan duvara,nefesimin yükünü vererek çok sesli ve derin nefes alıp verdim.Eşofmanımı çoraplarımın içine soktuktan sonra kapım çalındı.O kadar naif çalıyordu ki,sanki canı sıkılmış da melodi tutuyor gibiydi.Yattığım yerden kalkıp kilitli olan kapımı açtım.İçeri giren Çağın'a baktım.Saçlarını her zamankinden daha dağınık vaziyette yapmıştı.Çağın saçlarına bakmayı çok severdi ama bu sefer bir şey onu bunu yapamayacak kadar yorgun ve mutsuz etmiş gibi suratında salıncak sırası bir türlü gelmeyen çocuğun hayal kırıklığı vardı.
  "Gelebilir miyim?Rahatsız etmiyorum değil mi?"
Çağın yavaşça kapıyı kapatıp yanıma geldi.
    "Tabi ki."
O kadar bilinçli atıyordu ki,sanki o an kafasından binlerce soru cenazeye gidiyordu.
  "Bir şey mi oldu?"
Bunu direk sormak istemiştim çünkü Çağın'na somurtmak hiç yakışmıyordu.Yanıma yavaşça oturup ellerini birbirine kenetleyip,kafasını yere eğdi.
   "İçim hiç rahat değil iki gündür."
Çağın hala kafasını kaldırıp bana bakamıyordu.Sanki benden bir şey saklamış da söylemiyormuş gibi hava çarpıyordu yüzüme.
   "Neden?"
Yanaklarını şişirip üfledi.Bu sorum tek başına bir köşede otursa da,merakımı yanına otuttum.
  "Bana anlatabilirsin Çağın,beni kardeşin olarak görüyordun."
Hala bana bakacak umudunun meşalesinde bakışlarım alev olsa da,Çağın yine sessiz kaldı.
   "Sustuğun sürece sana iyi gelemem."
Yorganın içine girdim.Çağın kafasını kaldırıp bana baktı.Gözleri kan çanağıydı ve gözlerinin torbaları şişmiş ve morarmıştı.Onun bu haline gerçekten hak verince yanına iyice yaklaşıp yüzüne daha yakından baktım.
  "Çağın bu halin ne?"
Çağın o an sessizce yanağından aşağıya dudağının kenarından çenesine göz yaşı düştü.
  "Ağlıyorsun."
Çağın'a sıkıca sarıldım.
"Ağlıyor muyum?"
Sanki o an kötü kabusun içindeymişim gibiydi.Her şey tersine dönmüş düzenim ruhumun evreninde alt üst olmuştu.Öyle hıçkıra hıçkıra ağlıyordu ki,en son bir kere ben böyle Çağın gibi ağlamıştı.İçindeki çocuk bütün herşeyi kusuyor gibiydi.Kolları beni sıkıca sarıp tişörtümü sıktı.
   "Affet beni ne olur.Sen affetmesen ben ölürüm."
Çağın sesi o kadar boğuk geliyordu ki,onun o boğuk sesiyle bende şu an boğuluyordum.
   "Çağın korkutuyorsun beni neler oluyor?O dosya ile alakalı bir bildiğin mi var?"
Çağın kafasını sağa çevirdi.
  "Çok daha fazlası."

 

 

 

İPE ASILAN HAYATLAR (DÜZENLENİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin