"Yani hepsi bu kadar, öyle mi Angie?" Clara kaşlarını beni sorgularcasına kaldırdı. "Evlerine gittin, oradan bara gidip Sophia'yı aldınız ve kızı evine bırakıp Matt'in evine döndünüz. Sonra da ailenle kendi evine gittin. Hikayenin sonu. Doğru mu anladım?"
Tezgahın öbür yanında önlüğümü giymiş halde tezgahı silerken gergince başımla onayladım.
Tamam, Matt'le öpüşmemiz gibi bazı detayları atlamış olabilirdim. Ama onun dışında her şey anlattığı gibiydi.
Dün gece arabadaki gergin sessizlik içinde Sophia'yı evine götürüp yatağına yatırmıştık. Zırvaladığı birkaç kelimeden anladığım kadarıyla anne babası şehir dışındaydı ve bu yüzden ev boştu. Çok fena sarhoş olması konusunda sorun çıkmamıştı. Ayrıca kusmadan uyumasına sevinmiştim.
Eve dönüş yolunda Matt'le zorunda kalmadıkça tek bir kelime etmemiştik. Gözleri hep yolda, gergin elleri boğmak ister gibi sıkıca direksiyonun üzerindeydi. Soluduğu havadan gerginlik yayılıyordu sanki. Benim halim da ondan pek farklı değildi gerçi.
Söylenecek söz yoktu. Ona ne zaman baksam dudaklarım karıncalanıyordu.
O an hayatımın son birkaç haftada nasıl değiştiğini düşünüp şaşırmıştım. Artık James vardı, Starbucks'taki haftanın beş günü part-time işim vardı, kazanmam gereken ama bu konuda henüz pek de bir şey yapmadığım bir iddia vardı. Matt vardı.
Yani, Matt hep vardı, ama böyle yoktu işte. Eskiden Matt'in iğnelemeleri vardı, dalga geçmeleri, alaylı gözleri ve sözleri, kavgalarımız, çapkınlıkları, beyzbolu, benden yediği yastıklar...
Şimdi ise tek düşünebildiğim dudaklarıydı.
Ve bu düşünce beni felakete sürükleyebilirdi.
Onun evine döndüğümüzde anne babalarımıza okuldan arkadaşlarla hamburger yediğimize dair bir şeyler gevelemiştik. Sonra Matt odasına çıkarak gözden kaybolmuştu. Saat zaten geç olmuştu, bu yüzden ben ve anne babam da hemen kalkıp evimize dönmüştük. Oyalanmadığımız için memnun olmuştum. Düşünmek için zamana ve yalnızlığa ihtiyacım vardı çünkü.
Kasadaki Luke, "Bence bir şeyler gizliyor," deyip sinsi sinsi sırıtınca gerçek dünyaya döndüm.
Gözlerimi büyütüp ona el havlusu fırlattım.
"Boşuna ortalığı karıştırmayı kes!"
Havada yakalayıp omuz silkti.
"Tepkine bakılırsa belli ki boşuna değil."
Clara kahve bekleme tezgahına kollarını dayayıp eğildi. Kızıl saçları yüzünün iki yanına döküldü.
"Bir şey gizliyorsun Angie," diye fısıldadı.
Luke dibime girip, "Bence de," diye ekledi.
"Bizi kandıramazsın."
"Gerçeği istiyoruz."
İkisi bir ağızdan, "İtiraf! İtiraf!" diye tezahürat yapmaya başladı.
Gerileyip kaşlarımı çattım. "Beni rahat bırakın, Tanrı aşkına!" diye tısladım. "Anlatacak bir şey yok!"
Ne Clara'ya, ne de Luke'a hiçbir şey söylememeliydim. Ancak ne yazık ki partide Matt'le öpüştüğümü biliyorlardı.
"Emin misin, Angie?" dediler bir ağızdan.
Bu iş gittikçe daha korkutucu bir hal alıyordu.
Luke birkaç günde ikimizin de arkadaşı olmuş, sırlarımızı açtığımız biri haline gelmişti. Öyle ki Clara ve Luke senkronize konuşmak gibi beceriler kazanmışlardı. Bu da biraz korkutucuydu aslında.
Tezgahın altından yeni iki yeni süt kutusu çıkararak zaman kazandım. Konuyu değiştirmek iyi olacaktı.
"Clara," dedim sonra. "İddiayı kazanmak için bir haftam kaldı ama hala o boxerı alamadık, farkında mısın?"
Clara ve Luke bakıştılar. Clara'nın gözlerine sinsi bir parıltı yerleştiğinde konuyu yanlış bir şekilde değiştirdiğimi anladım.
"Hatırlattığın iyi oldu. Sen o işi bana bırak," dedi sırıtarak.
Kesinlikle çok yanlış bir şey yapmıştım.
*
"Clara," dedim sakince. "Hayatta olmaz."
"Olur," dedi kelimeyi uzatıp göz kırparak.
Gelecekte pazarlamacı olursa çok başarılı bir kariyerin onu beklediğini görebiliyordum.
Elinde tuttuğu iki parça kıyafete tekrar baktım.
"Mümkün değil."
"Gayet mümkün."
"Ancak cesedime giydirebilirsin bunları!" diye patladım.
"İşin o dereceye varmamasını umuyorum," dedi yüzünde kendinden emin gülümsemesiyle.
Kıyafetleri ısrarla yüzümün önünde sallamaya devam etti. Önce koşarak soyunma odasından kaçmayı düşündüm ama peşimden gelip beni yakalayacağından emindim. Clara sizden bir şey yapmanızı istediyse, o şeyi ya yaparsınız ya da yaparsınız.
Boynumu büküp elindeki kırmızı spor sütyenini aldım.
"Ama bu çok kısa!"
"Biliyorum."
"Ve kıpkırmızı, çim sahada trafik ışığı gibi duracağım!"
Kıkırdayarak ellerini çırptı. "Harika, değil mi?"
"Çok fazla dikkat çekecek," dedim ağlayacak gibi çıkan sesimle.
"Amaç bu zaten Angie!" derken beni omuzlarımdan tutup sarstı. "İddiada ne kadar süren kaldı?"
Dudağımı büktüm. "Bir hafta. Belki altı gün."
"Kazanman için ne yapman gerekiyor?"
"James'in sarı boxerını alıp Matt'e götürmem."
"Boxerı alman için ne yapman gerekiyor?"
"James'in evine gitmem?" dedim sorar gibi.
"Peki James seni hiç evine davet etti mi?"
İç çektim. "Hayır. Henüz."
Doğru yolda olduğunu bilerek sırıttı ve kızıl saçlarını omzundan geriye attı.
"İddiayı kazanmayı hala istiyor musun?"
Ona suratımda kocaman bir ikilemle baktım. Elbette istiyordum kazanmayı ama siyah taytın üstüne kırmızı spor sütyen giyerek beden dersine gitmek gerçekten aşırıydı. Koçtan ceza bile alabilirdim. Ayrıca dersteki tüm öğrencilerin gözünde kötü bir imaj yaratacaktım. Kırmızı sütyenle sahaya çıkarsanız yani...
Kazanırsam Matt'e ağda yapacaktım. Kaybedersem PS4'üm ve tüm oyunlarım Matt'in olacaktı.
Ve bu gidişle kaybedecektim.
Ahlaki ikilemimden sıyrılıp başımı sallayarak onay verdim.
"Ama," diye ekledim. "İddia James'le çıkmak üzerine. Sadece evine gidip boxerı almak bir işime yaramaz."
Dudaklarını büzerek başını sallarken yüzünde düşünceli bir ifade belirdi. Sonra elini sallayarak düşünceleri savuşturdu.
"Onu sonra düşünürüz, tamam mı? Nasıl olsa bir haftan daha var."
Omuz silkip soyunma kabinine yürüdüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlıkta
Teen Fiction⭐️ Wattys 2019 "Genç Yetişkin" kategorisi kazananı! ⭐️ • "Çünkü bazı hataları unutamıyorum." Mırıltısı tenimi yalayıp geçerken tüylerim ürperdi. "Hiç olmamış gibi yapamıyorum." • Matt yakışıklıydı, zengindi, okulun beyzbol takım kaptanıydı ve popüle...