GÜZEŞTE

62 8 9
                                    

Ruhumun aynasından kendime baktım görebildiğim tek şey, susarak öldürmüş olduğum ruhumdu.
Kendi içimde aradığım bir yalnızlık vardı.Kalabalık olan acım,artık üzerime doğru yürüyüp kafayı yedirtmek üzereydi.
Kendimden vazgeçeli çokça olmuştu ve ben artık kendime ben bile diyemiyordum.
Çünkü ben diye bir şey yoktu.Akıl sağlığım ile beraber yok etmişlerdi.
"Ne var?"
Ardıç telefondaki kişiye kabaca cevap verince ona doğru baktım.
"Nereye geleceğim?Kim olduğunu söylemeden gelmem.Tanımadığın bir insanla kimsenin buluşmak istemeyeceğini bilmen gerekir."
Ardıç yanımdan kalkıp odayı terk etti.
"Çağın yürü dinle."
İşaret parmağımla işaret edince,Çağın elimi aşağıya doğru indirdi.
"Saçmalama görürse ne olur sanıyorsun?"
Çağın Ardıç'ın kalktığı yere doğru gidip oturdu.
"Hiç risk almıyorsun."
Saçımı kulağımın arkasına aldım.
"Sen yap o zaman minik kuşum."
Çağın Ardıç 'ın kalktığı yere doğru oturdu.
"Yaparım."
Cesaretime karşı silah doğrultuyordum.Oturduğum yerden kalktım.
"Saçmalama otur şuraya görürse ne yapacaksın?"
Bileğimden tutup oturtmaya çalıştı.
"Kendimi ifade edebilirim."
Çağın gözlerini devirip,ellerini kaldırıp derin nefesini verdi.
"Lütfen,kendini düşünmüyorsan beni düşün.Azar yemek en son isteyeceğim şey gerçekten."
"Peki."
Israrına bir şey diyemeden,kalktığım yere tekrardan oturmuştum.
"Sence telefondaki kim olabilir?"
Dirseğimi,dizimin üstüne koyup elimi yumruk yapıp çenemin altına koydum.Çağın'a dikkatlice bakıyordum.
"Her an her şey olduğu için,fikrim su altında."
"Bu işe artık bir son versek?"
"Bilmiyorum.Ne değişirdi peki?"
Çağın burnundaki hızmayı çıkarıp tekrar takıp oynuyordu.Bu soruyu gerçekten düşünmemiştim.Sorunun cevabı hangi yolun cenneti ve cehennemini sunuyordu?İki seçenek cennet olmasına rağmen yakıyordu.Belki de hayattan ona biraz örnek olmuştu.
"Ben,beni alıkoyduğunuzu söylemem."
"Ne diyecektin ki ailene?Belki bir şey söylemene bile müsade etmeden sana istemediğin şeyler yapacak?"
Çağın derin nefes alışında belirsizlik vardı.Gözlerinin içinde pişmanlığın alevleri ayaklarının altındaki zemine sıçrıyor gibiydi.İçimizde hep bir huzursuzluk vardı ve bunun sorumlusu ben olmaktan nefret ediyordum.
"Bunun sorumlusu ben olmaktan nefret ediyorum."
Çağın bana bakıp,gömleğinin bir düğmesini açtı.
"Bak,bunu kimse bilemezdi.Kabul kaçman hataydı ama her hatanın bir nedeni olmaz mı?Birde böyle düşün."
Ardıç içeri girince,elindeki telefonu fırlatıp bağırdı.
"Hey,o benim telefonumdu."
Çağın öfkeden deliye dönen Ardıç'ın yanına doğru gitti.
"Ne oldu Ardıç,ne dediler?"
Yutkunarak zor da olsa,titreyen ve çok oturduğum için kasılan bacağımla inleyerek sendelerken,yatağın başından destek alarak kalktım.
"Ural'ın üzerine yapacakmış ofisteki payın bana kalacak kısmını.Babam ben açmıyorum diye ofisten aratmış sonra kendisi çıktı telefona.Yetmedi gelmem için üvey kardeşim olacak şerefsize yapacak,böyle işin."
Ardıç elini hızlıca duvara geçirince,acıyı şu an umursamadığı belliydi.
"Siktir."
Çağın'nın ağzından çıkan küfürü karşı  bu sefer şaşıramamıştım.
"Bu adam sen İzmir'e dönene kadar rahat durmayacak.Anladın mı?"
"Beni öldürmek mi istiyor?Annemden aldığını benden de mi almak mı istiyor?"
Ardıç elini duvara hızla geçirip kafasını fil dişi renginde olan duvara yasladı.Uzun kumral saçları nedeni ile duvar nedeni ile arkadaki manzarayı göstermeyen tuğla gibi dökülmüştü saçları yüzüne.
"Neden?Ben bu hayatı hak edecek ne yaptım?"
Ardıç,kafasını duvara vurmaya başlayınca,yanına doğru gidip,kaslı olan vücudunu lacivert tişörtünden geri çekmeye başladım.
"Sen bir şey yapmadın.Bak istersen babanla ben konuşayım?"
"Ne konuşacaksın?Onda ne ifade ediyorsun ki seni dinleyecek?"
Ardıç,resmen acı çekiyordu.Artık taşımak istemediği yükü omuzlarından aşağıya doğru indiriyordu.
"Şu mektubu bulduğumda benimle gelecek misin?"
Soluk ve kesik kesik nefes alıp verirken, kontrolsüzce atan kalbimin ritimlarine hakim olmaya çalışıyordum.Gözleri bu sefer daha keskin bir ifade ile gözlerime bakıyordu.Sanki oraya yerleşmek ister gibi bakışı vardı.
"Nereye?"
Ardıç duvardan bir an ayrılıp,kızaran göz çevresi ile mavi olan gözleri ile bana doğru baktı.
"Şu lanet okulu bitirdiğimde,kendime yeni bir hayat kurduğumda orada olacak mısın?"
Ardıç ellerini omzuma koyup,dikkatlice ağzımdan çıkacak kelimeye bakıyordu.
"Bunun için fazla erken değil mi?Yani bunu düşünmek için?"
"Geç bile."
Ardıç,elini dizine vurunca,kolundaki gümüş saatin sesi duyuldu.
"Henüz değil."
Derin nefes verip, yanımdan ayrıldı.Ardından onu o şekilde görünce,kopan fırtınalardaki açısı fırtınanın bile alıp götüremeyeceği türdendi.Acı içinde umutsuzluğu gebe bırakırdı ve ruhun çaresizliği,ölüm satırlarında kaleme alınırdı.İçinde büyüyen yalnızlık,ruhunu da pişmanlığa emanet ederdi.Büyük yıkım ise,mutsuz ve bitap bir şekilde olmamdı.Kendimi satırlarda fark etmem ile birlikte,yalnızlığım aslında dokunulmayacak kadar duygusaldı,belki de bu yüzden duygularım kaleme binbir hüküm veriyordu.
Zihnimde oturmayan birçok acı parçası vardı ve nerede olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu.
"Öyle öyle mi?Annem içinde erken değil miydi?"
Gözleri gökyüzünü kapatan tavana dikti.Konuşurken yutkunarak zor da olsa konuşuyordu.
"Öyleydi biliyorum annen ölmeyi hak etmedi hemde hiç."
Yanına gidecekken durdurdu.
"Bana acıma!Bana merhamet etme!"
Odadan çıkınca peşinden gidecekken Çağın kolumdan tutup engelledi.
"Güzelim yalnız kalsın bırak.Buna ihtiyacı var."
Çağın'a doğru bakıp,yutkunarak kafa salladım.
"Kendine zarar verir mi?"
"Hayır,sadece içer.Kendine ve başkasına zarar vermekten hoşlanmaz."
Derin nefes alıp bir dakikdan daha az kısa süre yüzüne bakıp,yatağıma oturdum.
"İçmesi de iyi değil.Ne yapacağı belli olmaz."
"Evden dışarı çıkmaz merak etme."
"Nereden biliyorsun?"
Çağın kapıya doğru gitti.
"Her şeyi çok dikkatli inceliyorsun.Ayrıyetten şimdi yanına gideceğim rahatla biraz tamam mı?"
Çağın kapıyı aralayarak bana göz kırpıp çıktı.Yanaklarımı üfleyerek temiz kıyafetler alıp duşa girmek için odamdan çıktım.Çağın Ardıç'ın kapısına öylece bakıp duruyordu.
"Neden kapıyı tıklamıyorsun?"
Çağın bana doğru baktı.
"Gireceğim.Sadece söyleyeceklerimi kafamda toparlıyorum."
Kaşlarımı havaya kaldırıp başımı salladım.
"Peki."
"Sen?"
"Duş alacağım."
"Peki."
Aynı cümlemi tekrar edince gülmeme neden olmuştu.Kapıyı açıp duşa ayarlayıp girdim.Yeniden yok olma hissi,birçok düşünceyi enkaz altında bırakmıştı.Üzerime çöken yalnızlık duvarı, benliğimi artık yok etmişti.
Kendimden kaçışlarım emin olduğum kadar,zannettiklerimle beraber kül olmuştu.
Çoğu sustuğum kelimelerin, dilimin altındaki kemikte eriyip gittiğini hissettim.Cümlelerimin artık kalp atışları yoktu.
Kendimi ifade etme hayatım durmuştu.Ağzımla kapatıp,o hıçkırıkların çaresiz sesi.
Kitabıma gözlerim baksa da,binlerce cümle düşüyordu zihnimden roman sayfalarıma.
Bu düşüncelerden neden kurtulamadığımı bilmiyordum.
İçimde büyüyen yalnızlık alfabenin bütün kelimelerini ele geçirmişti.
İçimde büyüyen bir de kocaman bir acı vardı.Yaşayamadığım onca izler üzerine.Acı tarif edilmesi,zor bir eylemdi.Bu tıpkı canından çok sevdiği evladını kaybeden ebevyn gibiydi.
Kapım aniden çalınca şovbeni kıstım.
"Minik,çıkma ihtamilin var mı saate karşı,yoksa artık orada mı yaşamaya karar verdin?"
"Çıkıyorum daha çok olmadı ki.Çok fazla duş saati yemem aslında."
"Hadi ya,kızım biraz daha beklesem kendime kefen diktirmem gerekecek."
"Çok mu acil?"
"Sence?!"
Kapının ardından bağırınca son kez durulanıp üzerimi giyinip çıktım.
"Bu kadar zamanı nasıl öldürüyorsun anlamıyorum,alt tarafı lanet duş."
"Anlamıyorum dalıp gittiğim için."
Üzeri ve nefesi alkol ve sigara karışımıydı.
"İçtin mi sen?"
Ardıç içeri girecekken kapıdan girişini engelleyip,kaşımı kaldırdım.
"Evet ne olmuş?"
"Ne mi olmuş?Baksana şu haline."
"Ne var halimde,ayrıca ilk kez içmiyorum ya."
Kolumdan tutup, kapıdan ayırıp içeri girdi.
"İzin verirseniz sayın kraliçe Elizabeth duşumu alacağım."
"Kraliçe Elizabeth mi?"
Gülecekkken elimi kapatıp durdurmaya çalıştım.Ardıç,köprücük kemiğini kaşıdı.
"Hani her şeyi senden izin alma yetkim var ya,buranın kraliçesi olarak?"
"Saçmalama.Benden izin al diye söylem."
"O zaman iyi."
Kapıyı yavaşça suratıma kapattı.Burnum hafifçe krem renginde kapıya temas ediyordu.
"Ne oldu?"
"Ardıç duş yapacakmış apar topar çıkardı beni."
Çağın, Ardıç'ın kapısına yaslanıp güldü.
"Ben söyledim duş almasını.Ayılması lazım.Ayrıca minik kuşum senin olduğunu söyledim beklemesi gerektiğini ama."
Dudağını büzdü.
"Sıkıntı yok,zaten bitmek üzereydi."
"Sevindim."
Odama geçip çekmeceden fön makinesini bulamıyınca,dolabı iyice açıp karıştırmaya başladım.O sırada kağıdın üzerine yazılı olan şeyler gözüme takılması ile birlikte,karıştırma işim neredeyse yavaşlamak üzereydi.Elim yavaşça rengini kaybeden sararan kağıda kaydı.Kapıya doğru bakıp,nemli olan saçlarımı geriye doğru attım.Kağıdı alıp okumaya başladım.
"Üşüdüğüm gece,yokluğun aklımı öldürdü vanilya kokulu kadın.
Sarı saçların,o narin bakışların ve bana sarılan kolların toprak altında olması adil değil.Sana sarılan kişi ben olmam gerekirken kara toprakla paylaşmak bencilce.
Biliyorum,bir gün seni o hale getiren cezasını da bulacak.Elindeki fotoğrafta kalan kan lekeleri,onun sonu olacak.Zamanı geldiğinde bu mektubu babamın katil olan avucunun içine sıkıştırıp gözüne sokacağım.Bizden çaldığı her şeyi onun elinden alacağım...
2015
Yazılanları okumamla beraber zihnim kurşun yağmuru altındaydı.2015'te yazılı olmasına rağmen, acısı hala o tarih kadar da tazeydi.El yazısına baktığımda çokta düzgün olmayan dağınık yazısı vardı ve satırlar arasında boşluk tamamlanmamış gibi yarım kalmıştı.Sanki anlatmak istiyor ama dilinin kemiği varmıyor gibiydi.Elimdeki kağıdı uzanıp yerine hızlıca koyup kapattım.Çağın içeri aniden girince,kalkıp aynalı masanın üzerinde tarak aramaya başladım.
"Ne oldu?"
"Ne gibi?"
Resmen tarak yoktu ve çıldırmak üzereydim.
"Aradığın şey ne deli gibi?"
Çağın'a dönüp baktım.
"Tarak."
Kuruyan boğazımı yutkunarak temizledim.
"Sol tarafında cep telefonun altında."
Çağın'nın sakin tavırlarına karşı anlam vermeye çalışıyordum.
"Ha,göremedim çok sağol."
Tarif ettiği yere bakıp telefonumun altındaki tarağı aldım.
"İyi misin?Çok tedirgin hareket ediyorsun."
"Bulamadım ya sinir oldum."
"Yüzün kalıplaşmış ve donmuş."
"Öyle mi?Olabilir.Sinirlendim ya sonuçta."
"Öyle mi?"
"Evet."
"Peki.Saçlarını kurut nemli kalmış hasta olabilirsin."
"Evet ama sıkıntı şu ki fön makinesini yok."
"Nasıl yok?"
"Ardıç'a sormak lazım."
"İyi baktığından emin misin?"
Çağın yanıma gelip çekmeceyi yavaşça açıp incelemeye başladı.
"Yok Çağın çok sağol.Yani boşuna aramana gerek yok."
"O zaman banyodadır."
"Olabilir."
Yatağa oturup,öylece Çağın'a bakıyordum.Konuşmadan bakıyorduk.
"Bir şey mi oldu?Duştan çıktığından beri iyi değilsin Ardıç mı bir şey söyledi?"
Çağın çekmeceyi kapatıp masaya doğru yaslandı.
"Bir şey söylemedi bu sefer."
Güldüm.
"Sorun ne peki?"
Çağın dolgun olan kaşını birini havaya kaldırdı.
"Sorun?"
Anlamıyormuş gibi yapsam da,Çağın buharlaşan düşüncelerimi silip ortaya çıkarıyordu.Muzip bir gülümseme takınmaya çalışsam da,başaralı olmam muhammaydı.
"Seni az çok biliyorum.Anlat hadi sonuçta bunun farkındayım.Ayrıca senin için güvensiz bir insan mıyım?"
Çağın kaşını kaldırdı.
"Hayır.Peki tamam."
Pes ederek bayrağı sallayan kişi gibi derin nefes alıp,elimi alnıma götürüp ona doğru baktım.
"Dinliyorum."
Ellerini göğsünde birleştirdi.Yatağın başlığına uzanıp ayaklarını yatağa doğru uzattı.Bacak boyu gerçekten de çok uzundu.
"Fön makinesini ararken, çekmecede bir kağıt buldum.Daha doğrusu bir mektup gibi."
Çağın'nın kaşları birbirine aniden kaza zinciri yapan araç gibi çatılmıştı.
"Ne mektubu?"
Yattığı yerden kalkıp çekmeceye doğru gitti.Çekmeceyi açıp kağıdı ona verdim.Çağın ciddi bir şekilde bal rengi gözleri ile okurken,sessizliği uykusundan uyandırıyor gibiydi.Adem elmasından yutkununca gözüm oraya doğru kaydı.
"Bu."
İşaret parmağında siyah yüzü olan parmağı ile işaret etti.
"Bu onun karalamış olduğu bir mektup ya da evden ayrılacağı zaman babasına vereceği mektup.Daha önceden planlamış olmalı."
Çağın uzun saçını boşta kalan eliyle geriye doğru attı.
"Belli ki."
Aniden kapı açılıp Ardıç içeri girince,Çağın elindeki kağıtla öylece şok etkisi ile kalakalmıştı.Ardıç kaşları çatık vaziyette bize bakıyordu.
"Ne hatlar yiyorsunuz siz?"
Elindeki kağıdı öyle bir çekip aldı ki,kağıt yırtılacak gibiydi.
"Ben."
Çağın terleyen boğazını temizledi.
"Sen?"
Ardıç kağıdı okuyordu.Saçları nemliydi ve üzeri giyinikti.Lacivert kısa kollu bir tişört ve lacivert kot pantolon giymişti.
"Bak,tamam fön makinesini ararken bunu buldum."
Çağın suçu kendi üzerine alınması ile ona öylece bakakalmıştım.
"Odam da eşyalarımı karıştırıyorsun sen?Görsen bile bakmaman gerekirdi anlıyor musun?"
Gözleri tenin rengini yok edip,kırmızıya emanet ediyordu.
"Evet ama dikkat işte."
"Başlatma lan dikkatine!"
"Tamam haklısın."
Çağın olayı kontrol etmeye çalışıyordu.
"Ne geçti şimdi eline ha?!"
Kağıdı göğsüne vurdu.
"Sanki bu olayları bilmiyormuşum gibi konuşuyorsun."
Ben ne diyeceğimi bile bilmeden,yıkılan düşüncelerimi tekrar inşa etmeye çalışıyordum.
"Bilsen bile,yazdıklarımdan sakladıklarımdan haberin olması gerekmiyor."
"Peki."
Odadan çıkacakken durdurdu.
"Nereye minik?"
"Su,su içmem lazım."
Dilim aniden kelimeleri tekrarlayınca yutkundum.
"Neden?"
"Boğazım kurudu çünkü."
"Otur."
Ardıç yatağın kenarına geçip keskin avcı gibi gözlerini avına dikti.Elindeki kağıdı sağa sola çevirip bakmaya başladı.Bende yere doğru oturdum.
"Yatağın bir sürü boş kalan yeri varken,yeri mi tercih ediyorsun?"
Başımı sallamakla yetindim.Her insan içindeki kaderi yaşamakta mahkumdu.Bize sunulan hiçbir yaşam ve seçenek yoktu.
Düşündükçe içimde alevler dans ediyor,bedenimi cehennemin kapısına kadar götürüyordu.Acım canımı almıştı ve hissetmem gerekenlerin kanında boğuluyordum.
"Anneme sunması gereken hayat borcu varken babamın,ölümüne neden olması hangi sevgi kalıbına sığıyor?'
Ardıç elindeki kağıdı salladı.Başını sallayarak gülmeye başlayınca,aklının gidip geldiğini görebiliyordum.
"Bunu defalarca kendine hatırlatmakta hangi akla sığıyor?Onu öldüren parmaklıklar arasında."
Yutkunarak onun bu haline alışmaya çalışıyordum.
"Babam ne dedi biliyor musun?"
Gözleri,sokak lambasının altında parlayan umudunu kaybetme korkusu yaşıyordu.
"Ne dedi?"
Kan kaybı yaşıyormuş gibi,vücudum üşümeye başlamıştı.O an her şey silinip gitmişti ve anlattığı acıyı yeniden kulaklarıma acıyı tattırıyordu.Ardıç uzun ve kalıplı olan bacaklarını uzattı.
"Annem ona değer vermiyormuş."
Ardıç kahkaha atmaya başladı.
"İnanabiliyor musun?Annemden bahsediyorum.'
Ardıç karnını tutup,deli gibi gülüyordu.
"Yeterince eğlendik değil mi?"
Çağın'a baktığımda kaşlarını çatıp eğilip Ardıç'ı anlamaya çalışıyordu.
"İçti mi?"
"Bilmiyorum."
"Çok çok özür dilerim."
Ardıç ellerini kaldırıp hala daha gülüyordu.
"Ne için?"
"Hayatımdaki iniş yokuşlarda,sizin de çıkmanızı istiyorum.Buna hakkım var mı sen söyle minik?"
Ayaklarını bacağımın üstüne koyunca,ona bakıp kalakalmıştım.
"Sen iyi misin?"
"Değilim.Ne yapabilirsin?"
Ardıç dudaklarını birbirine bastırdı.
"Mesela seni tedavi ettirebilirim."
Ardıç kaşını kaldırdı.
"Benim paramparça olan hayatımı,saramaz çünkü öldü.Her güne duygularım karmaşık şekilde kalkıyorum.Benim bile kendime faydam yok.Ne tedavisi?"
"Bak yani acıyı bir süre unutma diyelim."
"Tabi."
Ardıç dudaklarını birbirine bastırdı.
"Mektubu bulduktan sonra,ona şu kağıdı hediye vereceğim.Çok düşünceliyim değil mi?"
Çağın elini çenesinin altına koyup,öfkeden ve acıdan deliye dönen Ardıç'a bakıyordu.
"Dostum istersen sana bir kahve yapayım.Acı kahve."
"Kafam dinç benim."
"Hiçte öyle gözükmüyor."
"Bana akıl verme Çağın!"
"Anneni kaç yaşında kaybettin?"
Bu soruyu aniden sorunca,zihnimdeki ışıklar aniden kapanmıştı.
"Kırk."
Yaşının genç oluşuna bir hayli şaşırmıştım.İçindeki umutlar bir bir renklerini dünyadan silmişti ve acı çeken mutsuzluğunda ardı ardına baş göstermişti.Bunca çekilen kahır hangi mutluluğun habercisiydi ki?Gölgesi altında kalan mutluluğu,güneşi görmeden asla çıkmayacak kadar da gerçekti.
"Neredeyse genç yaşta."
"Evet."
"Birini kaybetmek zordur."
Ardıç dudaklarını birbirine bastırdı.
"Öyle.Yaşayan kişi daha iyi bilir."
"Biliyorum,çünkü benim de kardeşim öldü anne karnındayken."
Ardıç bana bakıp kaşını kaldırdı.
"Böyle bir şeyden bahsetmiştin hatırlıyorum."
"Minik kuşum kardeşin mi öldü?"
Kafamı salladım.
"Üzüldüm.Neyse bu sefer Ardıç bize şöyle güzel bir kahve yapsın."
Çağın oturduğu yerden kalktı.
"Saçlarım daha nemli ve sen kahve peşindesin."
Gülmeye başladık.
"Yalnız minik kuşum da kurutamadı fön makinesi yok."
"Çünkü lavaboda."
Ardıç oturduğu yerden kalktı.
"Getiriyorum."
Kafamı salladım.
"Bana neden hiç bahsetmedin?"
Çağın yanıma doğru gelip oturdu.
"Bu konulara girmek istemiyorum ve ne kadar yıprandığı zaten ortada.Ardıç'ı üzmek istemiyorum."
Çağın başını sallayıp beni kolunun altına aldı.
"Ben her zaman yanındayım ve buradayım."
"Biliyorum."
Yeniden yok olma hissi,birçok düşünceyi enkaz altında bırakmıştı.Üzerime çöken yalnızlık duvarı, benliğimi artık yok etmişti.
Kendimden kaçışlarım emin olduğum kadar,zannettiklerimle beraber kül olmuştu.
Çoğu sustuğum kelimelerin, dilimin altındaki kemikte eriyip gittiğini hissettim.Cümlelerimin artık kalp atışları yoktu.
Kendimi ifade etme hayatım durmuştu.Ağzımla kapatıp,o hıçkırıkların çaresiz sesi.
Kitabıma gözlerim baksa da,binlerce cümle düşüyordu zihnimden roman sayfalarıma.
Bu düşüncelerden neden kurtulamadığımı bilmiyordum.
İçimde büyüyen yalnızlık alfabenin bütün kelimelerini ele geçirmişti.
İçimde büyüyen bir de kocaman bir acı vardı.Yaşayamadığım onca izler üzerine.Acı tarif edilmesi,zor bir eylemdi.Bu tıpkı canından çok sevdiği evladını kaybeden ebevyn gibiydi.
"Kurut,sen bu gidişle hastalanacağa benziyorsun."
Ardıç,elindeki fön makinesini bana uzattı.
"Teşekkür ederim."
"Gereği yok."
Dolaptaki aynanın karşısına geçip saçlarını taramaya başladı.Taramış olduğum saçlarımı kalkıp fön makinesinin fişini prize takıp kurutmaya başladım.
"Yarın sınav var."
"Ne?Tamamen unutmuşum kontrollerimi yapmam lazım."
Aklıma gelince,daha önceden biraz göz atma dua eder olmuştum.
"Halledilir."
"Yarın sınav var ve sen hiç çalışmadan geçeceksin öyle mi?"
"Bu gece sabahlayacağım."
Ardıç uzun kumral saçlarına uzun parmaklarını daldırıp aşağıya doğru çekti.
"Bunun yerine çalışabilirsin."
"Canım öyle istiyor,yapabileceğin bir şey var mı?"
Keskin mavi gözleri aynadan arkasında kalan bana doğru bakıyordu.
"Ayrıca ne bu diğerkam davranışlar?"
"Diğerkam?"
Saçımı kuruturken ona doğru bakıyordum.
"Başkalarının yararını kendi yararı kadar gözeten kimse.Yani anlayacağın maddi manevi bir şey beklemeden yardım etmek."
Söylediği ve kelime haznesinin genişliğine hayran şekilde öylece kalakalmıştım.
"Kelimeler ve anlamları ile aran iyiymiş."
Çağın gülümseyecek gibi olacakken, Ardıç'ın bakışları yüzünden askıda kalmıştı.
"Aram iyi olan çok daha iyi konular var."
Çağın cırtlayarak uzanıp yastığı kapıp Ardıç'a doğru fırlattı.Ardıç ayağının altına alarak gamzesi belli olacak şekilde gülümsedi.
"Çeneni kapat!"
Çağın gülerek işaret parmağıyla tehdit ediyordu.
"Ağzımdan çıktı bir kere."
"Neler oluyor?"
"İşin eğlencesi.Karnım aç benim!"
Çağın kalkıp kızgın bir ifadeyle söylenmeye başladı.
"Mutfak mı yok evde Çağın?Doyur karnını."
Ardıç saçlarını gelişi güzel hafif bir şekilde topladı.
"Çağın saçımı örer misin?"
Aniden araya girmiştim.
"Senin el lezzetine alışmıştım doğrusu."
Çağın aniden yere düşen cam parçaları gibi ayrılmıştı.
"Bende senin bir kere de olsa kahvaltı hazırlayışına."
"Peki,çocuk değilim öyle değil mi?"
"Saçım?"
Sorumu bir kez daha gösterip hafifçe gülümsedim.
"Tamam."
"Gerek yok ben örerim,sen git bir şeyler atıştır."
"Sen mi?"
Ona kaşımı kaldırıp baktım.
"Çağın'a şaşırmadın nereden biliyorsun onun bildiğini?"
"Evet minik kuşum maalesef haklı saç konusunda iyi değilim.Ama senin için denerim."
"Teşekkür ederim Çağın."
"Rica ederim.Ben bir şeyler hazırlayayım."
"İyi olur."
Ardıç yanıma doğru geldi.
"Saçlarımı çok sık örme,hafif dağınık tarz olsun."
"Kızım ben kuaför müyüm?"
Aynadan Ardıç'ın suratına baktım.Saçlarımı üçe ayırırken ve çatılan kaşıyla çok komik görünüyordu.Benim için suratında kusur yoktu.Dışarıdan tabi ki kusurlarını gören insanlar olacaktı çünkü her insanın bir kusuru muhakkak vardı.
"Neye gülüyorsun?"
"Suratındaki ifadeyi aynadan bakarsan anlarsın."
İşaret parmağımla gösterince,Ardıç oraya doğru baktı.
"Kızgın bir hal var."
"Saçımı ayırırken komikti görmeliydin."
"Suratım oyun parkı değil küçük hanım."
Tarağı dişlerinin arasına aldı.
"Bak,aramızda sadece iki yaş var."
"Öyle mi diyorsun?Halbuki hareketlerden bile ayırt edilebiliyor."
"Ardıç çok zalimsin.Direk ağzına geçeni söylüyorsun."
Ardıç'ın keskin mavi gözleri,çatılan kaşlarıma kaydı.
"Ben ağzımdaki cümleyi saklayan bir adam değilim."
"Kesinlikle."
Bir an suratındaki gülüş dona kalmıştı.Sanki yankılanıyordu yine ses kirli rutubet duvarların ardındaki sessizliği ve öldürdüğü zamana katil olmadığını ikna etmeye çalışan dili onun ruhuyla birlikte gizlenmişti ve ölümü sanki herkese mutluluğu getirmiş gibi hissetttirmesi yüzünün kırılan duygularından belli oluyordu ve duygularının cenazesinin son veda konuşması yapılmıştı .Eskiyen tek şey ise küf kokan bedeni ve yalnızlığıydı kendi içinde savaş verdiği.
"Ne düşünüyorsun yine?"
Saçımın yarısını neredeyse örmüştü ben onu aynadan izleyip,bu tür düşüncelerde boğulurken.
"Hiç."
Ardıç siyah tokayı saçıma bağladı.
"Bu işlerde çok yeteneklisin."
"Annemden kalma."
Gülüşünü yakalarken,ondan bahsedince gözlerinin içinde güneş doğuyordu.
"Annemin saçları seninki kadar kabarık ve gür değildi.İnce telliydi."
"Benim de babaanneme çekmiş,o yüzden gür bu kadar."
"Ama güzel ve dolgun."
"Teşekkür ederim."
Oturduğum yerden kalktım.
"Çağın hazırlamıştır belki bekletmeyelim."
"Ha evet."
Ardıç elindeki tarağı masanın üstüne koydu.
"Ardıç bence geleceğini de düşünmelisin."
"Ne gibi?"
Kapının kolunu açacakken yutkundum.Elim kapının kolunda stabil bir şekilde duruyordu.
"Yani,amcanın yanında çalışma gibi bir şansın varken ve okulu bitirip diploma alıyorsan bunu bir anda yok etme."
Kelimelerimi resmen eleyerek seçiyordum.Ani patlayan bombaya dokunmak ne kadar mantıklı olabilirdi ki?
"Diploman varsa iş de vardır değil mi?"
"Tabi ki ama,istiyorsan yapmalısın bence."
"Minik karnım çok aç,hadi."
Beni ittirince,kapıyı açıp odadan çıkıp mutfağa doğru ilerledik.
"Gelmezsin diye umdum.Ne saçmış sanki gelin başı."
Ardıç gülmeye başladı.Sandalyede ellerini birleştiren Çağının yanına gidip omzuna vurdu.
"Söyleseydin oğlum."
"Genelde bir ağzımı burnumu dağıtmadığın kalıyor,ondan sanırım."
"Benden korktuğunu falan söyleme.Senin gücünde hafife alınacak derecede değil."
"Aramızdaki tek fark sen kendini kaybediyor olman ve nefretinden gücü alman."
"Sanırım."
Dudaklarını birbirine bastırıp konuşuyordu.
"Haklısın."
"Neler var Çağın?"
"Minik kuşum bir aşçı olmasam da,kabul ediyorum Ardıç kadar da iyi yemek yapamasam da,bir şeyler yaptım işte."
"Olsun,önemli olan çabalaman."
"Doğru."
"Bir an önce yiyip son kontrolleri yapayım sınav için."
"Beraber çalışsak olur mu?Belki aklıma bir şeyler girer."
"Olur.Ama genelde ben yazarak öğrenirim."
Çağın tabağımı önüme koydu.
"Bende yazarım."
"Tamam."
"Çorba çok güzel olmuş.Ben genelde çok çorba içmeyi seven biri değilim."
Çorba gerçekten çok güzeldi.
"Biliyorum,bende ona göre uğraştım sana çorbayı sevdirmek için."
Gülmeye başladık.Arada beş dakika falan suskunluk olmuştu.
"Varlığın çok değişik geliyor yani,sen daha önce yapılan yoktun ve biz bu kadar gülüp sohbet ettiğimizi hatırlamıyorum."
Çağının bu itirafına karşı bakakalmıştım.Gözlerim Ardıç'ı bulmuştu ve Ardıç gözlerimin içine bakıyordu.
"Benim içinde öyle Çağın."
Gülümsedim.
"Yani çok iyi arkadaşsın yerine göre de kız kardeş."
"Soğuk sıcak diyorsun yani?"
Ardıç'a baktım.
"Hep sıcak tavırlı en azından bana karşı."
"Bende biraz surat ve çene yaptığı için senlik sıkıntı yok."
Ardıç'a bakıp kaşlarımı çattım.
"Bak,ben öyle durduk yere gerçekten sinirlenen biri değilim.Bir sebebi muhakak ararım."
"En iyisi."
Düşüncem bir çok kavganın nedenindeki susuşlarıma kaymıştı.İçimde şu an oturan bir acı vardı ve onların yanındaki mutluluğumla birlikte içime delik açıyordu.
"Yüzün düştü bir an yalnış bir konumu açtım?"
"Yok."
Önümdeki yemeği bitirip,masadan kalktım.
"Ben çalışmaya başlıyorum."
"Ben hemen toplayıp geliyorum."
"Siz çalışın ben toplarım."
Ardıç'a doğru baktım.
"Sen?"
"Çalışırım ondan sonra ben tek çalışmayı tercih eden adamım."
"Peki o zaman."
Çağın Ardıç'ın omzuna vurdu.
"Şaka gibi.Neden kopya çekebiliceğimiz türde değil ki üniversitesiler?"
Gülmeye başladım.
"İş artık ciddi diye."
"Öyle ya."
Çağın da gülüp eşlik ediyordu.
"Dekantım lütfen önden buyurun."
Odamın kapısını açıp,yol gösterdi.
"Dekant mı?"
Kaşımı kaldırıp gülüyorduk.
"Peki genç beni takip et."
İçeri girip,yatağımın kenarında duran küçük çekmeceli masanın üzerinden kitaplarımı alıp yatağıma oturdum.
"Şimdi ben yazıyorum ve sen de yazmaya başla.Aslında senin nasıl aklında kalır?"
"Birbirine anlatmak ile."
"Olur aslında iyi olur."
"O zaman ilk önce yazıyoruz."
"Tamam."
Defteri açıp kitabı okuyup,altını çizdiğim önemli yerleri yazıp tekrar tekrar okuyordum.
"Çok garip."
"Garip olan ne?"
Çağın eğmiş olduğu defterden kafasını kaldırıp bana doğru baktı.
"İki yıllık kazanmıştım ve şimdi dört yıllık özel psikoloji okuyorum aslında Ardıç neden böyle bir şey yaptı anlamıyorum.Bu çok büyük sorumluluk."
İnce siyah kalemimi yazdığım kağıdın üstünde döndürmeye başladım.
"İllaki vardır nedeni,muhakak bir planı vardır."
"Bunun ne planı olabilir ki?"
"Bilmiyorum,onun aklında çok şey vardır sana sezdirmez.Sana ona bir şey anlatır o çok yönlü şekilli düşünür."
"Zaten zeki çocuk."
Dudağımı büzdüm.
"Evet,duyguları köreldi ve yeşermesi zaman aldı.Düşünmek ve her şeyini yoluna koymakta.O yıkımdan kalkmak ve toparlanmak kolay değildir."
Çağının dediği şey,karanlık ortamda bir mumun ışığı gibi aydınlatması gibiydi.Her cümle ardından yarım kalan bir acıyı bırakıyordu ve artık ruhta acı ve yalnızlık alışkanlık yapıyordu.
Kendime empoze ettiğim yabancılaşmam,ruhumun ayaklarının altında eziliyordu.
"Bunları şimdi düşünme,çünkü yarın sınav var ve ben kopya dahi çekemeceğim.Bu ne kadar kötü bir durum bilemezsin."
Dediği şeye zor da olsa gülümsedim.
"Senin için çok zor olmalı."
"Evet,ben anladığım kadarını anlatmaya başlıyorum o zaman."
"Peki."
Çağının anlattıklarını yazdığım defterden kontrol ederek dinliyordum.
"Evet,şurada şu cümleyi unutma."
Çağın'a defterdeki satırı gösterdim.
"Tamam."
Çağın'a defteri verip beni dinlemesi için uzattım.Bende Çağın'a anlatmaya çalışıyordum.Çağın uzanarak beni dinliyordu.
"O şekilde uykun gelir,kalk öyle dinle."
Çağın üfleyerek kalktı.O sırada kapımız açıldı.
"Kahve molasına ihtiyacınız var."
Ardıç elindeki iki tane siyah kupayla girdi.
"Bugün senin kafana bir şey düşmedi değil mi?İlahi güce konum falan mı yolladın?"
Çağın yukarıya doğru bakınca,gülmeye başladım.
"Sesini keste elimdeki bardakları al."
Kaşlarını çattı.Çağın kalkıp Ardıç'ın elindeki bardakları aldı.
"Aldım çok sağol."
"Babamın ifadesi alınmış,ben evden ayrıldığımdan beri.Ayrıca sizlerin de."
İşaret parmağıyla bizi gösterdi.
"Sen nereden biliyorsun?"
"Tek takıldığın bu mu gerçekten?Batuhanın babası,polis İzmir'de hatırlarsın."
Çağın kahvesini içecekken dona kaldı.
"İfade hakkında bilgin var mı peki?"
"Hayır,.ama babasının ağzını yoklayacak benim hatrıma."
"Böyle bir şeyi senin için neden yapsın peki?"
"Konuşma becerisi ve eski güvenilir dostluklar."
Ardıç eğilip yazdığım defteri okumaya başladı.
"Sakin kalmana gerçekten şaşırıyorum ve sabrım bardak misali oluyor."
Çağın kaşlarını çatıp sert bir üslupla konuşunca Ardıç defterden yavaşça kafasını kaldırıp ona doğru baktı.
"Sinir,mantıklı düşünmeye engel olur."
"Bu kesin."
Kahvemden bir yudum aldım.
"Yakalansaydın ne yapardın?"
Ardıç bu soruyu beklemiyordu ki,saçlarını geriye doğru yatırdı.
"Annemi ölüme sürükleyen adama baba dediğimi anlatırdım ve hayatımı alt üst edeni değil,neden beni yargıladıklarını sorardım."
Dediği cümlelerin anlamında boğuluyor gibi hissediyordum.Sorgu masasında tek ışık yanan koyu kahverengi masada elleri hayatı gibi kelepçeli ve yanında sorguya çekilen dudaklarından çıkan cevapları ve camın köşesinde onu izleyen babası olunca ve bunları duyarsa vereceği tepki zihnimin karanlık bölgesinde tek yanan ışığın altında düşünüp durdu.
"Seni bir an öyle düşünemedim."
Elimdeki bardağı kenara koyup,çizdiğim yeri tekrar okumaya başladım.
"Bende düşünemedim,ne yapacağım belli olmaz."
Ardıç gülmeye başladı.
"Senin akıl ve ruh sağlığın hiç iyi değil."
"Hayat şartı."
"Neyse,otur şuraya da bir şeyler öğren.Meslek sahibi olmak için uğraşan sensin."
"Ben oturma odasında tek başıma çalışıyorum zaten.Şimdi de oraya tekrar gidiyorum."
Odadan çıkması ile birlikte canımın sıkkınlığı ile hiçbir şey yapmak istemiyordum.
"Farkındayım Ardıç'ın açtığı mezvu canını sıktı."
"Evet."
"Neyse,bak şu konuyu çok iyi öğrenmemiz lazım."
"Anlat sen ben dinliyorum."
Çağın anlatırken zihnim,köşede duran hayati konuyu bir kenarda komada bekletirken,zihnimin içinden akan düşüncelerimin kanı bir şekilde yere damlıyordu .
"Tamam,bitti.Gel istersen içeride film izleyelim."
"Olur aslında."
Kitaplarımı kapatıp masanın üzerine koydum.
"Başın daha önce hiç belaya girdi mi?"
Çağın oturduğu yerden kalkarak konuştu.
"Ne gibi?"
Bal rengi gözlerinin içine baktım.
"Yani,böyle hayattan soğuyacağın türde bir bela."
"Ailemle aramdaki ilişki."
Kelimeler,kulak duvarlarıma çarpıp geri geliyordu.Söylemek istediğim,şu anlık bu muydu?Zihnimde uçuşan cümleleri yakalayamıyordum ve sanki ağzıma kadar yol alıyor ve benden izin almadan dudaklarımdan çıkıyor gibiydi.
"Artık bir mektubun ve verilen ifade örneğini bekliyoruz.Sona yaklaştık mı dersin?"
Çağın yatağa doğru sırt üstü uzandı.
"Bilmiyorum,sonu nasıl bitecek düşünemiyorum.Bu zihnim için çok fazlaymış gibi."
"Seni anlıyorum.Bu cesareti göstermende garibime gitmişti çünkü evden kaçabilecek türde ve ailesinin ne kadar korumacı bir aile olduğunu es geçerek ve bulunsan ailen neler yapabileceği hakkında tahmin bile yürütemeyen sen."
"Öyle ya,mesele sadece fiziksel şiddet değildi Çağın.Psikolojik olarak da çok yıpranmıştım.Mutlu değildim."
"Neden?Bir baba..."
Çağın sözlerini tamamlayamamıştı.Yattığı yerden kalktı.
"Aklım almıyor bazen,gerçekten."
Kapıya doğru ilerledi.
"Hadi gel."
"Peki sen güzel olan aileni neden geride bıraktın?Bir nedeni muhakak olmalı."
Peşinden onu takip ediyordum.
"Bunu hiç sormayacağını düşündüm."
Oturma odasına geçmeden ara koridorda durdu.
"Şimdi geldi aklıma."
"Gerçekçi olalım diyorsun yani."
Gülümsedi.
"Sen bilirsin zorlamayacağım."
"Ardıç'ı tek bırakırsam kendine zarar verebilir.Çünkü sinirlendiğinde her şeyi yapar.O aslında ölüyor Arsen."
"Fark ettim."
"İki kişiyi birden kaybetti en sevdiği."
Çağın eliyle işaret etti.
"Sence yaşamak için sebep arar mı?"
İçime oturan acıyı,kendi kabuğuna çekip saklamak istiyordum.Zamanı ise,mutlu olduğumuz zamanda durdurmak istiyordum.Kapıyı açınca,acı nereye ve kime musallat olacağı belli olmuyordu.
"Aslında var bir nedeni."
Çağın dikkatlice bana doğru baktı.
"Ne?"
Kaşını kaldırdı.
"Kız kardeşi."
"Öyle ama,acı zekayı esir alır bunu unutma."
Ardıç sesini duyunca oraya doğru baktım.
"Ne konuşuyorsunuz yine?"
Çağın oraya doğru baktı.
"Hiç."
"Sanki sürekli benden bir şeyler saklıyormuşsunuz gibi.Bildiklerinizi bana söylemek zorundasınız."
"Bildiğimiz bir şey yok.Senden öğreniyoruz ne varsa."
"Çağın oturma odasına mı geçsek artık?"
Oturma odasına doğru yol alıp,koltuğun yanında duran kumandayı aldım.Ardıç'ın burada ders çalıştığı çok belliydi çünkü her yer kitap,defter ve farklı kaynaklar doluydu.
"Oğlum buranın hali ne?"
"Ne varmış?Ders çalıştım ve normal olan şey."
"Toplayabilirdin hani."
"Sen toplarsın diye bıraktım."
Çağın gözlerini devirdi.
"Zaten ben olmasam,senin halin boş bir kutu."
Çağın kitapları toplayıp boşta olan koltuğa koydu.
"Ablan seni ziyarete geliyor mu Ardıç?"
Bir an aklıma gelen soruyu ona sormuştum.Ardıç,kaşını havaya kaldırıp bu sorunun nereden aklıma takıldığını merak eder gibi suratıma ifadesiz bir şekilde bakıyordu.
"Yani senede bir tekrar eder."
"Senin için zor oluyor mu?"
"Ne yapacaksın?"
Ablasından konuyu açınca gerilmeye başlamıştı.
"Minik kuşum boşver."
Çağın bana doğru eğilip eliyle ağzını kapatıp kulağıma fısıldadı.
"Ben sana anlatırım."
Kafamı sallayıp elimdeki kumanda ile televizyon kanallarını yoklamaya başladım.Çok tuhaftı bu cümleler bende hayat tecrübesi olmuşken, s
Ardıç'ta ne anlam ifade ediyordu? Kalabalığın içindeki güçlü yanı kıskançlığının kötü yanıydı ve bu yüzden insanlarla arası pekte iyi değildi.İçinde attığı çığlıklar ise sadece ruhunu korkutuyordu ve istemeden yaptığı,söylediği her eylem pişmanlığı olup kalbini kesip iç kanama yapan yaraya dönüşüyordu.Hayatını ise anlamsız buluyordu.Gülüşlerinin altındaki nedeni ararken gördüğüm tek şey düşüncesiz tarafı, kendini gösterme çabasındaydı çünkü buna ihtiyacı vardı.Hep fark edilmeye ve sesini duyurabilmeye bu övünmeye girmiyordu.
"Bunu izleyelim izlediğim en harika filmlerden biriydi."
Çağının dediği üzere kumandayı kucağıma koyup,kafamı koltuğa yaslayıp izlemeye başladım.
"Güzelmiş."
Ardıç koltuğa yayılmıştı.Gözlerim ağırmaya başlamıştı.Ne zaman kafamı koysam,uykum gelirdi.Elimi kapatarak esneyince Çağın bana doğru baktı.
"Uykun geldi sanırım."
"Bugün gün boyu yorgun hissediyordum.Ayrıyetten kafamı koyunca da uykum gelir."
Çağın gülmeye başladı.
"Nereye koysam ciddiden uykun mu geliyor?"
"Evet."
O gülünce bende istemeden güldüm.
"Filmi benim için açtınız sanırım?"
Ardıç ayaklarını masaya koymuştu.Sanırım bunu seviyordu.
"Uykusu gelmeye başlamış."
Ardıç bana doğru bakıyordu.
"Yatabilir."
"Yok sizinle film izleyeceğim."
"Kendini zorlamanın bir anlamı yok,çünkü yorgunsun ve bir şey anlamıyorsun."
Haklı olabilirdi ama şu an kafamı dağıtmaya ihtiyacım vardı.Zihnimin yorğunluğu daha öncekinden çok daha fazlaydı ve buna alışmış olmam da bir tuhaflık vardı.
"Oğlum uyumuş."
"Bana bırak ben götürürüm yatağına."
"Peki."
Bacaklarımın altında bir şey hissedince aniden gözlerimi açtım.
"Neler oluyor?"
O sırada bir çift mavi gözle karşı karşıyadım.
"Uyudun ve seni yatağına götürüyordum."
"Uyurken biri beni dokunmasını sevmem,yani istem dışı aniden kalkıyorum."
Ardıç kaşlarını çatıp pembe olan dudaklarını yukarıya doğru kıvırdı.
"Bana teşekkür etmen yerine,suçluyorsun."
Kapıyı açıp beni yatağımın üstüne koydu.
"Hayır yani,sana neden uyandığımı açıklamak istedim."
"Merak etmiş olsaydım sorardım minik."
"Bana minik demen şimdilerde çok hoşuma gidiyor."
Esneyerek konuşuyordum.
"Ne?Ne dedin sen?"
Battaniyemi üstüme çektim.Ardıç,hışımla battaniyeyi çekip üstünden aldı.Bende battaniyeye yapışacaktım ama,bunu beklemiyordum.
"Ne yaptığını sanıyorsun?"
"Bana neden öyle söyledin,açıklama?"
Kaşını kaldırıp bana bakıyordu.Gözleri yakından çok daha güzeldi.Kırpık kirpikleri,her genç kızın kıskanacağı türdendi.
"Lakabımı seviyorum."
"Kendine eşya veya malmış gibi görme."
"Ne alakası var,sen söylediğin için seviyorum."
Ardıç yanıma oturup,elindeki battaniyeyi üstüme örttü.
"Bu cesaret nereden geliyor?"
"Cesaret değil, doğruyu söylemek istedim."
Ardıç,gözlerimin içine öylece bakıyordu.Aramızda kısa bir süre ardındaki sessizlikten sonra,Ardıç'ın kaba ve metanik sesi kulaklarıma doldu.
"İtiraf mı söyleyeyim?"
Ona öylece bakıyordum.
"Aslında bak gerçekten bu işler hiç bana göre değil ama seni öptüğümde ne hissettim biliyor musun?"
"Bunu gerçekten düşündün mü?"
Ona hayret edercesine bakıyordum.
"Dudakların,şeytanın bile Cenneti isteyeceği türden.Ne kadar Cennetten nefret etse bile."
"Ne?"
Bu dediği iltifata mı şaşırsaydım?Yoksa konuşurken gerçeği söyleyip söyleyemediğine dair surat ifadesine mi?
"Beni öpmeyi mi seviyorsun?"
"Seviyorum demedim,sadece güzel."
"Çok inatçısın."
Kollarımı göğsümde birleştirdim.
"Ben hep inatçıydım,bu sana sergilediğim bir tavır değil."
"Peki,öyle olsun."
Derin nefes verdikçe,aslında boğazıma kadar derdin içinde boğulduğumu hatırlıyordum.
"Uyuyacak mısın?"
"Sen?"
"Belki,bir sigara yaktıktan sonra."
"Sigaraya nasıl başladın?"
"Arkadaş çevresi on yedi yaşımdayken."
"Ben sigarayı sevmem.Hatta kokusunu bile tıkatıyor beni."
"İyi.Ben gidiyorum sende uyu."
"Tamam."
Ardıç'ın gidişi ile gözlerimi kapatıp iyi olan şeyleri düşünmeye başladım.
"Kalk minik kuşum."
Çağın dibimde müzik çalması ile uyandım.
"Bu ne?"
Cırtlayınca,gözlerimi aniden açtım.Sese uyurken gerçekten hiç tahammülüm yoktu.En ufak ses bile rahatsız ederdi.
"Benim en sevdiğim müzik."
"Ankara havası mı sabah sabah?"
"Oynayalım diye açtım."
"Sabah sabah mı Çağın?"
"Evet."
Oynamaya başlayınca Ardıç,elindeki telefonu alıp kapattı.
"Oğlum okula geç kalıyoruz."
"Daha vardı ya bir saat,bir saat öncesinden kaldırıyorsun bizi."
Çağın telefonu almaya çalışıyordu.
"Siz giyinene kadar zaman ölüyor ne yazık ki."
"Hemen giyinip geleceğim patron."
Çağın odadan ayrıldı.
"Sen minik?"
"Geleceğim ama ilk önce açılmam lazım."
" Çabuk açıl o zaman."
Kafamı salladım.Ardıç odadan çıkınca yattığım yerden kalkıp dolaptan kıyafetlerimi giyindim.Aynanın karşısında uyku düzensizliğin yüzünden göz torbalarımın morluklarına bakıp duruyordum.Yüzüm çok da iyi göründüğü söylenemezdi.Ruhum sanki bedenim olmuş gibiydi.Yüzümü kapatıp hafif bir şeyler yaparak çıktım.Mutfaktan gelen hafif yüksek seslere karşı adımlarımı yavaşlatıp ilerlemeye başladım.
"Uçak biletimi alacağım gidiş ve dönüş olarak.Aynı gün,farklı saatlerde."
Ardıç'ın sesi duvara çarpıp geri gelen nesne gibi kulaklarıma doluyordu.
"Ya,baban seni yakalarsa ve gelemezsen?Bunu hiç düşündün mü?"
Sorduğu soru,Ardıç'ın zihnine mızrak gibi saplanmıştı.Hedef ise,dudaklarının arasından çıkacak olan cümlelerdi.
"Beni zorla alıkoyabilir mi sanıyorsun?"
Mum gibi eriyen benliğimi tutmaya çalışıyordum.
"Hem ona bir mesajım var,okumuştun."
Kapıya biraz daha yakınlaşıp onlara doğru bakıyordum.Çağın sigarasını yakıp çakmağı masanın üzerine koydu.
"Babanı tehdit mi ediyorsun yani?Bu adam öldürmeye teşebbüse girer ve suç.Başına bir iş gelirse ilk sen sorgulanırsın biliyorsun değil mi?"
Duman,boynu bükük şekilde havada süzülüyordu.Hangi güneşin batışında ölmüştü ki?Acı zihnimi ele geçiriyordu.
"Babamın yaptığı eylemi ben ona yapar mıyım sanıyorsun?O zaten şu an ölen cesetten farksız çünkü hayatta sevdiği kişiler yok.O yüzden bu şekilde aciz gibi davranıyor."
"Aciz mi?Baban aslında en güçlü adam,adam nasıl buralara kadar zengin oldu sanıyorsun?"
"Mesele sadece o değil."
Muhabbet o kadar koyuydu ve ben o kadar uzaktım ki, mutfaktan içeri bile girmek istemiyordum.
"Arsen nerede hala gelmedi?"
Kolundaki saate baktı.
"Bilmiyorum,gelir şimdi."
Çağın kapıya doğru bakınca beni fark etmesiyle birlikte gözlerim istemeden büyüyordu.
"Çağırmaya gideyim ben."
Kaşları ile işaret yapınca kapıdan ayrılıp saklandım.
"Çabuk olsun yoksa kahvaltı etmeden gidecek."
"Tamam."
Çağın sigarasının külünü kül tabağına bastırıp, mutfaktan çıkıp kolumdan tutup mutfaktan biraz uzaklaştırdı.
"İçeri neden girmedin?"
Bir yandan da mutfağın kapısını gözetliyordu.
"Girseydim,önemli olan konuyu belki rahat rahat konuşamayacaktı."
"Sen bu işin içindesin ve artık bilmediğin bir şey varmış gibi davranma minik kuşum."
"Olsun."
Yutkundum.
"Hadi kahvaltı et."
Kafamı salladım.Mutfağa doğru girip,Ardıç' a doğru baktım.Telefonuna gömülmüştü.Sandalyemi çekince bana doğru baktı.
"Sanırım mideni düşünmeye başladın."
"Galiba."
Çağın gülünce,ona bakıp gülümsedim.
"Bugün sınavda panik yapma."
"Denerim, üniversite sınavına hiç girmedim.Ama on dakika sonra heyecanım gidiyor.Lise hayatımda da böyleydi."
"Bildiğini yap,zaten çalıştın."
"Umarım."
"Uçak biletimi şimdiden aldım.Cumartesi gününe var.Babam pazar evde oluyor."
Ardıç elini saçına daldırarak  sürekli saçlarına götürüyor sürekli içinde hatırladığı duygunun yakasından çeker gibi çekiyordu.Hayat, acımasızlığını en bastırılmaz yanıydı.İçindeki çığlıkların kavgalar, cinayetin gölgesiyken
dışarıdan hiç de iyi göstermiyordu onu.Önümdeki tabağımı bitirip kalktım.
"Dikkatli ol."
"Ne için?"
Ardıç,siyah omuz çantasını alıp taktı.
"Babana yakalanmanı istemem."
"Ne yapacağımı bilirim."
Çantamı alıp evden çıkıp arabaya doğru yol aldık.Ardıç'a baktığımda kendi adaletin ışığını gölgeliyordu.Arabaya doğru oturdum.
"Hep öyle söylüyor zaten,ben seni ilk sırada izleyeceğim Ardıç."
"İzle o zaman."
Arabaya yüklendi.
"Hiç ablanın yanında kalmayı düşündün mü Amerika'da?"
Aklıma gelen soruyla,mavi gözler bana çevrilip sonra önüne döndü.
"Herkesin hayatı var.Birde ona kendimi mi ekleseydim?"
"Hayır,sadece merak ettim."
"İyi bende cevapladım."
Ardıç'ın gözleri dalgındı.Zihninin içinde neler düşündüğünü gerçekten bilmek istiyordum.Nedenini henüz bilmesem de.
"Bak sana bir şey söyleyeyim minik,hayat bize istediğimizi vermez."
Ardıç'a doğru baktım.
"Bakış açısıyla ve yaptığın işlere bağlı aslında."
Ardıç'ın gamzesi belli olunca,güldüğünü fark ettim.
"Çok karamsar düşüncelerin var tıpkı geçmişinde gömemediklerin gibi."
"Sesini kes!"
Ardıç,sesi yükselince ona doğru baktım.
"Bunlardan kurtulman lazım.Senin için iyi değil."
Duygularıma tercüman olan hiçbir kelime yoktu,anlaşılan tek şey kaybolduğum yerin altında isimin kaldığı boşluktu.Tükettigim son umut yemeğini yedikten hemen sonra acılarıma dilenir olmuştum .Karanlığın beni bu kadar kolay öldüreceğini ummuyordum.Korktuğum tek şey bir kez daha dirilicek olmamdı bu beden için.Tekrardan yandığım günahlarımın beni affetmesini beklediğim ,tepelerde izci kalmıştı belkide bana cennet cehennem bile yoktu.Ardıç cümlesini söyleyince,hayatım bir şerit gibi gözümün önünden geçmişti. Her doğan tanı sayıp ardından gelen dolunayla selamlaşmış gibiydim.Yabancı kaldığım benliğim , suretimi ellerimle dağıtmıştı,anlatılacak hiçbir neden yoktu ve susulacak kelimeler çokken,anlaşılmadığı için gerekte yoktu.
"İnsene."
Dalıp gittiğim düşüncelerden sıyrılıp,kapımı açıp önümde duran Ardıç'a baktım.
"Her öfkeni kızdan çıkaramazsın,onunda bir kalbi ve duyguları var."
Çağın arkadan beni savununca ona gülümsedim.
"Bir şey yapmadım."
Arabadan inip,arabayı kitleyince okula doğru yol aldık.
"Ardıç."
Arkadan Ardıç'ın adını duyunca arkama dönüp baktım.Ardıç'ın yarış yaptıkları çocuklardan biri önümüzde duruyordu.Yanında siyah saçlı mavi gözlü,beyaz tenli çok güzel kız duruyordu.Üzerine giymiş olduğu beyaz gömleği ve kot pantolonu,omuzlarına kadar gelen kısa saçı ile çok bakımlı duruyordu.
"Efendim?"
Ardıç'ın elini sıktı.
"Naber oğlum?"
Çağın sevmediğini bildiğim için ona doğru baktım.Kaşları taramalı tüfek gibi öfke mermisi saçıyordu.
"İyilik senden?"
"Bende de aynı.Bu arada kız arkadaşım ile tanış Buse."
Ardıç kızı süzünce,istemeden kaşlarım çatılmıştı.Fiziği gerçekten çok güzeldi.
"Memnun oldum Buse."
Elini sıkınca,gözüm oraya takılıp kalmıştı.Kız inci gibi dişleriyle gülümseyince gerçekten çok güzel dememek elde değildi.
"Bu da kız arkadaşı?"
Çocuk beni gösterip,ismim ile hitap edecekken bilmiyorken ne diyeceğini bilemeden kaşları çatıldı.
"Arsen."
Elimi uzattım.
"Memnun oldum tatlım."
"Bende."
"Arkadaki çocukta arkadaşları."
"Tek arkadaşı."
Çağın çocuğa laf sokunca,çocuğun düşen yüzündeki ifadeyi yerden alıyor gibiydi.
"Boş konuşma Çağın."
Ardıç,arkayı dönüp keskin yüz ifadesi ile konuştu.
"Siz biraz takılın,bizde Ardıçla bir konuşalım."
"Konu ne?"
Ardıç,elini beline koydu.
"Teneffüste konuşsanız ders başlayacak."
Adını yeni öğrendiğim buse,ne kalın ne ince ses tonu ile konuştu.
"Sevgilim,konuşsak beş dakika?"
"Hayatım zil çaldı.Çocuk bir yere gitmiyor ya."
"Kız arkadaşın haklı."
Çağın aramıza girip,kolumdan tutup beni çekti.
"Görüşürüz Buse."
"Görüşürüz."
Ardından Çağın beni çekerken zar zor el sallayabilmiştim.
"Çağın sakin olur musun?"
Kolumu çekip kurtardım.
"Bak, onlara tahammülüm yok.Bana güven vermiyorlar anladın mı?"
Çağın yüksek sesle bir an bana patlayınca,öylece bakakaldım.
"Olabilir.Saygı duymak zorundayız."
Merdivenlerden çıkmaya başladık.
"Bekleyin."
Ardımızdan Ardıç'ın sesi duyulunca,durduk.
"Bekle Ardıç geliyor."
Ardıç aniden gelince çıkmaya başladık.
"Neden konuşmadın?"
"Şu anlık acelesi yok."
Merdivenlerden çıkınca ardından çıkmaya başladık.Sınıfa girip,yerime oturdum.Kitaplarımı açıp dekantın gelmesini bekledim.Dekant içeri girip selamını verdi.
"Gençler ikinci ders sınav yapacağım sizi."
Dersi kaldığı yerden anlatmaya başladı.Telefonum titreyince cebimden çıkarıp baktım.
Sana bir sürprizim var güzelim,bak ne buldum.Resim attım iyi incele.
Attığı mesaja karşı gözlerim istemsizce büyümüştü.
Zaman...
Küf kokulu duvarın üzerindeki kırık bir camın içindeydi , dakikalar saniyelerden defalarca özür dilerken , bu duruma küsen amperi bitmekte olan ise pildi.
Sözler tavanda kelimelere ipi geçirmişken , hayatım bir ipin boynunda altındaki sandalyeden kendini çekmek için emir veriyordu.Düşünmek istemiyordum daha ne kadar ayakta olduğum halde öleceğimi. Aklımda dolanan güvercinler hayatımı uzak yerlere doğru göç ettirmişlerdi  ve gözlerim gökyüzünden başka bir bedene ait olmaya giden o kanadı kırılmış yaralı güvercinleri izliyordu.
Nefesim ise,korkuma canını teslim ediyordu.Düşündüğüm sadece buydu.
Resmin üzerine doğru bastım.


İPE ASILAN HAYATLAR (DÜZENLENİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin