MUZDARİP

74 9 2
                                    

Ruhumun içinde saklıydı,kelimelerimin günahı.Bir yanım bana sunulan boşluğun üstüne taş düşürüyordu.Böyle olmamalıydı.Annemin karnında dokuz ay beklediğim dünya cenneti,bu muydu?
Tiksinircesine bakıyordum.Cehennem belki de sadece öbür dünya için var edilmemişti,belki de cehennem bu evrenin gerçeğiydi...
Bu hayatı yaşamasaydım ne olurdu ki?Yaşadığım ve gördüğüm pek bir anı biriktirememiştim.Saflığımla,iyi niyetimle boğulmuştum günlerce,aylarca,yıllarca...
Babamı gülerken hayal meyal hatırladığımda,gülmekten kızaran buğday teni düşüyordu.En son kaç kere gülüşleri suratındaydı?ve niçin gülüşleri ölmüştü?
Kahverenginin en açık tonları,zihnimde portre gibi çizilirken,babamı düşündüğümde nefesim son borcunu ödeyip gidiyor gibiydi.
"Affetmeyeceksin."
Dedi,soğuk ve yalnız kalan tarafım.
"Affetmeyeceksin,sana sunulan hayat başkasının elinde güneş oluyor."
Kalbimin kanımla dolup,kapıyı sertçe kırdığında akan cümleleri bende toplayamıyordum.
Bu yüzden,bir yanım hep bunları zihnimin en ücra köşesinde saklayacaktı.
Çok acı çekmiştim ruhsal olarak, ağladığım,haykırdığım onca gecenin sabahında sesim titrek ve yorgundu.
"Sahi bunun için mi mücadele veriyorsun?"
Diyordu,acım.Ama öyleydi yıllanmış bir resim sanatçısının emek verdiği tuvalı parçalara ayırması gibiydim.
Kırılmamış mıydım?
Buna inancım,körelen umudumdan farksızdı.
"Yürüyün,gidiyoruz."
Masadan kalkıp,evden çıktım.
"Şu senin GPS işini halledeceğiz."
"Ne GPS'si abi?"
Çağın,hızmasını düzeltti.
"Takip edeceğim,çıkmak istediğim anda önüne çıkacağım."
"İyiymiş."
Çağın kaşını kaldırıp bana baktı.
"Ben nasıl yapacağımı bilmiyorum."
O sırada Ardıç'ın telefonu çaldı.
"Babam açmadığım halde niye diretiyor ki?"
Elini arabanın kaputuna vurdu.Metal sesi kulaklarımda büyük etki yaratınca,yutkunarak ona baktım.
"Aç istersen,önemli olabilir."
"Tabi."
Telefonu hızla açıp küfür geveleyerek telefonu açtı.
"Evet."
Direk sert bir şekilde girişi ile ona doğru baktım.Kaşları çatık vaziyette,dudakları hafif aralık şeklinde karşı tarafı dinliyordu.
"Şu lanet konuyu artık kapat,umrumda değil anlamıyor musun?"
Sesi yüksek çıkınca,elini alnına dayararak alnındaki teri sildi.
"Çağın mevzu ne?"
Çağın arabanın kabartosuna doğru yaslanmış,ellerini anlamadığını belli ederek kaldırıp dudak büzdü.
"Şu lanet kağıt parçasının yerini söylemek zor değil.Dudakların söyleyebiliyor."
Ellerini saçına daldırıp,çekmeye başladı.
"Kapat baba,lanet olsun."
Telefonu kapatıp,dişlerini sıktı.Gözleri,sinir köpüren bir felaketle bana doğru baktı,derin nefes alırken sessizce göğsünün kalkıp indiğini görebiliyordum.Gözleri,cehennemi sel altında bırakıyordu.
"Söylemiyor mu?"
Çağın,Ardıç'ın önüne gelerek elini omzuna koyarak ona doğru baktı.
"Söylemişe benziyor mu?!"
Tekrardan bağırınca,elini bir kez daha kabuta vurdu.
"Abi saki-"
Lafını keserek ona doğru baktı.
"Sakin ol falan deme Çağın."
"Şu an yapabileceğin bir şey var mı?"
Kaşını kaldırıp arabanın kabutuna yaslandı.
"Bence okula gitmeliyiz."
Saçımı düzeltip,dudağımın etini ısırmaya başladım.
"Minik kuşum haklı."
Çağın bana bakıp göz kırptı.
"Hiçbir şey istemiyorum,anladın mı?Şu lanet hayatımı düzene sokmak biraz da olsa."
Çağın'a yaklaşıp parmaklarıyla biraz hareketine benzer hareket yaptı.
"Ben istemiyor muyum?Bu kız istemiyor mu?"
Eliyle beni gösterince,ikisine de öylece bakıyordum.
"Ben,şu cehennemden kurtulmak için her şeyi yaparım anladın mı beni?"
Kelimeleri bastırarak söylemişti.İçinde ki o çetimsiz savaşları verdiğini hissedebiliyordum.
"Her şeye katlanabilirim,ailemin olmamasına,yalnız olmaya, paramın hiç olmamasına,ama kendimi av etmem anlıyor musun?"
Elini saçına daldırarak Azrail'in canı alması gibi,canının yanmasını öfkesi yüzünden fark etmeyerek çekiyordu.
"O,mektup er ya da geç elime geçecek,o Eray piçi hak ettiğini görecek."
O kadar çok bağırıyordu ki,ortamı terk edip eve girmemek için kendimi zor zaptediyordum.
En sonunda diz çökerek arabanın önüne oturdu.Ellerini burnunun hizasında birleştirdi.
Çağın yanına oturup,omzunu sıvazladı.
"Biliyorum, hiçbiri kolay kolay düzene girecek sorunlar değil,ama unutma kiminin yüzü,kiminin kaderi güzel olur."
Gözlerime dolacak sıvıyı zor zaptediyordum.
"Neyse,yürüyün okula gidiyoruz."
Çağın kalkıp elini uzattı,Ardıç elini kavrayıp ayağa kalktı.Bir şey demeden,aramızdaki sessizliği kullanıyorduk,kelimeler şimdilik kapıyı kapatıyordu.Arabaya usulca yerleşip kemerimi taktım.Ardıç,bir şey demeden gergin ifadeyle arabayı çalıştırdı.Kolu ayarlayıp gaza kökledi.
"Bu kimlikleri kullanabilir miyiz hala?"
"Evet,diğerinde çok farklı bir şey uygulamıştım."
"Nedir o?"
"Çok soru soruyorsun."
Dikiz aynasından Çağın'a doğru baktı.
"Bunları bilmek bizim de hakkımız,çünkü bu yolda birlikte planlar yapıyoruz."
"Öyle ama,bilmeniz gerektiği kadar."
"Saçmalama."
"Daha fazlasını bilmenizi istemiyorum,bildiğim var Çağın."
Yol boyunca,ses çıkarmadan kulak misafiri oluyordum.Kolumu oturduğum arabanın cam olduğu kapının oraya koyup dışarıya bakıyordum.
"Hep bildiğin var,ama biz bilmiyoruz.Hakkımız değildi değil mi?"
"Zaten gerginim,germe istersen?!"
Kafamı kaldırıp,Ardıç'a baktım.Bir an bakışları beni bulunca,bana bir iki saniye bakıp önüne döndü.
"O senin iyiliğini düşünüyor."
Sessizce,söyleyince ne tepki vereceğine dair en ufak fikrim yoktu.Bu neyin cesaretiydi?Kendime şaşkınlığımın aynasından bakıyordum.
"Babamla ciddi anlamda görüşeceğim,sonu ne olacak bilmiyorum.Bunu yapmam gerektiğinin farkındayım."
"Sen,ciddi misin?"
Çağın,arka koltukta yayıldığı yerden sırtını ayırıp,Ardıç'ın koltuğunun başını tuttu.
"Yapabilecek bir şey yok,bu koz ölümcülse bile yapmak zorundayım."
"Ne için?"
Ardıç hala daha sakinliğini koruyordu.Onun bu sakinliğine şaşırıp kalmam,zihnimin bana oynamış olduğu bir oyundu.
"Annemin mektubunu istiyorum,orada yazılanları bilmek istiyorum.Benden sakladığı şeyler orada yazıyor olabilir."
"Babanınki peki?Belki onda vardır,anlatmak istediği bir şeyler."
"Kimin tarafındasın?"
Ardıç,erkeksi sesi daha hırçın çıkınca Çağın başını sallamakla yetindi.
"Seni anlamıyorum,seni anlamak çok zor."
"Öyle."
Araba büyük,bahçesi geniş olan binanın önünde durdu.Gözlerim etrafı yoklamaya başladı.
"Şu kimlik işini nasıl hallediyorsun anlamıyorum?"
"Anlatmak istemiyorum,çünkü hesap vermeyi sevmem."
"Sen neyi seviyorsun ki?"
"Sevmediklerim kadar,sevdiklerim de var.Şimdi in arabadan."
"Nezaketle konuşamaz mısın?"
"Gerginim germe minik."
Arabanın anahtarını çıkarıp arabadan indi.Ardıç'ı o vaziyette gördüğümde,çaresizliği kanımda dolaşan hayati sıvıydı.Gözlerinde ki çaresizlik,çocukluğunun çalınmasından ziyade,kelimelerin anlamına karşı gözleri ve duyguları dolup taşıyordu.Kelimler,cümlelerle birleşip intikam alıyordu.Beden,ruhun ızdırap çekme cezasıydı belki de.
"Yavaş adımlarla neden yürüyorsun?"
Arkasını dönüp bana doğru baktı,hızlı adımlarla yürümeye başladı
"Acelemiz mi var ki?"
"Evet,var."
Ellerini kaldırıp bağırınca Çağın'a doğru baktım.
"Minik kuşum artık onu tanıyorsun."
"Maalesef."
Müdürün odasına girecekken,Ardıç Çağın'nı göğsünden ittirdi.
"Siz burada bekleyin."
"Neden?"
"Bekle dedim."
Ardıç,cebinden bir şeyler çıkarıp içeri girdi.
"Bunları nasıl hallediyor,gerçekten bilmiyorum.Bana açıklama yapmadı hiç."
Çağın,duvara doğru yaslandı.Ellerini kaldırıp dizine doğru vurdu.Yüzünde ki öfke ve gerginlik yanından geçen tanımayan biri bile fark edebilirdi.
"Anladım."
Ellerimi kolumda birleştirip koridor boyunca ilerleyen insanlara baktım.Bazıları yanındaki parteriyle sohbet ediyor,bazıları bana doğru bakıyordu.
"Kim bilir ne konuşuyor?"
"Ne gibi?"
Ona bakıp yutkundum.Çağın'nı bu aralar sürekli tedirgin olarak görmek alışılmış olan bir şey değildi.Bu korktuğu için miydi?Yoksa kurtulmak istediği için mi?Bunu anlamak zordu Çağın için.
"Yani,insanlarla ne tür konuşma yapıyor bilmiyoruz."
"Onu benden daha iyi tanıyan sensin."
Çağın uzun siyah saçını geriye attı.
"Keşke tanımama fırsat verseydi."
Gülecek gibi olacakken,gülüşü suratında buzdan duvarlar halinde donup kalmıştı.
"Gerçekten çok tuhaf birisi,neden böyle olduğunu anlamak zor değil ama ne için kaçtığı anlamak zor.Neyden kaçıyor,kendinden mi? İnsanlardan mı?"
Çağın kaşını kaldırınca,dudağını üste doğru kıvırdı.
"Zeki kızsın,çok yönlü düşünüyorsun bu güzel bir şey."
Ettiği iltifata karşı,gülümseyecek gibi olacakken Ardıç,müdürün odasından çıkınca ona doğru baktım.
"Ne oldu?"
"Üst katta,sınıflarımız."
Ardıç,ellerini cebine sokup yürüyüp gidiyordu.Dengesiz tavırları bir an da patlak veren bomba gibiydi.Ne yapacağı,ne söyleyeceği hiç belli olmuyordu.Belki de hayat şartları onu bir şekilde böyle olmaya zorlamıştı.
"Anlatmayacaksın yine."
Çağın,bir elini cebine koydu.
"Neden bu kadar merak ediyorsun?Hallettim işte."
Yüzündeki ifadeyi yakalamaya çalıştığında gözlerim,durgunluğun arkasında saklanan aciz tarafı bedenine hükmediyordu.
"Önemli olan o değil mi?Sen hallediyorsun,biz ne olacağını bilmeden seni takip ediyoruz gölgen gibi."
Ardıç,bir an durdu.Arkasını dönüp Çağın'a baktı.
"Gerekirse,ayrıyetten bu bölüm bitecek.O adamın parasını yiyemem her seferinde."
Bu konu hakkında inatçılığı vardı ve umudu bir tarafta çırpınıyordu.
"Sen bilirsin."
Merdivene doğru gidip,çıktık.
"Abi,iyiydi hiç mi derse girmesek?Kim çekecek şimdi?"
Çağın, söylenerek merdivenlere çıkıyordu.
"Yürü Çağın."
Ardıç, merdivenlerden çıkıp koridorda yürümeye başladı.Ardıç'ı takip ediyordum.Sola doğru dönüp sınıfa girince içeri girdim.Gittiğimiz daha önceki gibi üniversite ortamına benziyordu.Geniş ve büyüktü.İçeri beyaz saçlı uzun saçları olan bıyıkları ile uyumu müthişti.Siyah yola ile bağlamıştı.Üzerinde lacivert gömlek ve siyah pantolon vardı.Boğazında toprak tonları fular vardı.Öğretmenler masasına geçip sınıfı süzdü.Kendini tanıtıp derse geçti.Uzun aradan sonra,dersi dinliyordum.Arada gözüm yeni olan insanlara ve ortama kayıyordu.Derin nefes aldım,aklıma Eray'ın beni ters köşe sıkıştırdığı zamanlar geliyordu,bir an aklıma düşen koca bir yığın altında kalmamak için kaçıyordum.Zil çalınca,elim çenemin altında sırasından ayrılan insanları izliyordum.
"Kalmayacak mısın?"
Ardıç,önümde ellerini cebine koymuş bana bakıyordu.
"Kalkacaktım."
Oturduğum yerden kalktım.
"Yeni arkadaşlıklar edinmek yok,burada halletmemiz gereken meseleler yok,sadece okulu bitirmem lazım.Eray'a odaklıyız ve onun suç ortağı Çise."
Mavi gözlerinin içine baktığımda,boşta sallanıp terk edilen salıncak gibiydi.
"Peki."
"Ne yapalım?Klasik olacak ama,kantine ineceği değil mi?"
"Başka ne yapmayı planlıyorsun?"
Ardıç,gözlerini kısınca,sanki çok yalnış bir konuşma eşiğinden dönüyormuş gibi hissettiriyordu.
"Yürüyün."
Arkasından ilerleyip,yürümeye başladık.
"Sevgili rolü devam mı?"
"Gerek yok."
Elini savurunca,arkası dönük şekilde gidiyordu.
"Tamam."
Bir alt katta kalan kantine doğru gittik.Boş masaya geçip oturdum.
"İstenilen bir şey var mı?"
Kafamı salladım.
"Bende almayacağım."
Aklıma,Berkan gelince o günlerin kısalığı yutkunmama neden oluyordu.Kalbimin içine oturan meleği kovuyor gibi hissettiriyordu.
"Ne oldu?"
Daldığım yerden gözlerimi ayırıp Çağın'a baktım.
"Bir şey olduğu yok."
Kendimi kandırmada yetenekli olduğum söylenemezdi.
"Seni tanıyorum minik kuşum,çıkar dudaklarından saklı olan cümleleri."
"Berkan geldi aklıma sadece."
Ardıç'ın sıra beklerken ona doğru dönüp baktım.
"Öyle ya,hep bu masalarda otururduk."
"Bence iyi çocuktu."
Ellerimi göğsümde birleştirdim.
"Sandığın kadar değildi aslında."
Çağın,geriye doğru yaslanıp ellerini kafasının arkasında birleştirdi.
"Ne yaptı ki?"
"Ardıç'a sor,o daha ayrıntılı biliyor."
Baş parmağıyla sırada olan Ardıç'ı gösterdi.Kafamı tekrar oraya doğru çevirdim.
"Yok kalsın."
Önüme doğru döndüm.Hiçbir şey söylemek istemiyordum.Kendi düşüncelerimi bile ifade etmek istemiyordum.En ücra köşelerde çürüyüp gidecektim,en azından bunu biliyordum.Ardıç,masaya doğru gelip oturdu.Elindeki plastik bardağı koydu.
"Ne konuştunuz?"
"Öyle,konu konuyu açıyor."
Çağın dudak hareketleri yaparak konuştu.
"Ne mesela?"
Kahvesinden bir yudum aldı.
"Arsen'nin aklına Berkan takılmış."
Ardıç'ın yüz ifadesi gerildi bana doğru baktı.
"Neden?"
"İyi arkadaştı."
Ellerimi görmeselerde masanın altında bacaklarımın arasına koydum.
"Tabi,sana herkes iyi."
"Abartığın kadar kötü biri değildi.En azından nazikti."
Kaşlarımı çattım.
"Şeytanlar bile kumbaz kuruyor, insanlardan mı medet ummacağım?"
Ardıç kafasını salladı.
"Bir kere karışındaki insanı anlamaya çalıştın mı?Onlara değer verdin mi?Hangisinin derdini anlamaya çalıştın gerçekten merak ediyorum?Kötü biri diyorsun eminim,onu tanımadan sadece sana yapılan bir hata üzerine onu bu şekilde yargılıyorsun,onu dinlemedin bile."
Kesik kesik nefes alıyordum.
"Bana bak!"
Elini sertçe masaya vurup,öldürecek gibi bakan bakışlarını bana doğru dikti.
"Ben kimin ne olduğunu bilirim,o iyi biri olsaydı dokunmazdım bile!Sen ne biliyorsun lan da konuşuyorsun?"
"Anlat o zaman,bileyim ve sana hak vereyim."
Birbirimize çok yakın şekilde yüzlerimiz aynı hizadaydı.Gözleri yakından daha açık bir maviliğe sahipti.Sanki gökyüzü rengini bu adama emanet etmişti.
"Bana hak vermezsin!İstemiyorum beni anlama!"
"İnsanlar size bakıyor."
Çağın araya girdi.
"Umrumda mı lan?!"
"Kalkacağım ben."
Oturduğum yerden kalkacekken,kolumu tuttu.
"Oturacaksın."
"Ne yapıyorsun?"
"Görüyorsun."
"Kızın bileğini bırak,seni izliyorum kaç dakikadır kıza bağırıyorsun."
Kafamı kaba tok sese doğru çevirdim.Koyu kahverengi gözlü, kestane renginde saçları olan çocuğa doğru baktım.Sakalları vardı.Çok keskin bakışları vardı.
"Sen kimsin lan?"
"Ben Bora.Bırak kızı."
Ardıç gülmeye başladı.
"Bırakmasam peki?Çünkü kız benim."
Boşta kalan elini kaldırıp,işaret parmağını göğsüne bastırdı.
"Maço tavırlar."
"Kız benim kız arkadaşım."
O kadar sert bir şekilde çıkmıştı ki sesi,burnundan soluduğunu görünce,birazdan ortalık kan gölüne döneceğine emindim.
"O hep böyledir,çok teşekkür ederim bu nazik davranışlarınıza karşı.Lütfen,gider misiniz?"
Çocuk bana doğru baktı.
"Şu güzel kız hatrına gidiyorum yoksa."
"Yoksa ne lan?"
Ardıç,bir an sertçe elimi bıraktı.Elim masaya çarpınca inledim.Tam kalkıp yumruk indireceğini anladığımda göğsünden ittirdim.
"Lütfen gidin artık."
"Bırakır mısın Arsen,gel lan buraya şerefsiz."
"Ne diyorsun lan?"
Çocuk iyice yakalaşınca Çağın onu tuttu.Etrafımızdaki insanlar,ortada film varmış gibi seyrediyorlardı.
"Abi,ilk günden odaya çağrılmak mı istiyorsun?"
Çağın,bir yandan çocuğu durdurmaya çalışıyor bir yandan da konuşuyordu.
"Yürü gidiyoruz."
Bileğimi tekrar yakalayıp çekti.
"Kavga etmen gerekiyor değil mi?"
"Sinirimi bozmasa,etmezdim."
"Ha,yani sinirin önemli."
"Evet."
"Nereye?"
"Bahçeye."
Bahçeye doğru gidip,boş olan sandalyelerden birine oturduk.
"Derdin neydi?"
"Kapat konuyu,bir daha açmayacaksınız."
"Eray'ı nasıl kapatacağız?"
"Elimden geleni yapacağım, ölecek merak etme."
"Ben her haltı bu şerefsizden beklerim."
"Bu konuda yalnız değilsin."
Zil çalınca,Ardıç bitirdiği kahveyi çöpe doğru fırlattı.Sınıfa doğru geçtik.
"Siz geçin ben geliyorum."
Elini cebine sokup,yanımızdan hızla ayrıldı.
"Kavga etmesi yersizdi."
"Orası öyle ama,o çocuk nereden çıktı ne ara bizi dinledi hiç görmedim."
Çağın dudağını büzdü.
"Herkese açık bir yerde konuşuyoruz Çağın,herkesin görebileceği yerde tartışıyoruz veya gülüyoruz.Bence çok normal."
"Haklısın."
Koridordan sola dönüp sınıfa geçtik.Yerime geçip sıradaki dersin dekantını bekliyordum.Telefonum titreyince oraya doğru baktım.
Umarım,benim için bir şeyler öğrenmişsindir.Yeterince zaman tanıdım senin için.
Mesajın Eraydan geldiğini fark edince,aynı mesajı dolu olan zihnimde anlamak için kaç kere okuduğuma dair fikrim yoktu.Sanki,anlayamıyormuş gibiydim.
Elimden geleni yapıyorum,ama çok açık olmaya meyilli değil,kim tanımadığı birine birden açılsın?
Bir an bu cesaretime kadeh ısmarlayacağıma söz vermiştim.
Beni ilgilendirmiyor,eğer çözüm yoksa sonuç gelir.Unutma güzelim.
İçimdeki öfkeyi öldürmek üzereyken,silahı alnıma dayıyordu.
Tamam.
Telefonumu kapatıp derse odaklandım.Dersler sırasıyla bitince,sınıftan çıktık.
"Hey,Ardıç bir akşam bizimlesin,sınırsız hız limiti yapacağız."
Çocuğa doğru baktığımda,bakır renginde saçları,yeşil gözleri beyaz teni ve çilleri vardı.Oldukça kalıplıydı yanında bir kaç tane sokak tipine benzer halleri vardı,bakışları sertti.Kollarını birleştirmişler,ayakları açık vaziyetteydi.
"Bakarız."
"Satmak yok ona göre."
"Peki."
Çocuk selam verip uzaklaştı.
"Kim bunlar oğlum?"
Çağın,omzuna asılan çantasını düzeltti.
"Boş ver."
"Kimse ile tanışmak yoktu?"
Saçımı kulağımın arkasına atıp kaşımı kaldırdım.
"Bu beni ilgilendirir."
Okuldan çıkıp,arabaya doğru yol aldık.
"Derdin ne senin,bak o itleri gözüm tutmadı."
"Ben ne yaptığımı bilirim."
Arabayı çalıştırdı.
"Hayır bilmiyorsun."
"İşime karışmasan çok daha iyi olacak."
Arabayı çok sert ve hızlı kullanıyordu.
"İşime karışma,ben bilirim,senin yenileceğin günler gelmeyecek mi sanıyorsun?"
Çağın,arkada öfkeden deliye dönmüştü.
"Kes sesini artık!"
Elini kullandığı cama doğru vurdu,bir eli hala direksiyondaydı.
"Sen bilirsin her şeyi,peygamber soyundan mı gelmemisin?"
Ardıç,cevap verme gereği duymayınca sessizliğe bürünmüştü.Sessiz bir şekilde eve doğru gelince,araba durdu.Arabadan inip,eve doğru yol alıp içeri girdim.Odama girip,üzerimi değiştirip oturma odasına oturup,koltuğa doğru ayaklarımı uzattım.İçimdeki duygusallığı yok edemiyordum.Aslında içimdeki boşluk değildi içimdeki çürüyen duygularımdı.Göz yaşı,acıyı alevlendiren bir eylemdi.
İçim ne kadar küle dönse bile.Sakat bir ruhun,bedenini taşıyordum.Bir çok anı ve geçmiş zihnimde ölümcül bir hatırlatma olarak kalmıştı ve bu ruhum,bedenim,zihnim için iyi değildi.
Delirsem kendi evrenimde rahata mı kavuşurdum?
Bir zamanlar,odamın yalnızlık kokan duvarlarına bakarak çok geçirirdim bu cümleyi aklımdan.
Bu çaresizlik değildi,bu kendime inanamayışım da son noktaydı.Sahi nereye gidiyordu?kalbimin içinde öldürdüğüm insanlar?Neresi cesetin kan kokan tarafıydı?
Gözlerim,yıllanmış geçmişi paramparça ediyordu.
Yutkunmaya çalışarak,ayağımı yatmış olduğum koltukta sallıyordum.Bir elim koltuğun üzerindeydi bir elim karnımdaydı.Derin ve yavaş nefesler alıyordum.
"Neden bu evde ses yok?"
Ardıç'ın sesini duyunca,kapıya doğru baktım.Belinde lacivert rengi olan havlusu vardı.Uzun kumral saçlarından omuzlarından aşağıya süzülüyordu.Dünya nimetlerini tadıyor gibiydi su taneleri.Kalıplı ve kaslı,dövmeli olan vücudundan gözlerimi ayırıp yüzüne baktım.Duştan çıkmış halini,izlemekten alıkoymuştum gözlerimi.
"Zihnimi dinlendiriyordum."
"Öyle mi?Cenaze kalkıyor gibi evden."
Gülümseyecek gibi olunca,aniden çıkan cümlesine karşı tereddüt ve pişmanlık yaşadığı belliydi.Yüzü,binlerce duygu geçişine dağılmıştı.
"Öyle ya,sessizlik iyidir bazen."
"İyilik değil,kafanda tekrarlanan geçmişin sesi oluyor.Gereği yok."
"Sürekli geçmişi kurcaladığımı nereden biliyorsun?Belki senin bugün tanıştığın ve sana hız limitini zorlayacaklarını söyleyen,sadece zevklerini düşünen canını umursamayan arkadaşlarını düşünüyorumdur,ha ne dersin?"
Ayağımı sallayışım,her söylediğim cümlede daha hızlı hareket ediyordu.
"Sana hesap vermem mi gerekiyor?Senin için neyim ki?"
Gözlerini devirmişti.Kurduğu cümlede,anlam çıkarmak istiyordu zihnim ama korkum geri itiyordu.
"Bana kim olduğunu söyle minik,sana açıklama yapayım,biz sevgili değiliz."
Ardıç,oturma odasından ayrılınca,kurduğu cümlenin altında bu sefer enkaz altındaydım.Ne istediğini anlamak için,kendimi zorladığımda yutkunmak için kendimi zorladım.Kendimi parçalara ayrılan aynanın,bakan kişiyi yarım yamalak göstermesi gibi hissediyordum.Uzaklardan çalan ölüm notaları,kulaklarına dolup hüzün dağırcağımı taşırıyordu.İçimde acıtan acılar çoğalıyordu.
Kalemim büyük ve derin okyonus oluşturuyordu.
"Minik kuşum,sandiviç yaptım yer mıydın?"
"Aslında olur,acıkmaya başlamıştım teşekkür ederim."
Buruk bir gülümsemeye bana uzattığı tabağı aldım.
"Sanırım muhabbeti duymuşsundur."
Çağın sandiviçini ısırıp bana baktı.
"Ha,sessiz oluşundan yakınıyordu sanırım?"
"Sadece o kadar mı?"
Bende sandiviçimden bir ısırık aldım.
"Bilmem gereken konular mı var?"
Anlamazdan geldiğini anladığında,aslında bunun şu an çok iyi geldiğini fark etmiştim.Sandiviçimi bitirip,boş tabağı masaya koydum.
"Bana yok mu?"
Ardıç içeri girip,Çağın'nın yanına oturup kolunu omzuna attı.Bu yakınlıkları gözüme iyi dost olduklarını gösteriyorlardı.Ne kadar kavga etseler bile birbirlerini yarı yolda bırakmıyorlardı.
"İsteyeceğini bildiğim için,mutfakta senin tabağın."
"Hadi ya,kim gidecek şimdi oraya?"
"İstersen getirebilirim.Su içecektim ben de."
Elimle mutfağı işaret ettim.
"Çok iyi olur."
Boş tabağımı alıp mutfağa doğru gittim.Su içip tezgahın üzerinde duran tabağı aldım.İçeriye geçip Ardıç'a tabağını uzattım.
"Teşekkürler."
Ardıç'ın ilk defa teşekkür etmesine karşı duvara çarpıp toslasam da,kaşlarımı çatıp gülümsedim.Aslında o gerçekten iyi bir adamdı.Sadece bu yanını görmek istemiyordu.
"Neye gülüyorsun,sandiviç vermek mi komik olan?"
Erkeksi, hırıltıya yakın çıkmıştı.
"Hayır,ilk defa teşekkür ettin ve ben de sana tebessüm ettim."
Bir kez daha gülmüştüm.
"Ağzın çok laf yapıyor."
Sandiviçini kocaman ısırık alarak ısırmıştı.
"Bunu bana karşı kullanma,ne bileyim başka türlü at bu hırsını."
"Nasıl mesela?"
"Onu da sen düşün."
Kumandayı alarak televizyonu açtım.
"Onlarla dışarı çıkmayacaksın değil mi?"
"Ruh halime bağlı,kimsenin sözüne bağlı olmadığımı biliyorsun."
"Nasıl güvenebilirsin?Abi,her yerde aranıyoruz."
"Tutup bizi polise mi verecekler arandığımızı nereden bilecekler?"
Kaşını kaldırdı.
"Çok risk alıyorsun."
"Biliyorum ne yaptığımı."
"Bilmiyorsun, bilseydin saçma sapan insanlarla,saçma sapan yerlere gitmezdin!"
İşaret parmağını sallayıp duruyordu.Yüzü, kıpkırmızı olmuştu.Çağın'nı bu vaziyette görmek alışıldık bir şey değildi.
"Bu konuyu kapat gitsin tamam mı?"
"O zaman,sen bu konuyu konuşmak istediğinde de ben böyle kestirip atacağım."
Ardıç,elini masaya vurdu.
"Sana yeter dedim!"
"Onları bu sabah mı edindin yani arkadaşlarını?"
"Konuyu kapat."
Başını geriye doğru yatırdı.
"Bari arabaya yazık etme."
"Arabamı vereceğimi kim söyledi?"
"Bilmiyorum,sonuçta trafiğe kapalı alanda hıza zorlayacaksınız."
"Onlarınki ile de olur."
"Yalnız züppelerin teki,gösteriş merağı psikopat heriflere benziyorlar."
"Gösterişi herkes sever."
"Ben sevmiyorum."
Ardıç,bana doğru bakıp süzdü.
"Sen normal değilsin ki zaten.Ne farklı zevklerin var."
"Normal olmayan şeylerim neler mesela?"
Ardıç,elini burun kemiğine koyup başını salladı.
"Geçmişi hastalıklı olarak takılı kalmışsın ve bırakamıyorsun,ikincisi insomnia hastalığı belirtileri var."
"O ne abi?"
Çağın 'a doğru baktım kaşlarını çatmış iyi vaziyette Ardıç'ı dinliyordu.
"Uyku sorunu,Uykuya dalamama ya da gece boyunca sürekli uyuyamama sorunları barındırır.Bu kişiler genelde gözlerini birkaç dakikadan fazla kapalı tutamamaktan ya da yatakta bir o yana bir bu yana dönerek uyuyamamaktan yakınırlar."
Ağzım açık şekilde Ardıç'ı dinliyordum.Gerçekten bende böyle bir şey mi vardı?Ben hiç fark edememiştim.
"Sen nereden biliyorsun?"
"Arsen uyku problemi yaşıyor ve bunu araştırmıştım."
"Minik kuşum uyku problemin mi var?"
Kafamı salladım.On yedi yaşımdan beri böyleydi her şeyi kendime sorumluluk haline ve takıntı haline gelmişti.Bir zamanlar onların gölgesi altında çok kere can vermiştim,ağlayarak yatakta bir o yana bir bu yana kıvrandığım gecelerin ayı katildi uykularıma.Gözlerimi ekrana sabitlemeye çalışıyordum.
"Olabilir,benim de heyecanlandığımda kekelemem var."
"Öyle mi?Hiç fark etmedim."
Çağın gülümsedi.
"Normal çünkü heyecanlanmadım bu ara hiç."
Gülmeye başladım.Gülüşlerim solup giden çiçek gibi yere doğru süzülürken,gözlerim aniden perdelerin arkasında saklanan gün batımına kaydı.Gün batımını çok severdim batıp batmamak arasında kalan çizginin ağdalı renkleri birleştiğinde,çok güzel bir manzara seriyordu gözler önüne.
"Gün batımı."
Dudağımdan esen cümleler,kanıma değip geri geliyordu.
"Ha,evet gün batımı."
Çağın'nın destekleyici sesini duyduğumda Ardıç'a doğru baktım.Sanki büyük bir kaybın cenazesini omzunda taşıyordu.Zihnin içinde nasıl bir acı evreni olduğunu bilmiyordum.Sanki Cehennem prensiydi ve ateşten yapılan tahtına oturup,yanan günahkâr hayatı izliyordu.
"Severim.Hem de çok."
Kelimeler,evrenin rengini yavaş yavaş öldürüyor gibiydi.Sanki bütün renkler anlamsız hayatımızı,avutmak için varlardı.Belki de biz tek tondaydık ve insanlar bu yalnızlığı gidermek için renkleri seviyorlardı.
"Güzel,sevmeyen yoktur sanırım."
Çağın esneyerek,gülmeye çalışırken suratının ne kadar tuhaf olduğunu görmek biraz da olsa gülmeme neden oluyordu.
"Kapının önünde oturacağım biraz."
Ardıç,oturduğu yerden kalkıp gri renkte olan tişörtünü düzeltti.Masada duran sigara paketi ve telefonuna doğru ilişince,her hareketini kafamda film şeridi gibi geçiriyordum.Eliyle uzun kumral saçlarını geriye doğru yatırdı.
"Bende gelebilir miyim?Gün batımını izlemeyi seviyorum."
Yüzüme bakmadan,ilerleyince cevabın olumsuz olduğunu anlayacakken erkeksi sesi kulaklarıma doldu.
"Gel."
Oturduğum yerden kalkıp,kapının önüne çıktım.Ardıç,kaldırıma aniden oturup yanına sigara paketini ve telefonunu fırlattı.Bende yanına bir iki santim kalacak şekilde oturdum.Bir şey söylemeden,kafamı gökyüzüne doğru kaldırdım.Gerçekten çok güzeldi.
"Bazen şu aklımla, dünyayı anlamaya çalışıyorum."
Gökyüzüne bakmaya devam ediyordum.
"Ben bıraktım çoktan."
Bacaklarını karnına doğru hizaladı.Ellerini de bacaklarına sardı.Ona doğru bakıyordum.
"Eminim,bir gün bunlar başından çekilecek ve mutlu olacaksın."
Ardıç'ın gülme sesini duyunca,kendine bu denli kör oluşu zihnimi boşluğa yuvarlıyordu.
"Mutlu olmak."
Sanki bunu koca bir sözlükten sayfaları karıştırıp okuyor gibiydi.
"Mutlu olmak,bana göre değil çünkü ailesi ile sıkıntısı olan,hatta sevilmeyen bir kişinin ben daha mutlu olduğunu görmedim.İstersen isteyebileceği her arzuyu önüne ser.Mutlu olduğunu sanar,her şey istediğim gibi en büyük sıkıntı ne biliyor musun peki?"
Ardıç'ın içindeki yalnızlığa dokunmaya çalıştıkça yalnızlığı içinde çoğalıyordu.Bir an içimin kan revan bir şekilde öleceğini hissetmiştim.Göğüs kafesime saplanan acıyı çıkarmaya çalışıyordum.
"Ailesi kalbinde yara olan bir çocuğun hüznü hiç bitmez,hemde hiç."
Kafasını sola doğru çevirdi.Gözleri,kelimelerine tutuklu gibiydi.Silinen giden yazı gibi duygularının mürekkebi birbirine karışmıştı.
"Ben,ben böyle olmasını istemedim benim hatam."
Suçluluk duygusuyla kalkacekken kafasını bana çevirdi.
"Otur,senden kaynaklı değil tamam mı?Şundan artık vazgeç,kendini suçlama!"
"Bir şey sorucam,tek bir soru söz veriyorum."
Ardıç,gözlerimin içine dikkatlice baktı.
"Tek bir soru üzerine anlaşırım."
Soluna dönüp yerde duran sigara paketini aldı.Sigarayı yavaşça dudağına yerleştirip, külünü ateşe verdi.
"Hiç umut vad edeceğini düşündüğün,kişi girdi mi hayatına yani şimdiki zamandan bahsediyorum."
Ardıç,sigarayı iyice içine çekti,baş parmağı ile işaret parmağı arasına hapsettiği sigaranın dumanını özgürlüğüne kavuşturmak istemiyor gibi havası vardı, hava neredeyse kararmak üzereydi.
"Cevabı? Öyle anlaşmıştık."
Kaşımı kaldırıp,dikkatlice ona bakarak yutkundum.
"Sigaram ve içkim buna dahil mi?"
Dudağının ve burnunun arasından çıkan gri dumanlara baktım.
"Saçmalama Ardıç."
"Bu sorunun cevabı yok o zaman,çünkü umutun anlamını bilmiyorum ve bilmekte istemiyorum."
Ağzım koca bir çukur gibi boşlukta kalırken, kulaklarım her bir cümleyi,zihin defterime not ediyordu.
"Seni bu hale sadece annen mi getirdi?Birde eski nişanlın?"
"Ne demeye çalışıyorsun?!"
Sigaranın buruk tadı ve kokusu ciğerlerime kadar doluyordu.Sanki,bütün o kaçtığımız her şeyin acı tadıydı.
"Yani, hayatını onlar mı yerle bir etti?Yoksa sende bunu istedin mi?"
Ardıç,bu soruma karşı hızla giden arabanın ani fren yapması gibi aniden durmuştu yüzündeki bakış.Rüzgar saçımın telini yanağına doğru yapıştırınca geriye doğru ittim.Ardıç'ın adem elmasından yutkunduğunu görünce,hızla kalkıp inen göğüs kafesi ve nefesi ile mücadele ediyordu.Sanki bir şeylerin pişmanlığı aniden çekip vurmuştu.Onun için trajedik bir şeydi.
"Neden kendi hayatımı sikeyim?"
Ağzından yuvarlanıp önüme düşen kelimenin ağırlığına doğru baktım.
"Bu yıkım sadece onların eseri değil Ardıç,önüne baksana Eray'a bir şey yapmış olmalısın,Berkan'a,Çiseye neden seni ona tercih etti?Ardıç,arkadaşlıklar bencillikten ibaret değildir."
"Yeter!"
Aniden bağırınca oturduğu yerden kalkıp,elindeki sigarayı kaldırma doğru fırlattı.Ellerini saçına daldırıp çekmeye başladı.
"Senin derdinde tek aile değildi o zaman?Söylesene başına ne tür bela geldi de o lanet evden kaçtın!"
"Evet,babam yüzündendi."
Ardıç,sokağın ortasında sokak lambasının altında deli gibi gülüyordu.
"Umrumda değil kim yüzünden olduğu,o zaman sende bildiklerin kadarını kabul edeceksin."
Yerde duran telefonunu almak için uzanınca kolundan tuttum.
"Bak,hiçbiri kolay değil ben sadece diğerlerini bilmek ve sana yardımcı olmak istiyorum."
"Bu şekilde olmuyorsun."
Kolunu aniden çekince ona doğru baktım.
"Kabul,ben senin hakkında hiçbir şeyi doğru düzgün bilmiyorum,ama hiç tanımadığım birini başıma ne geleceğimi bilmeden korudum,sadık olmak bunu gerektirmez mi?"
Ardıç,bu söylediklerimi gözünü kırpmadan izliyordu son cümlemde gülmeye başlayıp alkışladı.
"Ne büyük lütuf,sana can borcum var şimdi öyle değil mi?"
Elleriyle yüzünü kapatıp gülüyordu,sanki şuuru ile problem yaşıyordu.
"Bana bir borcun yok,ama onların sana var."
"Hiçbiri umrumda değil.Anlıyor musun?!"
Öylece bakıp duruyordum.Tekrar yere doğru oturdu.Sessizce manzaraya doğru bakıyorduk.
"Gözlerim seyre dalan güzel manzarayı öldürüyor."
Derin nefes aldı.
"Rüzgar sert esiyor,içeri girmeliyiz."
Ardıç,bana bakarak kafasını salladı.
"Hadi gel."
Oturduğu yerden kalkıp,bana elini doğru uzatınca ona doğru baktım.Elini tutup kalktım.İçeri girdik.Oturma odasına doğru ilerledim.
"Minik kuşum sabahlamamışsınız."
Çağın gülmeye başlayınca Ardıç,yanında duran gri rengindeki yastığı sertçe ona doğru fırlattı.
"Ne dedim ki şimdi ben?"
Gülmeye başlamıştı.
"Ne dediğini sen daha iyi biliyorsun."
"Öyle ya."
Bana bakıp göz kırptı.
"O anlamaz yaptığın muhabbeti boş ver."
"Ne muhabbeti?"
Ardıç,kafasını sallayarak elini burnuna koyup iç çekti.
"Tanıyorum minik seni."
"Boş ver minik kuşum."
Omuzlarımı sallayıp iç çektim.
"Bu arada Ömer amca senden sonra beni aradı.Nasıl söyleyeceğime dair hiçbir fikrim yoktu."
"Sen açtın mı peki?"
Ardıç,koltuğa oturup bacaklarını yana doğru açarak rahat bor pozisyon aldı.Çağın kafasını salladı.
"Yerimizi söylersem,mektubu bana vereceğini söyledi,yani kendi elleriyle vermek istiyor."
"Beni neden bu kadar umursuyor?Benden nefret eden bir adam söz konusu."
Ardıç'ın sinirden aklı gidip geliyor gibiydi.
"Hiçbir fikrim yok."
"İzmir'e gideceğim ve o lanet mektubu bulacağım."
"Baban buna izin verir mi sanıyorsun?"
"Babamın iş saatlerine yakın yakalacağım,yani evde yokken.Sonra aynı akşam uçağa binip geleceğim."
Çağın çıkan sakallarını kaşıdı.
"Ya evde değilse?Yanındaysa,cebindeyse,farklı bir yerdeyse?"
Çağın gerçekten çok dikkatli ve her yolu düşünen biriydi.Bu zekası gerçekten hayran bıraktıyordu.
"Bulacağım Çağın,bu iş burada bitmeyecek."
Ardıç,gözlerini kapatıp kafasını geriye doğru yatırdı.
"Ne yazmış olabilir ki annen?çok merak ediyorum?"
"Senin kadar ben de."
Derin iç çekti.
"En çok merak ettiğim babamın mektubu."
"Kesin aşk mektubu falandır,düşünsene öyle mektup yazmış."
Kahkaha atmaya başladılar.
"O zaman çapa boşa gitmiş demektir."
Çağın gülmekten konuşamıyordu.
"Şaka bir yana gerçekten merak ediyor musun babanın mektubunu?"
"Evet,en azından benden saklamış olduğu kağıtta gizli olan cümlelerini istiyorum."
"Neden?"
Çağın kaşını kaldırdı.
"Sonuçta bilmediğim şeyler var Çağın,bu beni rahatsız ediyor."
Dudağımın etini ısırıp,dinliyordum.
"Dudağın kanıyor."
Çağın'a doğru bakınca ısırmayı bıraktım.
"Dudağımı ısırdım."
"Neden?"
Ardıç'ın keskin mavi gözleri dudağımı süzünce,alt dudağımdaki kanı gizlemeye çalıştım.
"Bazen ısırıyorum."
"Senin normal bir tavrın yok mu?Kendine zarar veriyorsun."
Ardıç gözlerini devirdi.
"Her insan dudağını ısırabilir Aydıner."
Soy ismiyle hitap edince, suratındaki ifade şaşkınlığı ile koca bir boşluğu ensesinden yakalayıp,köşeye sıkıştırıyor gibiydi.
"Aydıner?"
Ardıç,kaşını havaya kaldırdı.
"Evet Aydıner."
"Resmiyeti sevmem Öymen."
O da bana soy ismimle hitap edince,kaşlarım istemsizce çatılmıştı.Dudağını yalayıp,kuru tabakayı ıslattı.
"Şunu kesin."
Çağın, Ardıç'ın karnına yumruk savurdu.Ardıç inleyince büyük bir öfkeyle ona doğru baktı.
"Ben yastık değilim."
Burun delikleri büyümüştü.
"Kızınca daha yakışıklı olmuyor mu?"
Çağın sivri yüz hatlarına sahip olan Ardıç'ın yüzünü tutup bana doğru gösterdi,Ardıç sinirden yüzünü çekince uzun kumral saçları sağa doğru gidip,yüzünü kapattı.
"Bırakmazsan elimden kaza çıkacak."
"Ben uyumaya gidiyorum."
Oturduğum yerden kalktım.
"Ama Ardıç'ı masal söyleyerek uyutmalısın."
Ardıç,bir an yakasına yapıştı.
"Küfür etmek istemiyorum.Sınırını zorlama."
Onların bu hallerine gülerek odama doğru ilerledim.Ağır adımlarıma bedenimi eşlik ederek,resmen adım adım ilerliyordum.Kapıyı açıp içeri girip,yatağıma doğru gidecekken yatmadan önce gri rengi olan perdeyi araladım.Dolunay,karanlığın nefesiydi.Geceleri gündüzlerden daha çok severdim, yıldızlar daha bir hoşuma giderdi.Bu tıpkı uzun araba yolculuğunda kafayı cama yaslayıp,zihnimde dirilen anılarla nefes almaya çalışmam gibiydi.
Gözlerim ise,dışarıda dalları uçuran rüzgarın etkisine takılıp kalıyordu,sanki gece bütün renklerin katili oluyor gibiydi bütün renkler neden gölgesinde kalıyordu ki?O sırada kapım çalınca gözlerimi kapıya doğru diktim.Çağın,başını uzatmış vücudunun bir kısmını kapıya koymuştu.
"Gelebilir miyim?"
Kafamı sallayınca,kapıyı aralıklayıp içeri girdi.Gülümseyerek ellerini eşofmanın cebine sokarak ağır adımlarla yanıma doğru geldi.Yanıma oturunca,onu izlemeye başladım.
"Minik kuşum ne yapıyorsun?"
Çağın,yarı açık olan baktığım pencereye doğru baktı.
"Dışarıya doğru bakıyordum."
"Bir nedeni var mı?"
Çağın gözlerini kaçırınca ona doğru baktım.Yüzüme bakmak istemiyordu gözleri gelişi güzel her yere bakıyordu.
"Neden bunu soruyorsun?"
Boğazımı temizledim.
"Ardıç,geceleri uyuyamadığını,zorlandığını söyledi."
Ellerini göğsünde birleştirdi.Siyah uzun saçlarını toplamamıştı ve yüzü yorgun görünüyordu.
"Aslında uyuyorum ama vakit hayli bir geç oluyor,uyku problemi on yedi yaşımdan beri yaşıyorum.Yani ilk değil,sonuçta geçte olsa uyuyorum, teşekkür ederim sorduğun için çok sağol."
Gülümseyerek kolunu sıvazladım.Çağın koluna bakıp gülümsedim.
"Nedenini anlatmak istersen ben buradayım,kafam şişmez rahat ol."
Gülünce gülmeye başladık.
"Ondan şüphem yok."
"Güzel güvenirlilik testinden geçmişim."
Kahkaha atmaya başladım.
"Kesinlikle."
Baş parmağımı kaldırdım.Gülmem bitmeye başlayınca bileğimdeki siyah tokayı alıp saçlarımı gelişi güzel topuz yaptım.
"Sana en çok yukarıdan toplamak ve dağınık bırakmak yakışıyor."
"Teşekkür ederim ama yatarken çok sıcaklıyorum bu iyi oluyor."
"Ha."
Başını salladı.
"Bende yukarıdan senin kadar topuz olmasa da topluyorum."
Çağın elleriyle belirsiz bir ifade takınınca gülmeye başladı.
"Senin kadar uzun değil saçım."
"Evet,sana böyle yakışıyor."
Çağın,iyi bir arkadaştı.Onun arkadaşlığını seviyordum.Nerede ne yapmasını bilen,her şeye rağmen güldürmeyi seven bir adamdı ve bu özelliğini çok seviyordum.
"İyi bir arkadaşsın Çağın."
"Sende iyi bir kız kardeş."
Kolunu açıp,beni kolunun altına aldı.Ellerimi beline sardım.
"Hep kız kardeşim olsun istedim,nedenini bilmiyorum yedi yaşımdan beri böyleyim işte.Yirmi bir yaşımda sahip oldum.Bu iyi mi kötü mü?"
Kafamı kaldırıp ona bakıp gülümsedim.
"Biraz geç,beni daha erken tanımalıydın."
Çağın gülmeye başladı.
"Öyle ya,aramam gerekiyordu seni."
Göz kırptı.
"Ben de abim olsun istedim, arkadaşlarımın abisi vardı,kıskanırdım bir yere gittiğim zaman abimin koluna girmek, bütün o bataklığın içinden kurtarmasını beklerdim.Sonra yaşım büyüdükçe fikrim değişti,iyi bir anne olmak istedim kocamın da iyi bir baba olmasını,ailemin bana yaşattıklarını çocuklarıma yaşatmacağıma dair yemin ettim.Anne ve baba kutsal olmalıydı."
Aklıma odamın köşesinde yatağımda ağlayarak geçirdiğim o gecelerin ücra köşelerinde,zihnim gözlerimin önüne serince nefes alamadım.Sanki bu nefes benim kontrolüm dışındaydı ve ait olduğu sahibini öldürmek istiyordu.
"Çocuklarıma sordukları zaman,annen ve babalarından vazgeçmeyeceklerini söylemelerini istiyordum."
"Peki ya sonra?"
Çağın'ın koyu kahverengi gözleri dikkatlice kahvenin en açık tonu olan gözlerime doğru bakıyordu.Gözleri göl haline gelmek üzereydi ve sesik çok cılız ve boğuk çıkmıştı.
"Sonra,fark ettim ki bunları düşünmem gereken yerde,kendi hayatımı kurtarmam gerektiğim."
Burnum sızlayınca,gözlerim dolacak olan sıvıya uyarı yapıyordu.
"Seni bu kadar yalnız hissettiren ailen mi?"
Çağın,kafasını yukarı doğru kaldırıp, ağlamasını durdu.
"Galiba,çocukluğumdan beri gelen yorgunluğum var ve hiç geçmiyor."
Çağın,saçımı okşamaya başlamıştı.Sanki anlattıklarım yüksek bir deprem biçiminde deprem etkisi yaratıyordu,sanki cümlelerim avizeyi sallıyor,oturduğum yatağı aşağıya doğru çekiyordu.İçimde kimsesiz bir kasabada kalan ruhum,sabah olmasını bekliyordu,hiçbir ışık yoktu ve bütün günler geceye açıyordu her günün saatini.Saatler geçmişe doğru akıyordu ve bütün iyi niyetler donup kalmıştı.Yardım çığlıkları,o rüzgarın bencilliği ile başka tarafa doğru sürüklenmişti...Yürüyemiyordum ayaklarım paramparça vaziyette gibi hissediyordum.
"Şu babanı görmek isterdim."
"Emin ol bunu hiç istemezsin."
Kafamı salladım.
"Bunu bir kıza nasıl yapabilir?Evladını nasıl öldürebilir?"
Çağın konuştukça,mezarımda kuruyan çiçekler yeniden canlanıyordu.
"Bilmiyorum."
"Neyse,senin neden uyuyamadığın belli oldu.Buna kafa mı dayanır?"
Çağın kaşlarını bana çatarak azarlıyordu.
"Yani,kaçamıyorum duygusal bir yapım var ve ben bunu sevmiyorum."
Çağın,sinirden sol bacağını sallamaya başladı.Vücudu sallandıkça hissediyordum.
"Bundan sonra,seni gece uyurken kontrol edeceğim uyudun mu,uyumadın mı diye?O da olmazsa yanında oturup sana masal anlatacağım."
"Ben çocuk değilim Çağın."
Ona doğru baktığımda,kaşlarını havaya kaldırdı.
"Kabul etmiyorum,şu gözlerde ki yorgunluğuna bir bak,çok yoruldun ve yıprandın.Seni böyle görmek istemiyorum."
Çağının bu yaklaşımı karşısında ne diyeceğimi bilmiyordum.
"Çağın gerçekten fazla iyisin ama gerek yok."
"Gereği var minik kuşum."
Cümleleri bastırınca,suratındaki belirsiz olan duyguya karşı dudaklarımı kilitledim.
"Şimdi derhal yatağınıza geçiyorsunuz güzel bayan,iyi uyku şart."
Çağın,kalkmaya yeltenince ellerimi yavaşça belinden çekip ona doğru baktım.
"Gir battaniyenin altına hemen."
Çağın bileğimden tutup yatağa doğru sokmaya çalıştı.
"Yatabilirim."
"Ayrıca bileklerin ne kadar ince senin?"
Çağın incecik olan bileklerime bakıyordu.
"Öyle."
"Her neyse, kapat gözlerini."
Battaniyenin altına girip,ona doğru baktım.
"Cidden uyuyacağım söz veriyorum."
"Sözünü tuttuğunu biliyorum ama görmem şart,içim rahat etmesi lazım."
"Peki."
Gözlerimi kapatıp uyumak için düşünmeye başladım.Gökyüzünden aşağıya kırık kanatlı melek indi,gözleri dünya cehennemine tanık olurken,cenneten kovulma nedenine isyan etti...
Belki de benim de hayatımdan kovulma nedenim buydu,mutluluğun yasak meyvesini yemiştim ve ben bir daha cenneti göremeyecektim.Her bir duygu kalemime saplanıp,ruhumu paramparça ettiğinde bile bunları düşünüyordum.İyi bir hayat yoktu benim için,iyi bir gelecek.
Derin nefes alıyordum,belki de bu hayat benim yasacağım son şanstı ve ben artık o son şansı bile istemiyordum.Yalnızlık öyle sarmıştı ki dört yanımı,tarif edemeyeceğim yıkımlar bırakmıştı.Çokça acı çekmiştim ama ne kadar alışılsa da acı her seferinde can yakardı.
Bu böyleydi ve değiştirilmez hileli bir oyunun habercisiydi.Esneyerek ağırlaşan göz kapaklarında yenik düşmüştüm.
"Bugün kahvaltıyı siz hazırlıyorsunuz küçük hanım kalkın."
Ardıç,dibimde aniden yüksek sesle öten alarm sesini çalıp duruyordu.
"Neden her seferinde kalkıyorsun?Uyumak güzel bir şey.Ben seviyorum."
Ardıç'ın derin nefes alışverişini duyuyordum.
"Bu sefer benim ayağıma getireceksin."
"Neyi?"
"Az önce ne yapacağını söyledim,kalk fazla zamanımız yok."
Açık olan gözlerimden uykumun yorgunluğu üzerime aniden çökmüştü.
"O zaman hazırlayabilirsin."
"Senin şu dilin ben fırsat verdikçe fazla üzüyor,bu iyiye gitmiyor."
Ardıç,yanımda oturmuş,ellerini göğsünde birleştirdi.Siyah gömleğinin kollarını kıvırmıştı ve sol kolundaki dövmeleri biraz da olsa görünüyordu.Bileğinde hiç çıkarmadığı gümüş renginde kol saati vardı ve hep dikkatimi çekiyordu ama sormaya tenezzül edemiyordum.
"Neye bakıyorsun?"
Bileğine baktığımı anlayınca,bileğine doğru baktı.Uzun bir süre bileğindeki saati inceledi.Arada uzun parmakları ile oynuyordu.Sesizliğe çekilen inine doğru bakınca,geçmişi can veriyordu.
"Nedeni var mı,yani senin için bir anlamı?"
Yataktan doğrulup oturunca,Ardıç'ın göğsüne doğru biraz da olsa değiyordu sırtım ve çok yakındık.
"On sekiz yaş hediyem, Alginden."
Derin nefes alırken,içindeki patlamanın ölüm meleğini neden çağırdığı belli oluyordu.Yıkılan geçmiş kayaları,altında bir çok acı cesedi bırakmıştı.Ardıç,bir süre sessizliği dinledi sanki her şey büyük bir etki yapıyordu,aldığı nefes çok yüksekmiş gibi hissediyordum,çarpıp geri geliyordu.Cehennem diye bir yeri tanımamıştı belki de çünkü insan kendini tanıyamazdı.Ardıç,Cehennem değildi ta kendisiydi.Dokunulan her yer alev alıyordu zihin köşesinde.
"Unutamadın değil mi?"
Bu sorduğum sorunun cevabı zaten belliydi,ona kalbinde duygusal bir bağ olarak yer vermişti ve ölümüne tanık olmasaydı hayatına dahil edecekti.Belki de ben başka bir şeyle karşı karşı kalacaktım kaçtığım gece,attığım her adım bana sunulan bir yaşam gibiydi o gece.Aklıma soğuk günler gibi estiğinde,üşümeme kanımın donmasına engel olamıyordum.
"Anne mi unutmamı istiyorsun yani?"
Benzettiği örnek karşısında çakılı kalmıştım, dünyamda zelze yaşıyordum.Felaketler duygusal notanın ezgisiyle,kulaklarımda feryat figan bağırıyordu.Kurtardığım hangi anımdı?Asıl soru ise kurtardığım kimdi?Yenik düşen benliğimin sonu yoktu,ölümün bile bir sonu vardı ve benim sonum bile olmayacaktı.
"Haklısın,özür dilerim."
Suratımdaki ifade paramparça olup zemine doğru yayılınca,Ardıç bana sıkıca sarıldı.
"Ama unutmayacağım bir şey daha var."
Mavi gözlerinin okyanusu duygularımı boğuyordu.
"Ne?"
"Unutamayacağım.Bana bırakmış olduğu izler var."
"Kim?"
Ardıç,beni göğsünden kaldırınca sorum bir romanın yarım kalan sayfasını işaretleyip kapatılması gibi cevapsız kalmıştı.
"Çok açım ve vakit daralıyor,kalk minik."
"Hazırlarım,elimden bu geliyor."
Dilimi çıkarınca Ardıç kaşlarını çattı.
"Bana dil mi çıkardın?"
Kafamı sallayıp dudağımı ısırdım.
"Küçük kız çocuğu gibisin,bazen şımarık.Bazen de yaraları çocukluğunu büyütmüş bir genç kız.Seninle ne yapacağım?"
Ardıç,kafasını sallayıp gözlerini devirip oturduğu yerden kalktı.
"Benimle bir şey yap demedim."
Ardıç,kapıya doğru giderken aniden adımları durdu.Bana doğru dönüp gezmesi belli olacak şekilde gülümsedi.
"Ne yapmamı isterdin?"
Bu dediği şeye rağmen gülünce kaşlarımı çatıp yataktaki yastığı alıp fırlattım.
"Senin nasıl bir düşünce yapın var?"
"Erkek zihniyeti."
Göz kırpınca, suratımı ekşilttim.
"Benden uzak tut."
"Çok konuşma bir an önce kahvaltıyı hazırlamaya bak minik!"
Ardıç,odadan dışarı çıkınca ona doğru fırlattığım yastığı yerden alıp yatağı düzeltip, lavaboya gidip üzerimi değiştirip çıkıp mutfağa doğru gittim.Buzdolabından malzemeleri çıkıp hazırlamaya başladım.Mutfakta adım sesleri duyunca içeri giren Ardıç'a doğru baktım.Elindeki küçük bilgisayar çantası ve diğer elinde içki şişesi ile masaya doğru oturdu.
"Sabah miden içkiyi nasıl kaldırıyor?"
Ardıç,yavaşça bilgasayar çantasının fermuarını açıp bana doğru baktı.
"Zevkler,tercih meselesidir."
Ardıç'ın kaşını kaldırıp soğuk ve ciddi bir ifadeyle aniden soğuk rüzgar etkisiyle cevabını vermişti.Masanın üzerinde duran kadeh bardağını kehribar rengi olan içkiyi bardağına doldurdu.
"Sarhoş edecek kadar mı içiyorsun,yani bunu önemsiyor musun?"
Bir yandan da bir şeyler hazırlıyordum.
"Dozu her yerine göre ayarlarım.Mekana göre,isteğime göre."
Bilgisayara bir şeyler yazmaya başladı.
"Bende sabahları içeceğim,güzel olmalı."
Ardıç'ın,kaşları aniden çatıldı yüzündeki ifade gerildi.
"Seninle uğraşmam,bir kere içtin ve sana katlanmak zorunda kaldım.Benim evimde benim kurallarım geçer.Ben istersem içersin bu konu da anlaşalım."
İçkisinden bir yudum aldı.
"Ben hep sana göre hareket etmek zorundayım,aslında yapmak zorunda kalıyorum çünkü her seferinde burnumdan getiriyorsun."
Kafamı sallayıp sinirden önüme döndüm.
"Bak,ben senin için bunları düşünüyorum çünkü çok toz pembe bakıyorsun."
Ardıç,halan daha bir şeyler yazıyordu.
"Asıl sen her şeyi ben kontrol edebilirim diye düşünüyorsun."
"Arsen lütfen."
Ardıç derin nefes aldı göğsü kalkıp indi.
"Peki.İtiraz etmeyeceğim çünkü beni yoruyorsun."
Pişenleri kontrol altında tutarak kontrol ediyordum.
"Tek sen mi yoruluyorsun bu yolda?"
Kaşını havaya kaldırdı.
"Sen yoruluyorsun evet en az bizim kadar,anlayış göstermen gerekmez mi?"
"Ne için?"
O kadar sakin konuşuyorduk ki,aslında ben Ardıç'ın esip gürleyeceğini sanıyordum ama düşündüğümün aksine bu olmamıştı.Ruhsuz bir biçimde konuşuyorduk,bunu beklemiyordum.
"Benim de sözüm geçer,en az senin kadar ayrıca Çağının'da."
"Nerede geçecekmiş benim sözüm?"
İçeriye giren Çağın'a doğru baktım.Beyaz tişört siyah pantolon ve siyah kot gömleğini beline sarmıştı ve saçları hafif at kuyruğu şeklinde toplanmıştı.
"Arsen senin sözünde de geçmesini gerektiğini söylüyor ki sözün geçiyor sizi dinliyorum."
Ardıç,ellerini kaldırıp sesi biraz yüksek çıkmaya başlamıştı.Sinirlenmeye başlıyordu en küçük şeylerde bile kavga edebilecek bir hali vardı.Parçalara ayırıp,sonra tekrar birleştiriyordu.Kırık görüntüsü umrunda bile değildi.Neden bu kadar umursamaz davranıyordu ki?
"Senin anlamadığını o kız anlamış dostum.Teşekkürler minik kuşum."
Öpücük gönderince,Ardıç bardağı sertçe masaya vurdu.
"Şu lanet konuyu artık bir kenara bırak,daha önemli işlerimiz var."
"Biliyorum."
Çağın, Ardıç 'ın aksine daha sakindi,bu da Ardıç'ın hoşuna gitmediği belli oluyordu.
"Birincisi o mektup bırakan kişinin el yazısını inceliyordum ve bir yerlerden tanıdık geliyor gözüme."
Çağın sandalyesini biraz daha Ardıç'a doğru yanaştırıp bilgisayar ekranına doğru baktı.
"Kim?"
Bende eğilip ekrana doğru baktım.Bu bize gönderilen tehdit mektuplarıydı ve Ardıç fotoğrafını çekip bilgisayara aktarmıştı.
"Elimizde olan şüpheli iki kişi var biri Eray,diğeri Çise.Çisenin yazısını tanırım Algin'e benim adıma hediyelerinin üzerine bir şeyler yazdırtırdım.Tek açıkta kalan Eray,minik senden bir şekilde Eray'ın el yazısını görmeni istiyorum bir yolunu bul."
Ardıç,biten bardağındaki son yudumu kafasına dikti.
"Bence Çise'yi tanıyamamışsın."
Kaşlarım o günün ihanet beşiğinde sallanırken, içim felaket bir biçimde ürperiyordu.Elimden gelse kötü anıları tek bir silgi ile silmek isterdim.Elimi Çağın'nın ve Ardıç'ın sandalyelerine koydum.
"En azından tehdit mesajı ondan değil."
"Bundan emin olabilir misin?Belki Eray bile değil nereden bileceğiz?"
Ardıç,şişeyi alıp bir kez daha bardağına doldurdu.
"Algin'in mezarında tehdit yollayan kişi,Algin'e değer veren ve bilen bir kişinin olmasını gerektirmez mi peki?"
Ardıç,çok sık olmayan kaşının tekini havaya kaldırdı.Gözüm arada adem elmasının biraz altında olan boynundaki küçük benine kayıyordu.
"Bence o şerefsizin bu işte parmağı var."
Çağın,elini masaya vurdu.
"Bana da öyle geliyor."
Ardıç bir yudum alıp kafasını geriye attı.
"İçki mi içeceğiz?Masa neden kurulmadı?"
"Kuruyorum."
Masayı kurmaya başlayınca,Çağın gülümsedi.
"Sabah saatlerinde içki sana yaramıyor dostum."
"Hadi oradan."
Ardıç,gülümseyince gözlerim gamzelerine takılıp duruyordu.
"Bende aynı fikirdeyim."
Elimdekileri masaya koydum.
"İşinize baksanıza siz."
Ardıç'ın sert sesi gibi kaşları öfke ile bağırıyordu.Kısa bir aradaki sessizlikten sonra kurulan masaya oturdum.Çağın sessizliği bozmuştu.
"Yeni bir dövme ha?"
Çağın'nın söylemesine karşı gözlerim Ardıç'ın yeni dövmesini tarıyordu.Elinde olduğunu fark ettiğimde baş parmağının hemen altında minik bir kuş vardı.Çok büyük bir dövmede değildi çokta küçükte değildi.Benim için dövme yaptıracağını söylemişti ama ne ara yapmıştı?
"Evet."
Ardıç,elindeki dövmeyi ilk kez görüyormuş gibi uzunca inceledi.
"Dışarı çıkınca yaptırdım bir ara."
"Anlamı ne güzel dövme?"
"Bilmem,aslında istedim ve yaptım."
Dudağını büzüp omuzlarını havaya kaldırdı.Gözlerimi kaçırmaya çalışmam gerektiği yerde gözlerimiz birbirine temas edince şimşek çakıyor gibi hissediyordum.
"Neden kuş?Zaten kolunda Algin'in sana anlatmış olduğu efsane var."
"Hesabını vermek zorunda olan bir adam değilim.Yaptım öyle istedim.İstersem benimdir anlıyor musun?!"
Önündeki tabağına yiyeceklerini ayırıp yemeye başladı.
"Bazen çok kaba olabiliyorsun."
Ardıç,tabağından kafasını kaldırıp bana doğru baktı.
"Bazen mi?"
Çağın,kahvesini içerken kaşını havaya kaldırdı.
"Ben buyum.Beni kabullen Öymen."
Bakışları artık rüzgarın bile dizginleyemeceği fırtınalar yaratıyordu.Bakışlarındaki kimsesizlik,öfkesini yıllarca büyütmüştü ve artık ruhuna doğru kök salan ağacı kabullenmeye başlamıştı.
"Değişebilirsin.İnsanları dinleyip onları anlamaya çalışabilirsin.Söylesene bana sen hangini yaptın ki?"
"Beni eleştirmeye kalkma sakın."
"Öfkenin,herkese boyun eğdirceğini zannediyorsun."
"Öyle,kim vardı lan yanımda tek olduğum zamanlar?Kaçı anladı beni?Sen kalkmış,bencil olanları kabullen diyorsun."
Bu konuşma depremin habercisiydi.Bir şeyler büyük bir çoğunlukta yıkılıyordu ve ruh kaybı yaşıyordu.İçindeki çaresizlik nasıl bir şeytana dönüşmüştü ve kimleri yakıyordu?
"Bak seni anlıyorum,ama lütfen biraz olsun anlamaya çalış."
"Ben de öyle dedim yıllarca çoğu kez."Beni neden anlamıyorsunuz?"diye.Kendini öldürmekten başka bir işe yaramıyor.Ölüm;yaşamaktan daha kısa aslında."
Ardıç,masadan kalktı.
"Nereye Ardıç?"
"Aç değilim,siz devam edin."
Bilgisayar çantasını alıp yürümeye başladı.
"Çağın sen ye,ben geliyorum birazdan."
"Tamam minik kuşum."
Mutfaktan çıkıp,Ardıç'ın peşinden gidiyordum.
"Sakın peşimden gelme!"
Ardıç,adımlarını hızlandırıp odaya girdi.
"Biliyorum,hiçbiri kolay değil hayatını mahveden insanları affetmek zorunda değilsin.Ama-"
Odaya girdik.
"Bana kendi bildiklerinle gelme,üzülürsün yıkarsam paramparça ederim şu an uzak dur."
Mavi gözlerinde bir canavar ayağa kalkmıştı.
"Ama diğer insanları affedebilirsin."
Ardıç,deli gibi gülmeye başladı.
"Affetmek mi?"
Bu soruyu benden çok kendine soruyor gibiydi.Bu kelimeyi aklında soyutluyor gibiydi.Gülümsemesinin üzerine artık toprak atılıyordu.Ruh hali hiç iyi değildi.
"Sahi neden affeder ki insanlar?"
Bu soru kalıbının içinde can veriyordu.Gözlerinin içindeki o cesetleri,yıkımları,felaketleri lanet olsun ki çok iyi anlıyordum.
"Mutluluğunda gözü olan insanları?Hayatını,zindan içinde nefes tüketmeye mecbur bırakan insanları?"
Dudağını büzdü,sanki gece gündüze doğru çökmüştü ve etraf yalnızlık bulvarıydı.
"Çocukluğunu çalan insanları?Yalan söyleyenleri?"
Her sorduğu soruda bana iyice yaklaşıyordu.Adımlarım geri geri giderken bir an düşüp affalyacak zannediyordum.
"Kırıcı olanlarları?Umursamaz olanları?"
Artık iyice dibimdeyi.Yüzü artık yüzüm gibiydi sanki iki gözü tek bir gözde birleşmiş gibi bana bakıyordu.Ellerim titriyordu.Ardıç,o kadar ruhsuz bakıp sorular soruyordu ki canı yandığı her taraftan belli oluyordu.
"Yalnız bırakanları?Ölüme terk edenleri ve toprak atmayanları?...Bu sorular uzar minik.Sen söyle dinliyorum."
Derin nefes aldığımda hızla kalkıp inen göğsüm,göğsüne çarpıyordu.Diğer elini duvara koyup diğer elini belime sarınca nefesim o an ruhumdan çekilip gittiğini hissettim.İçki kokan nefesi,burnuma çarpıyordu.
"Acı çekiyorsun biliyorum,seni anlayabiliyorum en az senin kadar benim de canımı yaktılar."
"Biliyorum."
Eli saçlarımda gezinmeye başlamıştı.Benim için yaptırmış olduğu dövme olan eli saçımın her bir telini okşuyordu.
"Neden benim için dövme yaptırdın?"
Konuyu şu an değistirmem Ardıç 'ın biraz da olsa kafasını dağıtmaya yetecekti.
"Yeni bir dövme istedim ve yaptırdım.Daha cevabı yok.Başka soruna geç."
"Neden böylesin?Bir yanın yakıyor,bir yanın küle dönen bedene hayat oluyor."
Ardıç,buna karşı kaşını kaldırdı.
"Senin için olanı peki?"
Nefesi yüzümde yangını çoğaltan rüzgar gibiydi.
"Her ikisi de."
Ardıç,hafifçe gülümsedi gamzesi çok az belli oluyordu.
"Ama seni anlıyorum Ardıç,seni gerçekten anlıyorum."
"Güzel."
Saçlarımı yavaşça okşuyordu.Sanki babam yedi yaşımda iken saçımı bir kez okşadığı zamana doğru zihnim gitmişti.
"Neyse,ben masayı kaldıracağım."
"Peki."
Elini duvardan ve saçımdan çekip geçmem için yer verdi.Odadan çıkıp mutfağa doğru gittim.
"Ne oldu?"
Çağın,masadakileri topluyordu.
"Konuştuk işte."
Bende Çağın'a yardım ediyordum.
"Eray'la ne zaman buluşacaksın bir daha?"
"Bilmiyorum."
"Aslında kapanmış bir davanın ona ne faydası olabilir ki?"
Çağın kaşlarını çattı.
"Bilmem,bazen intikam en iyi çözüm yolu gibi düşünülür.Aslında onu öldürsen yine intikam almış olmazsın.İntikam,çözüm yolu değil aslında.Onu hukuken cezalandırabilirsin,ya da hayatından çıkrabilirsin.Yine sana yapılanı yok edemezsin."
"Evet."
Çağın tezgaha yaslanıp kafasını salladı.
"Öldürdüğü zaman,her şeyin daha iyi olacağını düşünüyor.Ben de seninle aynı fikirdeyim."
"O öfkesinin kurbanı,o intikam istemiyor o öfkesini yok etmek istiyor ve bu şekilde olacağını düşünüyor."
"Vay,sandığımdan daha zeki çıktın minik."
Ardıç,mutfağa doğru girdi.
"Sen bizi mi dinliyordun?"
"Neden olmasın?"
Masaya doğru oturdu.
"Ayrıca okula gitmeyecek miyiz?"
"Gideceğiz,çok erken kaldırdım."
Saate bakmak hiç aklıma gelmemişti.Ardıç,telefonun ekranından saati gösterdi.
"Hadi canım."
Çağın üfleyerek Ardıç'a baktı.
"Bu gece Arsen'e sen bakacaksın,benim bir işim var geç geleceğim anahtar bende."
"Ne işi?"
Ardıç,siyah telefonunu elinde döndürmeye başladı.
"Söylemek istesem açıklama yaparım zaten,demek ki bu kadar bilmeniz gerekiyor."
Mavi gözleri keskinleşti.
"Öyle ya,biz kimiz ki?"
Çağın,sandalyeyi çekip oturdu.
"Arkadaşım."
"Orası kesin."
"Minik,sana atacağı mesajı elle yazıp göndermesini söyle.Konumun açık olursa telefonuna bakabileceğimi bana güvenmediğini mesaj at."
Elini pantolonun cebine attı.Bana doğru uzattı.
"Benim telefonumun sende ne işi var?"
"Senin olan her şey bana ait.O yüzden sıkıntı yok."
Sanki burada Çağın yokmuş gibi davranıyordu.
"Öyle bir şey yok."
"Nefesini tüketme ve sana dediğimi yap."
Elinde tuttuğu telefonu alıp mesaj attım.
Diğer mekanın adresini bana kendi yazınla yazıp atar mısın?Konum açık olması  şüphelendirilebilir.Bana attığını hemen sileceğim.Bence böyle olmalı,korkuyorum yalnış bir şeyler yapmaktan.
Telefonu kapatıp,Ardıç'a baktım.
"Attım."
"Güzel."
Eray'dan cevabını gelmesini bekliyorduk.

İPE ASILAN HAYATLAR (DÜZENLENİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin