FERFECİR

51 2 0
                                    

Acı insanın yüzündeki en iyi alfabeydi. Yüz,aslında bir çok şeyi de dilsiz bir şekilde çok iyi de ifade edebilirdi...Bu aralar uykumu çok iyi alsam da sanki uykuya doymuyormuş gibi yorgunluğum vardı ve bedenim gibi gözlerime de yorgunluğum çökerken düşündüğüm tek şey,zihnimin sonsuza kadar bu aklı bırakmasıydı. Üzerimdeki ceket bile üşümemle baş edemediğini anladığında ellerimi bacaklarımın arasına sokup ısınmaya çalıştım.
"Üşüdüğünde söyleyebilirsin arabayı ısıtabilirim."
Ardıç keskin mavi gözleri ile arabanın içinde yanan dikiz aynasının ışığından gözlerini kahvelerime kilitledi.
"Aslında iyi olur."
Dişlerim hafifçe birbirine temas ederken, daha fazla üşümemek için bir an önce arabanın ısınması için dua ettim.
"Nereye gittiğini söyle bari madem hepimiz birlikteyiz."
Çağın,Ardıç'ın ağzında saklı olan cevapları aramaya çıkmış gibi bıkkınca konuştu.
"Mola verdiğimiz yerde söylerim."
Çağın elini sertçe bacağına vurdu.
"Zaten kaçacak veya seni engelleyecek bir durum bize bırakmadın Aydıner söyle gitsin işte!"
Ardıç kaşlarını çatıp hafif onun bu inatçılığına karşı gülümsedi.
"Ben ne zaman istersem öyle olur Çağın beni sen kendinden daha iyi tanırsın."
Elini çenesinin altına koyup sakallarını okşamaya başladı.
"Merak ediyorum bu olayları gerçekten taraf tutmayı bırakıp birkez o şekilde yargıladın mı?"
Çağın ellerini kafasının arkasına koyup yerleştirdi.
"Sana yalan söylemedim ama bazı konuların isnisları hariç tabi.Biliyorsun ki o gün evi terk ettim Çağın hiçbir haltı düşünmeden.Sonra..."
Ardıç ilk kez bu kadar keskin bir şekilde acı ile nefesi soludu.Onu o şekilde yakalamak içime birşeyleri oturtmuştu.Onu annesi o gece ölmüşken ve gözleri ruhu gibi kanarken,hızlı adımlarla terk edişini ve babasının ardından bir şey diyemediğini düşününce gözüm bir an kararır gibi olmuştu.
"Sonra bu hallere geldik zaten bu kadar berbat olacağını biliyordum.Annemin öldüğü gün hayatın yok olduğununda farkındaydım.Hiçbir sorumluluk almıyorum şimdi,bak hiçbirşeyi kaybedeceğim korkusu var mı yüzümde?Yok!bir insan mutlu olmak istemez mi?Ben istemiyorum Çağın!Mutluluk beni korkutuyor."
Dikiz aynasından görebildiğim mavi gözleriyle tekrar buluşunca içinde saklanan kelimeleri geceye rengini vermişti bile çok kere.Karanlık ve siyah ikisi de çok ayrı şeylerdi.Yaşamak ve ölmek gibiydi belirsiz başlangıcın belli sonuydu.
"Böyle konuşup durma.Bunlar senin suçun değil hayatın iyi.Ben varım Biz varız."
Çağın işaret parmağı ile arkada oturan beni işaret etti.
"O zaman öyle devam et."
Kafamın içindeki sesleri dinlemeyi bırakıp geldiğimiz yere seyre dalan gözlerime aldım. Arabadan inip,küçük, ıssız bir kafenin önünde durmuştuk.Sarı ışıkları ve geceyi aydınlatabilecek kadar gözleri kendine doğru çarpıyordu.Ceketime sarılarak ilerlemeye başladığımda,adımlarım tökez bir ayak izlerini zemine sertçe vururken,yürümeye hal kalmamış gibi ilerliyordum.
"Burada ne işimiz var?"
Çağın adımını benim yanıma atıp,beraber yürürken ,Ardıç'ı takip ediyordu.
"Soruların midemi yiyip bitirdi.Ne yazık ki bana bir şey kalmadı açım ve yemek yiyeceğim. Tam da ideal bir yer değil mi?"
Çağın kaşlarını çatıp kafasını salladı.
"Sen iyi olduğuna emin misin?Bence geldiğimiz gibi geri dönsek iyi olur.Başımıza bela almak için genç yaştayım."
Çağın bana bakınca kafamı Ardıç'a çevirdim.Çağının tedirgin oluşu yüz ifadesinin kimliğini çıkarmıştı.Bende bu kadar rahat olmamalıydım bunun farkındaydım.Bazı şeyleri farkında olmaktan nefret ediyordum.
"Güzelim ciddi anlamda üşüyorsun sen."
Çağın,elini buz tutmuş yanağıma aniden koyunca,ilkilmeme neden oldu. Üzerindeki ceketi çıkaracakken engelleyip gülümsedim.
"Çokta değil teşekkür ederim."
"Olmaz hasta olursan Ardıç beni ölesiye dövebilir."
Çağın,ceketini güçlü yapısı ile o kadar direnmeme karşı zayıflığıma dair, zafer kazanarak büyük gururla omuzlarıma örttü.
"Beni bazı durumlarda kendinden bile iyi tanıyorsun."
Cafendeki kapının kolunu sertçe itip içeri girdi.Ardıç dışarı çıkıp gelmişti ve bizde kapı önünde onu beklerken o sertlikle açılan kapı göğsüme doğru çarptı.Hafif acıyla inlediğimde, Çağın bana baktı.
"İyi misin?"
Kafamı sallayıp göğüs kafesime elimi koydum.
"Siz masa kapın gerisi benimle."
Bir yandan bacaklarına yapışan siyah kot pantolonundan cüzdanını çıkarıp diğer yandan işaret parmağı ile bize komut verince boş olan masaların birine geçip oturduk.
"Bir sabah burada gözümü açacağım aklıma gelmezdi."
Çağın ellerini birleştirip benimle göz teması kurdu.
"Neden burada olabileceğimiz hakkında bir düşüncen var mı?"
Elimi çenemin altına koyup etrafı incelemeye başladım.Etrafı incelemeyi ve kafamda bir şeyler tasarlamayı severdim.
"İnan yok minik kuşum."
"Kesin bildiği bir şey var.Sadece bir mektup parçası için böyle bir şeyi ateşe basit bir şey değil."
Çağın ilk defa içten gülümsedi.
"Onu tanımıyorsun bile annesinin bıraktığı her şeye sahip olmak ister.Ki bence bu sıradan bir mektup değil."
Ardıç siparişi verip oturduğumuz masaya doğru gelmeye başladı.Çağın ve ben ses çıkarmadan sessizce Ardıç'ı izliyorken Ardıç'ın bakışları yine, cevabı gözlerimize yapıştırıyordu.
"Ikinizde şu anlamsız bakışlarınızı çekin üstümden!"
Çenesini sıkıp ciddi bir tavırla konuşuyordu.
"Bu şekilde bir iş yapamayacağınıza göre biraz kendinizi toparlayın.Yapacağım ve anlatacağım planda hata görmek istemem."
Uzun parmaklarını masaya ritim tutturacak şekilde vurmaya başladı.Sinirlendiği zaman yüz hatları çok daha belirgin ve göze gelecek şekilde ortaya çıkıyordu.Onu bu şekilde incelemem ona ne şekil bir rahatsızlık verdiğine dair en ufak fikrim yoktu ama bunu fark etmeme rağmen hala bakmaya devam ediyordum ki ben insanları çok fazla detaylı inceleyen bir insandım.
"Anlatsan da bizde hata ihtimalini düşürsek hani."
Çağın Ardıç'a sabah yelinin ayaz kesen rüzgarı gibi, sertçe esmeye devam ediyordu.Cümleleri ve bakışları kasırga caddesine çeviriyordu cafenin bulunduğu yeri. İkisini incelemeyi bırakıp önümdeki gelen sandiviçime baktım.
"Bu insanlar hangi mutluluğa gülümsüyor ki?Ben bu kadar yabancıyken. "
Ardıç yanımızda oturan çiftin kahkasına bakıp konuşuyordu.Konuyu tamamen öteki tarafa doğru sürüklemek istediği gözle görülecek kadar netti.Sabahın güneşe kucak açacağı yeni satte böyle bir mutluluğu yakalamak gerçekten çok nadir bir anlardan biriydi.Gözlerimi onların mutluluğundan alamıyordum.
"Sende annen ile çoğu kez güldün."
Çağın kahvesinden bir yudum alınca ağzı yanmış olacakki masada duran su şişeni kapıp içti.
"Bu kadar içten değildi.Sen beni iyi tanırsın.Hatta Arsen bile tanıyor artık."
Sesi boğuk çıkınca boğazını temizledi.
"Birde şu masada duran çocuğa bak bir an önce bu mekânı terketmek istiyor gibi suratında ölüm ifadesi var.Gördüğün gibi insanlar da Cennet ve Cehennem olarak ikiye ayrılır."
Mavi gözlerini kahvelerime keskin şekilde kenetledi.Sanki bakışlarımı esaret almak istiyor gibi bakıyordu.Bakışlarımın bile kaçıp gitmesini istemiyor gibiydi.Cümleleri sanki, bütün insanlığa kendini göstermek istiyor gibi çaresiz çıkıyordu.
"Gülümsemek için herşeyin bitmiş yada her şey için geç sayıyorsun.Biraz içten gülmeyi ve mutlu olmayı kaç kere denedin ki?"
Önümdeki sandiviçi yemeğe başladım.
Ardıç gülümseyip kahvesinden yudum aldı.
"Basitleştirmişsin her şeyi.Ama sonunda beceremedin farkında değil misin?"
Hem o kadar gerçekçi hem o kadar kırıcı konuşuyordu ki,onu anlamak bazen anlamın ta kendisi oluyordu.
"Seni anlayamıyorum."
En sonunda kafamın içinde saklanan meraklı sorum zihnimin açık olan kapısından dudaklarıma sızıvermişti.
"Başardım demek o zaman . Hatta bende bunu istiyorum.Belirsizlikler bana yön veriyor."
Kahvesinden bir yudum daha aldı.Arada yutkunup konuşmasına devam ediyordu.
"Asıl mesele şu buraya neden geldiğimiz gerçeği?"
Çağın usulca bana bakıp, kahvesini yavaşça masaya koydu.
"Daha fazla yormamaya karar vermek bence daha güzel Aydıner."
Çağın aşırı güzel bir bakışla ortama alevler topu yağdırıyordu.Fincanın altından gülümsediğini hissedebiliyordum.
"Ama sana daha ve seni daha çok yoracak olan detayın kısmına hemen geçersem ki, biliyorsun bu umrumda bile değil benim.Ama senin canın bu oyuncağı pek sevmez.Şöyle Uralı da göreceğim ama o beni ve sizi görmeyecek."
Çağının içtiği kahve bir anda boğazına takılıp ölüyormuş gibi öksürmesine neden olunca,Garson yanımıza geldi.
"Iyi misiniz efendim?"
Çağın kafasını sallayıp şiddetli öksürdü.
"Evet."
"İsterseniz ambulansı arayayım. "
"Hayır teşekkür ederiz."
Ardıç araya girip,garsonun elindeki suyu hızlı ve kaba şekilde alıp Çağın'a verdi. Ardıç'ın söyleyeceği şeyi idrak edemeden Çağının şokunu yaşıyordum.Masada duran küçük su şişeni açıp üstüne içtim.
"Bak yemeğimizi yiyelim ve kaldığımız Cehenneme geri dönelim.Buna hazır değiliz."
Çağın sertçe saçlarını geriye doğru yatırdı.Zorla kesik kesik konuşmaya başladı.
"Dönüşü olacak şeyleri yapmam.O an olur ve biter.Sen beni hiç tanıyamamışsın Çağın şüphe uyandırıyorsun bende tanıma konusunda."
Ardıç öyle bir sakinlikle yemek yiyordu ki,sanki bu dertler çocuğun eline verilse oynamaktan zevk alabilirmiş gibi basit görüyordu.
"Hayır yani sürekli değişiklik gösteren bir ruh hali içerisindesin. Bence bu çok tehlikeli önümü kestiremiyorum kusura bakma oğlum ama bu cehhennemde bizde yanıyoruz."
Çağın yaslandığı sandalyesinden biraz daha kendini ön plana atarak,işaret parmağı ile beni gösterip Ardıç'a hesap soruyordu.Şu an da yemek yemekten tamamen çok başka boyutlara gidiyordu olaylar.
"Tostlarımız soğudu yesek mi?Yapılacak çok işlerimiz var."
Ardıç sıkan çenesinin altındaki damarları hissedermiş gibi,daha da çok sıkıp göstermek istiyor gibiydi.Nefesi,göğüs kafesi ile çarpıp geri geldiğinde sanki orası ona ait değilmiş gibi kesik kesik nefes aldırıyordu.Kalın uzun parmaklarını masaya vurup,keskin mavi gözleri ile sert bir bakışı tekrar yüzümüze hedef aldı.
"Sen sadece dinle minik."
Kaba ses tonu,alaycı tavra takındığında Çağın kafasını ikiye sallayıp masadan aniden kalktı.Onu ilk defa bu kadar tedirgin görüyordum.Ellerini beline koyup derin nefes aldı.
"Ardıç lütfen şu Cehenneme tekrar geri dönebilir miyiz?"
Bir elini belinden çekip,kalkmış olduğu kırmızı sandalyeye koydu.
"Döneceğiz ama şu lanet işi hallettikten sonra Çağın!"
Ardıç oturduğu yerden sesini yükselterek işaret parmağını ona doğru siper edip,oturduğu yerden hafifçe doğruldu.Sinirlenince sabit bir şekilde kurbanına bakıyordu ve o kişiden başka kimseyi gözü görmüyordu.
"Ben yaşayamıyorum.Hayatım öldü anlıyor musun?Ruhum bile hayatımdan yoruldu ve sen bunları kabul etmemi bekleyemezsin ama korkuyorsan ve gitmek istersen kimseyi zorlamam bilirsin beni."
Ardıç cebinden yüklü miktarda parayı bırakıp,üstünü bile almaya tenezzül etmeden gidince,insanlar bize anlamsızca bakıyordu.Ardıç sinirli bir şekilde dışarıya doğru çıktı.
"Çağın korkuyor musun?"
Bunu gerçekten merak ediyordum sanki bana bunun üstünü örtmesi gereken bir suçmuş gibi bakıyordu.
"Peki sen?"
Çağın derin nefesi solunduğunda garson yanımıza gelip,uzun koyu kırmızı defteri uzattı.Hizmetleri çok güzeldi.
"Efendim para üstünüz. "
Çağın defteri açmadan garsona tekrar uzattı.
"Sende kalsın. "
Çocuk başını sallayıp,beni süzüp yanımızdan uzaklaştı.
"Bende korkuyorum ama kendim için değil. "
İnsanların bize öyle bakışından rahatsız olunca dışarı doğru ilerlemeye başladım.
"Seni korkutan şey ne peki Çağın?"
Bunu daha önceden sormam ve öğrenmem gerekiyordu ama bir türlü cesaret edememiştim.Dudaklarımı birbirine bastırıp, derin nefes aldım.
"Ya öğrenmemesi gereken şeyin altında can verirse?Bak babası ve dedesi çok bağımlı ona ve ben Ömer amcayı aslında çok severim."
Çağın kafasını sola doğru çevirip karşıda duran sokak lambasının altında duran beyaz kediyi izlemeye başladı.
"Biliyorum senin için çok zor."
Elimi Çağının omzuna koydum.
"Ben çok üzülürüm onlara bir şey olursa Ardıç içinde öyle.Keşke şu Algin zamanlarına geri sarabilsek Tanrım bu kadarı fazla değil mi?"
Çağın başını eğip ağlamaya başladığında,onun boğuk sesiyle bende boğuluyordum şu an.Nefes almak,yorucu bir şey olmamalıydı.
"Pişman olmaktan nefret ediyorum.Sikeyim bu hayatı oldu mu Tanrım?"
Çağın bağırarak, ayağını sertçe vurup sitemkar bir şekilde küfür ediyordu.
"Nasıl ifade edilir bilmiyorum ya şu yaşananlar çok sıradan değil mi?"
Çağın kahkaha atmaya başladı. Onu ilk defa böyle görüyordum.
"Bunlar sıradan olabilir hislerimiz sıradışı emin ol.Bir kere bu konuda hiçte yalnız değilsin."
Elimi omzundan çekip kafamı boynuna yaslamak istedim ama benim boyum kısa olduğu için sadece koluna yaslanabilmiştim.
"Benim üzülmemem için söylüyorsun bunları.Annemde böyleydi. "
Annem kelimesini söylerken cümleleri ateşi sevdiği belliydi.Zorlukla konuşup gözlerini kesti.
"Şimdi nasıl acaba?Onun o şehirde olup benim onu görmeden sarılmadan geri döneceğim hissi beni öldürüyor Arsen."
İlk defa ismimle hitap edince,ne kadar üzgün olduğunu duygularına yenik düşüşünden anlıyordum.Duygular bile bir yumruk ile insanın ruhunu yere serebiliyordu.Acı insanın kutsal bir duygusuydu ve gerçekleri görmek Cennete sürmek gibi güzeldi de aynı zamanda.Çağının acı çeken yüzüne bakamıyordum çünkü onu öylece görmeye alışık değildim.Bedenim boğulup tekrar aynı karenin altında canımın kanını görmek, zevk veriyormuş gibi hissettiriyordu kalbim.En son ne zaman böyleydi ki?
"Çağın,bir şey söyleyeyim mi?Ona bu işlere bulaştığını söylesen daha çok üzülür.Hiçbir aile böyle ortadan kaybolup,başını her türlü belaya sokan birine çokta şefkatli bakmaz.Tabi ki,özlemişlerdir ama kısa süreliğine gerisi herşeyi ele vermekten,manasız hale sokmaktan daha yorucu inan bana.Yani kaçmak en iyi çözüm yolu olur bazen ölesiye."
Çağın burnunun kenarını silip,bana zorda olsa gülümsedi.
"Beni boşver de Ardıç nerede?"
Gözlerim dolacağı yerden kalkıp, Ardıç'ı aramaya koyulmuştu.
"Hiçbir fikrim yok. "
Olduğumuz yerden kalkıp Ardıç'a bakıyordum.
"Haklısın benim derdime bencil ettim seni.Onun peşinden gitmeliydik.Arayayım."
Çağın elini cebine atıp telefonunu çıkardı.
"Açmıyor lanet olsun."
Bir iki dakika aramayı bekledikten sonra küfrederek tekrar aradı.
"Hadi aç oğlum şu lanet telefonu!"
Çağının yanına gittim.
"Bizi burada bırakmaz değil mi?"
Çağın kafasını kaldırıp, telaş akan suratıma şaşırtıcı bir şekilde baktı.
"Sanmam ama sağı solu da belli olmaz onun.Çok dengesizdir.Ne oldu korktun mu?"
"Normal değil mi?"
Kaşımı kaldırıp,zorda olsa konuştum.
"Tabi ki haklısın."
Burnumu kavrayıp sıktı.O sırada Çağının telefonu çalınca açtı.
"Oğlum neredesin sen?!"
Çağının yanına gidip telefondan birazda olsa ne dediğini ummak adına sessizce ve dikkatlice dinliyordum.
"Ne demek şimdi bu?"
Çağın sinirle saçını geriye yatırıp sessizce küfür etti.Bende olayı anlamak için tek kaşımı havaya kaldırdım.
"Bekle lanet olsun arabanın içinde geliyoruz."
"Ne olmuş?"
Çağın sinirle telefonu cebine koyacakken girmeyince küfredip tekrar zorlayıp soktu.
"Bira almış dört beş kutu onu içiyormuş.Benim ehliyetim yok ve araba kullanamama fobim var.Hızlı ol çok tüketmeden yetişelim."
Çağın hızlı adımlarla arabanın olduğu yere doğru gidiyordu.Ben çok hızlı yürüyemezdim ve çevremdekiler onlara eşlik edemediğim için bana yakınıp dururlardı.Acele işi sevmezdim ve koşmaktan haz almazdım.Nefesim kesilirdi.Arabanın olduğu yere vardığımızda Çağın,Ardıç'ın olduğu kapıyı hızlı ve sertçe açıp elindeki altın renkte bira şiseni aldı.
"Birde bu sikik işin eksikti!"
Hızla yere doğru fırlattı.
"Ne yapıyorsun sen lan?!"
Ardıç keskin mavi gözlerini Çağın'a doğru kenetledi.
" Bana bak!Bizi şu lanet işe alet edip,sonra şu içkiyi zıkkımlanamazsın.Yani başladıysan doğru bitir!"
Elini arabanın üstüne koydu.
"Bitecek zaten şu siktiğimin işi!"
Konuşması biraz sarhoş olmaya doğru kayıyordu ve biz gelene kadar ne kadar içmişti kimbilir.
"İyi halt yedin!Benim araba kullanmadığımı biliyorsun fobim var."
Çağın sinirle arabanın üstüne elini vurdu.
"Sakin ol!"
Ardıç gamzesi belli olacak şekilde suratına bütün gülüşü yansıyıp gülüp,elini başına koyup okşamaya başladı.
"Bu vaziyette araba falan kullanamazsın!Arabanın içinde uyuyup güneşin yeni doğuşunu açılmasını bekleriz.Aklıma başka bir şey gelmiyor."
Çağın o kadar gerilmişti ki,bir yanı haklıydı da.
"İstiyorsan sürebilirim.Babam lazım olur diye öğretmişti."
"Yapabilir misin?Gideceğimiz yeri bilmiyoruz ama."
Çağın,Ardıç'ın yakasına sertçe tutup çekti.
"Şu durumlarından nefret ediyorum.Bencilsin lanet herif!"
Ardıç,Çağını itince,oda bir an kolumdan tutunmaya çalışınca yere sertçe düşüp,çenem Çağın'ın dizine sertçe vurdu.Acıdan inleyince,Ardıç hemen yanıma geldi.
"Iyi misin?"
"Nasıl olabilir?Senin yüzünden kızı düşürdüm."
Çağının da beli sertçe yere vurmuştu, dişlerini sıkıp yavaşça kalktı.
"Minik kuşum bir şeyin var mı?"
Başımı sallayıp,ağrıdan geberen çenemi hiçe sayarak yalan söylüyordum.
" Bana bak!"
Ardıç çenemi tutup hareketler yapıyordu.
"Acıyan yerin neresi?Yalan söylemeyi beceremeyen aptalsın!"
Mavi gözleri ve o kıvrık kirpikleri çok yakınımdaydı.Nefesim,göğüs kafesime eziyet ediyordu.
"Ne için sürükledin ki sen bizi buraya?Ne için burada yanındayız?"
Ardıç derin nefesi soluyup,nazikçe elini çenemden çekti.
"Şu lanet mektubu almaya."
"Ne dedin sen?!"
Çağın oturduğu yerden hiç canı acımamış gibi hışımla kalktı.
"Sen saçmalıyor musun yoksa bu bir kendini geliştirdiğin şaka falan mı?"
Çağın saçlarını iki yana çekti.
"Bak bu lanet mektubu alman senin için büyük hata anlıyor musun?Sana defalarca kez söyledim.Bırak lan şu mektubu!Kaldırabilecek misin?"
Çağın dağılmış olan ruhunu,içine hapsederek Ardıç'a bağırdı.
"Alacağım onu! sana baştan beri söylememiş miydim?"
Ardıç,yerdeki küçük taşı Çağın 'a doğru fırlattı.
"Bunun için hazır falan değilsin.Daha bu kız senin yüzünden Eray denilen şerefsizle mücadele verirken,sen o psikolojiyle yetebilecek misin?"
Çağın kafasını sallayıp gözünü kıstı.Haklıydı Eray nedenini bilmediğim neden dolayı intikam için kavurup yanıyorken,Ardıç'ın aciz oluşu onu çok kolay yenme kabiliyeti verirdi.Bütün bu olanların bitmesi için neler yapılabilirdi ki?Çaresiz olmaktan nefret etmiştim hep küçüklüğümden beri.
  "Ben sizi açıkta bırakıp hayata gözümü yumar mıyım?Sizi hayatınıza sorunsuz şekilde koyucağım ama benim ne yaptığımla ilgilenmemek şartıyla.Kısacası beni hiç tanımamışsınız gibi."
Bunu söylerken gözlerinin içinde yıkıntı baş kaldırıyor gibiydi.Gözleri bile bunu kabullenmiyor gibi,yasın kefenini giymişti. En kötü yerden başlayan hikaye,aslında en gerçekte hikayeydi.Düşündükçe zihnimde var olan sızıları,düşüncelerimin kaç kere daha ölüm yolunun kenarından beni izleyişini fark ediyordum.Benim için tek ve halledemediğim noktalardan biri umudun da bu kadar zalim oluşuydu.Ona baktığımda nefret vardı ve ben nefret duygusundan bile nefret etmek istemezdim sevmezdim çünkü nefret hissini.Gözleri hangi karanlığa büründüğünü bilmiyordum.Dudakları hangi gerçeğe kapalıydı.Kalbinde hangi mühürün izinden kan damlıyordu.Parmaklarını sıkıp gevşetti.
"Hadi son çok yakın ve sizde geleceğe çok  yakınsınız yavaş yavaş."
O sırada telefonum çalmasıyla ekrana arayan kişiye baktım.Eray'ın numarası ile bir kere daha ürperdim.Merak da ediyordum Eray'ın bu denli Ardıç'a olan öfkesini.
"Senden tek bir şey rica edeceğim.Ben senin için birçok şey yaptım."
Ardıç masmavi gözlerini bana kenetledi.
"Ne gibi?Şartları zora koşmayı da sevmem."
Kaşını havaya kaldırıp, burnunu sıvazladı.
"Eray'ın bu denli öfkesini ve neden beni bu şeye ittiği.Buna izin vermeni istiyorum tek isteğim karşılık olarak bu."
"Delirdin mi sen?Seni o şerefsize yem veremem.Bu benim meselem seni ilgilendirmiyor. Kendi ailene bak!Benim hayatımdan uzak dur!Onunla sonra ilgileneceğim!"
Söylediği kelimeler ölümcül müydü?Yoksa ben mi fazla melo dram içeren duygulara sahiptim?Bunu düşündüğümde zihnimde iki kere bocalamıştım.
" Hayır tek başına izin vermeyeceğim.Buraya kadar geldim.Hakkında azı ve çoğu dahil olan bir meselenin içindeyim ve ben bundan da rahatsız değilim."
Ardıç mavi gözlerini gözlerime usulca dikti.Bir konuşup susuyor gibi bakıyordu bakışları.Sanki nereden başlıcağını bilmiyor gibi birikiyordu bakışları.Dudakları hangi kayba gebeydi bilmiyordum ama hep içi bir şeylere yarım ve eksik gibiydi.
"Nasıl rahatsız değilsin?"
Bunu söylerken sanki çok hızlı koşup aniden durup soluk soluk nefesi içine armağan bilen edayla,çok sakin bir şekilde söylemişti.
"Seninle olan şeyler beni huzursuz etmiyor.Beni bunları bilmemek daha fazlası olmaması rahatsız ediyor."
Ardıç keskin mavi gözlerini kahvelerime kenetledi.
"Bu kadarını kaldırabileceğini zannetmiyorum.Bak aslında bünyen zayıflığı,duygusallığı kaldırabilecek güç yok.Senin bünyen çok hassas.Duygu yoğunluğu kontrolsüz bir şekilde var.Üzgünsen dibine kadar,mutluysan da öyle. Ki bunun sonunda mutlu bir duygu yok.Sana bir şey olmasına izin veremem."
Ardıç uzun kumral saçlarını geriye doğru yatırdı.
"Bu benim en son isteyeceğim şey minik. İlâhi güç  bile istemiyor cennetinde şeytanı o yaratmasına rağmen anlayabiliyor musun?"
Dudakları bu kelimeyi kaç kere öldürmüştü bilmiyordum ama acı bile bu bedeni tüketmeye yetmiyordu.O kadar keskin bakıyor ve konuşuyordu ki adeta nefesimi kesiyor gibi hissediyordum.Gözlerime bakınca ne hissettiğini deli gibi bilmek istiyordum ama içimdeki ruh,duygularımı her zaman kendi iradesine doğru  savurup duruyordu.
"Ben Cehenneme aşığım biliyor musun?"
Ardıç kumral kaşlarını çatıp,gözlerini usulca kırparak bana baktı.Böyle yapınca kıvrık kirpikleri daha belirgin bir hal alıyordu.Elini geriye doğru salladı.
"Ateş acımaz yakar canı bir kerede aniden küle çevirir.Yavaş yavaş öldürmez zalimdir hayat gibi. Senin o tatlı canının yanmaya alışkın olduğunu zannetmiyorum minik."
O esnada söylediği kelimeye karşı,kaşlarım istemsizce gerilip çatılmıştı. Aslında bu durum beni gergin etmesiyle beraber, sinirli bir hale sokması gerekirken Ardıç'tan çok daha sakindim.Aslında soğuk kanlı biri değildim.Olayları kafamın büyütmesine alışık bir durumdaydı duygularım.
"Neyse daha yapacağımız çok iş var.Sonra şu Cehenneme tekrar dönüp şu lanet okulu bitirmeliyiz.Hadi gidelim."
Yaslandığı yerden kalktı.
"Bu kadar basit öyle mi?Uğruna mücadele verdiğimiz bu bataklık?"
Çağın yutkunmadan, gözlerinde kasvetli bir duygu yoğunluğu varmış gibi sisli bakıyordu.
"Bu kadar kaçarak yaşamak?Ya da çalışmak her neyse."
Eliyle ağzından çıkan cümleleri kovalıyor gibiydi.
"Bir mektubu al ve işi bitir.İçinde ne haltlar içeren bir düzmece varsa."
"Yeter!"
Ardıç o kadar çok bağırmıştı ki,onu ilk defa bu kadar sinirli ve agresif görüyordum.Aslında bir kıvılcımı bile yoktu ateşi ortaya çıkarmak için ama düşüncesi aklıma vurduğunda yutkunmam zorlaşıyordu.Olacaklar hiçbir şekilde aklıma sığmıyordu halbuki bu kadar derin ve genişken. Mavi gözleri,kahvelerime kenetlendi.
"Korkuttum mu seni?"
Hangi vaziyetteydi bakışlarım bilmiyordum ama tek dert ettiği benim korkup korkmam olmamalıydı.Elini havaya kaldırıp,yüzüme dokunduracakken eli bir an suretini yavaşlatıp,yüzümün kıyısından geri dönmüştü.Yakından gözleri çok daha açık bir mavilikteydi ve denizlerin insanları neden boğduğunu şimdi anlıyordum.Derin nefesi içime çekip zihnimi toparlamaya çalıştım.
"Hayır."
Boğazım neden acıyordu bilmiyordum ama yutkundukça yakan bir his vardı.
Acı tek başına eylem değilken,içimin kör intiharını ben gördüm diyordum. Zihnim uyuşmuş gibiydi,aklım nasıl bir düşüncede kendine kördü.İnsan kendine ne denli bu kadar uzak veya yabancı olabilirdi ki?Iyi miydim?Ben iyi hissetmeyi hakettiğimi bile düşünmeyen bir insandım.Bir çok şeyi affedip kendime dert edinmiş,hep kendi kendimin ateşi olmuştum kimsenin umrunda bile değilken.Ardıç ağır adımlarla bana doğru geliyordu, gözlerim siyah botlarına takılıyordu.
"Bir şey mi var?"
Kafamın içinde sadece sesi dönüp duruyordu.Zihnim uyuşuk vaziyette acıklı bir melodinin hüznünü veriyordu duygularıma.
"Hayır."
Geriye doğru adım attım.Bedenim şu an ne yaptığına dair en ufak fikri sergileyemesede,kendini kurtarmak istediği her halinden belliydi çünkü bedenim bile benden yorulmuştu.Ruhum,bu bedeni terk etmek için elinden gelen her türlü acıyı damarlarıma veriyordu.Ruhum,beni suçlayıp duruyordu.
"Minik neler oluyor açıklar mısın?"
Kafamı salladım.O esnada gözlerim istemsizce doluyordu.
"Arsen iyi misin?"
Çağın yanıma gelip,önüme düşen saçımı geriye doğru attı.
"Lütfen soru sormayın."
Ardıç'ın keskin mavi gözleri kahvelerime odaklanmıştı.Aslında o  kadar keskin bakmıyordu sanki gözleri bu tabloyu görmek istemiyor gibiydi.
" Seni böyle görmek istemiyorum.Güçlü oluşunu seviyorum.Ağlaman için hiçbir sebep yok kes ağlamayı!"
Sinirlerim boşalmıştı ve ben sinirlendiğimde ağlamama engel olamıyordum.O sırada aniden gülmeye başlamıştım.Hem ağlıyor hem gülüyordum. Gözüm,kendini küçümseyici bir şekilde bana baktı.İşaret parmağım tam göğsümün olduğu yeri hedef aldı.
"Beni güldürme öyle kolay  değil. Ben kandırılmayı sevmem."
Ardıç gözlerini devirip, ellerini boynuna götürdü.
"Sana sabretmem gerek."
Sigara kokan nefesi yüzüme çarptığında, söylediği cümlenin etkisi kaşlarıma refleks olarak çakılmıştı.
"Hangi konuda?"
Konuşmamız nasıl hal alıyordu bilmiyordum ama ne anlatmak istediğini bilmek istiyordum meraklı olmak küçüklüğümden beri gelen belalı bir huyumdu. Genelde bunun sonu kavga ile biterdi ve hep ben herkesin herşeyine karşı susup,kelimeleri daha aklıma sezdirmemiştim.
"Çok dik kafalısın sana ulaşmak çok zor bir şey anlatırken bile."
Alnıma sertçe vurup duruyordu.
"Canımı yakıyorsun!"
Kahverengi gözlerim ona doğru sertçe çakıldı.
"Şu kavgayı bırakıp gideceğimiz yere varsak artık sabrım kaygımı yemek üzere."
Çağın yaslandığı duvardan belini hızlıca kaldırdı.
"İyi fikir."
Oturduğum yerden sertçe kalktım.Arabaya doğru yavaş adımlarla ilerliyordum.Ardıç'ın çocukluğu geçtiği sokaklara ayak atmak tuhaf hissettiriyordu.Içimde bir yanda ölmek için sevinen ama bir günlük yaşama ölüme bu kadar yakın olan kelebeğin acısı vardı.Orada bir yerde acım kendine başka bir arkadaş ararken bulmuş gibi heyecanlı bir şekilde karşılıyordu ruhumu.
Hayatım da iyiye dair çok az iz vardı.Bu da rüyalarımı kötü yaparken,duygularıma sağır bırakıyordu.Cehennemi terkeden şeytanın kötülüğü istememesi gibi,Cehennemi seçen şeytanın cennette huzur bulacağına inanıyordu umudumun her yanı.Çok fazla kayıp vardı.Çok fazla da ben vardı ama tek gibi hissettiriyordu. Arabanın arkasına usulca geçip oturdum.Gözlerim ilk defa cama bakmadan sadece ön camın yoluna doğru bakıp,hissizliğimi aklıma angaje ediyordum.Ardıç'ın gözleri dikiz aynasından gözlerime takıldı.O an gözlerimi ondan kaçırıp kendimi dinlemeye devam ediyordum.Ara ara dikiz aynasına bakınca Ardıçta oraya bakıyordu sanki gözlerini benden almak istemiyor gibiydi.Çağın kafasını cama yaslamış eliyle bir şeyler çiziyordu cama.
"Neden bu kadar düşüncelisin?Zihnin şu an can veriyormuş gibi?"
"Hiç."
Düşündüklerim bu kadar basit değildi.Düşüncem zihnimi lanetliyordu şu an.
"Doğru söyle artık bilirsin kaçamak cevaplar canımı sıkar."
Aynadan keskin mavi gözleriyle bana bakıyordu.
"Gittiğin şehire ayak basmak çok tuhaf.Yani o kaldırımlara yabancı olarak ayak basmıyormuş gibi hissediyorum. "
Ardıç hiç gözünü ayırmadan bana bakıyordu.O sırada korkudan içime düşen sıcaklık ve ellerim titremesi eşlik ediyordu.Sinirlenince ve tedirgin olunca oluyordu genelde.
"Ne gibi his?Tanıdık olan ne ki?"
Gözlerini benden ayırıp yola dikti.Nahoş bir şarkı çalıyordu.Çağın şarkının sesini açıp kafasını cama yasladı.Ardıç o kadar haklıydı ki,bana tanıdık gelen bir şey ortada kaybolup yok olmuştu.
"Şey..."
Boğazım o arada çok kurumuştu ve gözlerim bir yerde de su şişesi arıyordu.
"Sanki ben hep ordaymışım gibi ama gerçekte değil ya hani."
O esnada gözlerime uyku akın etmek istiyordu.Esneyerek saçlarımı düzelttim.Şu an ruhumu tekme tokat dövüyor gibiydim.
"Ama hiçde yoktun. "
Ardıç yurkunup direksiyonu sertçe kavradı.
"Olmasını ister miydin?"
Zihnim koca bir anın gerisinde bu cümleyi kendi alevine köz olarak atıyordu.Cümleler bir yerden sonra kendi benliğini oluşturmak için ruhumun hırsızlığına başvuruyordu.
"Bilmek için çok geç."
Çağın kafasını çevirip bana öylece sessizce bakınca bende ona baktım.Bir şey demeden tekrar aynı yere çekildi.
"Plan ne?"
Çağın sanki bir tek bunun için mücadele verilmesini gerektiğini düşünüyordu.
"Babamın ofisine girip annemle ilgili olan evrak çantası vardı.Oraya bir göz atmak istiyorum bunu tek başıma yapamam ayrıca Ural'la küçük sürprizim var."
Çağın o sıra hızlıca radyonun sesini kısıp,kaşlarını çattı.
"Ural'a görülmeyi düşünmeyi planladım deme sakın!Sikeyim bazen seni çok iyi tanımasam diyorum daha az kafayla yaşardım."
Çağın elini o kadar çok sıkıyordu ki,sanki şu an canı yerinden fırlayıp Ardıç'a yumruk atacaktı.
"Biliyor musun? gideceğim yer senin varacağın yere de varıyor.Hatırlat seni orada bırakayım tüm her şeyi kapatarak seninle ilgili."
Ardıç keskin mavi gözlerini bir an Çağın'a doğru uzattı.
"Kusura bakma sana yardım etme sözü verdim bundan cayamam yapım bunu kaldırmaz."
Ardıç gülmeye başladı.Onu bu kadar içten gülerken yakalıyordum.
"Vay! Bari sen hayat borcu meselesi yükleme omuzlarıma, yüküm zaten çok ağır."
Kafasını sallayıp dalga geçer gibi gülmeyi yüzüne beden ediniyordu.
"Şakayı bırak durum ne kadar ciddi farkında mısın?Neler olacağına dair hiçbir fikrim yok."
"Görmek için gidiyorum.Gözlerim bu hikaye kör kalmayacak bu sonu görmeye ihtiyacım var.Iyileşeceğime inanıyor bir yanım.Annem de bunu bilmeyi isterdi.Babam yüzünden hiçbir halt söylemedi anlıyor musun?!"
Ardıç ellerini kumral saçlarının arasına gezdirdi.Öyle usulca okşuyordu ki,sanki kendini o an rahatlatıyor gibiydi.Dikiz aynasından mavilerini görünce,bakışlarımı ondan kaçırdım.
"Minik seni yaşadığın semtin sokağına götürmek istiyorum."
O sırada bakışlarım hızlıca aniden fren yapmış gibi ona dikildi.
"Ne?Hayır!"
"Neden hayır?Hiç merak etmiyor musun?"
Kafamı şok geçiren tarafımla ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum.
  "Lütfen bak buna hazır felan değilim."
Bir an ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.
  "Merak etme seni gören kimse olmayacak!"
Kafamı cama sinirle çevirdiğimde gördüğüm şeyle çığlık atınca Çağın kafasını bana çevirdi.
  "Minik!Ne oldu  iyi misin?"
Yutkunamayıp aniden arabayı durduran Ardıç'a baktım.

İPE ASILAN HAYATLAR (DÜZENLENİYOR)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin