4.BÖLÜM | ● YARALI KALPLER

4.5K 448 295
                                    

Bengü - Unut Beni 🌹

"Gözleri gözlerime değince felâketim olurdu, ağlardım," diyen Atilla İlhan'ın mısralarındaki çaresizlik iliklerime kadar sızıyordu. Dönülmesi en zor yerin bir insanın gözleri olduğunu bilmezdim, az önce öğrendim. Bazen acıta acıta, bazen kanata kanata ruha derin imzalar atan seçimlerimin sonuçları hüsrandı. Yüzüme kapattığı her kapının arasına elime koyabilirdim. Ama göz kapakları bir kez kapanırsa bana, ömrümü versem de daha açılmazdı artık.

Gözleri gözlerime yetebildiğince değerken, varlığım soyutlaşarak yok oldu. Bir buz tabakasını andıran bakışları felâketti. Hissiyatsız duruşuyla zihnime hasarlı düşünceler bırakırken, ağır ağır ona doğru yürümeye başladım. Ne gitti ne de kaldı. Sadece bedenen karşımda öylece duruyordu. Aramızda birkaç adım kalacak bir mesafede durduğumda ayakta kalmakta zorlanıyordum. Etrafımızdan sürekli birilerinin geçip gittiğinin bilincindeyken, bakışlarım onda tutuklu kaldı. Okyanus sığdırılmış göz bebeklerinin etrafı hafif kırmızımsı bir renkle gölgelenmişken, yorgun gözüküyordu.

Sana geldim.

Hayır, aslında senden hiç gidemedim.

Uzun zaman sonra karşısında böylesine dururken, öylesine bakışı kuvvetli bir zehir gibi hızla kanıma karışarak beni zehirlemeye başladı. Yaralandım, parçalandım, dağıldım. Ölmek istedim... Tüm bunları sadece bakışlarıyla yapabilen kişi, gülünce kışımı yaza çeviren Ege'mdi. O, hep güzel gülerdi fakat ben ona acıdan başka bir şey vermedim.

Keşke o gece kollarında uyuyakalsaydım. Herkes uyuyakladığımı sanırken, aslında sana kaldığımı kimse bilmeseydi...

Arkasını dönüp de bir iki adım atmıştı ki, gidecek korkusuyla, ne hakla olduğunu bilmeden bir anda kolunu tuttum. Bedeninin kasılışını tüm hücrelerimle hissederken, yüz hatları bir an bile kendinden taviz vermeyerek sertleşti. Dişlerinin baskısı çene kemiğini ortaya çıkarmış, yanaklarını bir miktar içeri çökertmişti. Parmaklarım önce tek tek gevşedi, ardından tamamen boşluğa düştü. Parmaklarımı içe doğru büküp avcuma gömerken oluşan yumruğumu kalça hizamda sakladım. Dilim lâl olmuştu, ne söylenir hiç bilmiyordum. Aramızdaki kifâyetsizliğe ne bir merhaba yaraşırdı, ne de bir nasılsın... Hemen bir adım önümde ama aslında çok uzağımdaydı.

Gözleri gider gibiydi.

"Gitme," dedim titreyen bir serzenişle. İlk kez konuşan birini görüyormuşçasına, büyük bir ilgiyle, hareketlenen dudaklarımı takip etti. Takındığı zırh öyle dirençliydi ki hiçbir duygu belirtisi göremiyordum. Neler düşünüp neler hissettiğini deli gibi merak ederken hem de. Her an kollarına atılıp sımsıkı sarılma isteğiyle dolup taşıyor, aynı zamanda da kırık bir hisle sarsılıyordum. Ondan bir şey istemeye hakkım olmadığını çok iyi biliyordum. Bu, benim her daim yenileceğim bir konuydu artık.

Başımı bir anlığına başka bir yöne çevirip sessiz olmaya çalışarak burnumu çektim.

Sessizliğimi almıştı, ödeşiyor muyduk ne?

Gözlerini etrafımızda gezdirip, tüm olağanca sessizliğiyle, tekrar bana baktığında düz çizgi hâlindeki dudaklarını aralayacak gibi oldu. Üstelik bir değil, birkaç defa... Boğazında yumru gibi dizilen cümlelerinin olduğundan emindim. Kimbilir yüzüme haykırmak istediği ne çok şey vardı. Ah o sesi, bir konuşsa keşke! Ne çok özlemiştim onun ağzından bir şeyler duymayı. Ama yapmadı, konuşmadı. Kafasını ağır bir dağılmışlıkla iki yana sallayıp yürümeye başladı. Hızlıca birkaç adım atıp onu durdurmak istedim. Fakat bu fikir birkaç saniye içinde kendi kendini imhâ etti. Beni görmek ya da duymak istemiyordu. En acısı da haksız olmayışıydı.

KÜL ADA'M & KÜL DÜĞÜMÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin