Bölüm Otuz Beş: Aptallık etme!

6.5K 410 46
                                    

Kısacık bir bölümden selamlar. Sınav haftası başlamış bulunmakta bebekler. Bu bölüm sonrakinde yaşanacakların fragmanı gibi oldu biraz. Ama sonrakinde bayağı eğleneceğiz 😈

İyi okumalar!

"Saçmalama!" diye tıslayarak elimdeki bardağı çekiştirdi Clara.

"Saçmalayacağım!" diye geri tıslayarak bardağı tüm gücümle kendime çektim.

"Bunu yapmayacaksın!"

"Yapacağım! İzle ve nasıl yapıyorum gör!"

Zavallı bardağı iki yandan çekiştirirken Clara bana ölümü çiğnemeden asla! der gibi baktı ve, "Aptallık etme!" diye haykırdı.

"Edeceğim!" diye haykırarak yanıtladım onu. "Yeter artık! Daha fazla kaldıramıyorum!"

Biraz hızlı bir giriş oldu sanki, değil mi?

Pekala. Kafanızın karışmaması için şu anı donduracağım ve size son on beş dakikayı, nasıl delirdiğimi anlatacağım.

Matt sözlerimin ardından orayı terk ederek James'le beni baş başa bıraktığında, James'e kusura bakmamasını, Matt'in yıllardır arkadaş olmamamızın getirisi olarak benim sağlığımı ve iyiliğimi çok önemsediğini, hatta hasta olduğumda bana bizzat kendi elleriyle nane limon kaynattığını anlatmıştım. Bacağım çizilse bile Matt'in endişelenip beni hemen en yakın hastaneye götürdüğünü, çünkü arkadaşlığın böyle bir şey olduğunu da eklemiştim.

Yalan üstüne yalan.

Bu hikayenin gerçek versiyonunu duymak isterseniz, tam olarak şöyle olmuştu: Geçen sene, Matt ve ben on altı yaşındayken, bir gün okul çıkışında bahçede bir çocukla çarpışmıştım. Romantik bir şey olduğunu falan zannetmeyin sakın. Yere düştüğüm için dizim sıyrılmıştı. Çocuk ise bana, ben ona kasten çarpan ve ilgisini çekmeye çalışan bir hayranıymışım gibi tuhaf tuhaf bakmıştı. Ben de ona küfretmiştim. Bu kısımla pek gurur duymuyorum.

Çocuk bana yine tip tip baktıktan sonra uzaklaşmıştı. Ben ise artık dizimdeki yara mikrop falan kapar mı diye endişelenmeye başlamıştım çünkü epey kanıyordu.

O sırada Matt, yanında bir kızla okuldan çıkmak üzereydi. Ben de denize düşen yılana sarılır diyerek ondan, hayatımda ilk defa, yardım istemiştim çünkü arabası vardı ve beni eczaneye götürebilirdi.

Kötü bir fikirdi.

Matt, suratında o ben lisanslı bir pisliğim sırıtmasıyla bana bakmıştı. "Çok isterdim, Malefiz," demişti gözleriyle yanındaki kızı imayla işaret ederek. "Ama maç var işte. Belki başka sefere."

Göz kırpıp kızla beraber uzaklaşmıştı.

İşte, hikayenin orijinali buydu.

Size sadece tek bir anımızı anlatınca bile Matthew Allen'ın gerçek yüzü ortaya çıkmıyor mu?

Her neyse. James'e böyle şeyler sallamıştım işte.

Bu dünyada hiç mülküm yoktu ama cehennemden arsa almaya son hız devam ediyordum.

James'e tek ayak üstünde elli tane yalan sallamak beni biraz yıpratmıştı elbette, ama delirmemin sebebi tam olarak bu sayılmazdı. Bu sadece bardağı taşıran son damlaydı.

Bugün o kadar çok şey yaşanmıştı ki, muhtemelen bunların hepsinin aynı gün içinde olduğunu ve benim size çok uzun bir süredir son on iki saati anlatmakta olduğumu unuttunuz. Ama öğle yemeğinde beyzbol takımının arkasına kaynak yaptığımdan beri aynı günü anlatıyorum.

Son duruma bakıldığında, özet şöyleydi:

1- Matt'ten hoşlanıyordum.

2- James benden hoşlanıyordu.

3- Matt benimle oyun oynamaya devam ediyordu.

4- Sophia dehşet saçmak üzereydi.

5- James'le yarın ders çalışmak için buluşacaktık ve boxerı almak için iki günüm kalmıştı. Ya alacaktım, ya da PS4'üm ve oyunlarım Matt'in olacaktı.

6- Eve döndüğümde annem bağırsaklarımı deşecekti.

Sevgili Tanrım, lütfen sen söyle: Delirmekte haksız mıydım?

Bir insanın başına on iki saat içinde bu kadar çok şey gelemezdi. Gelmemeliydi.

Şimdi, neden o kahrolası şeyi içeceğimi anladığınıza göre, kaldığımız yerden devam edelim.

Clara, "Başımızda ayyaş bir Sophia var zaten, bir de ayyaş bir Angie'ye izin vermeyeceğim!" diye bağırdı.

"Senden izin isteyen olmadı zaten!"

Clara plastik bardağı yine tüm gücüyle kendine çekti. Bunu yaparken benim de kendime çekeceğimi düşünmüş olmalıydı çünkü bardağı aniden bıraktığımda Clara çığlık atarak yere devrildi ve tüm içecek üzerine döküldü.

"Angie, seni geberteceğim! Yemin ederim ki yapacağım bunu!" diye haykırdı yattığı yerden, ıslanmış tişörtüyle.

Ona masum bir bakışla öpücük attım. Sonra da, kalkıp beni durdurmasına kalmadan yanımdaki içki masasından başka bir alkollü bardağı kapıp kafaya diktim.

Bu şey yakıyordu. Size o kadarını söyleyebilirim.

Düşman ayağa kalkmak üzereydi. Elimi çabuk tutmak zorundaydım. Boğazımın delindiği hissini görmezden gelip ikinci bardağımı birkaç büyük yudumda zorla içtim.

Bardağı masaya bıraktım ve öne eğilip öksürdüm. Kusmam gibi bir ihtimal yavaş yavaş ufukta belirmeye başlamıştı.

Arkamdan Sophia'nın sesi geldi.

"Parti mi yapıyoruz? Ben de varım!"

O da kırmızı bir bardağı kaptı. Boğazımın acısına katlanamayarak yutkundum. Gözlerim yaşarıyordu. Üçüncü bardağımı masadan aldım ve tokuşturup beraber kafaya diktik.

Sophia inler gibi bir ses çıkardı. "İhtiyacımız olan şey tam da buymuş!" dedi sırıtarak.

Clara, üstüne dökülen bardağı kapıp kafama fırlattı.

Boğazımın acısı azalmış gibiydi. Alkol cidden etkili bir şeydi, ya da ben iki yudumdan sonra gözüne perde inenlerdendim. Sanırım ikinci şık doğruydu. Clara'ya sırıttım. Üstüme bir savsaklık gelmeye başlamıştı. Yüzüm uyuşuyordu.

Sophia'ya döndüm.

"Bu kadar sorun yeter," dedim sırıtarak. "Artık biz eğleneceğiz!"

KaranlıktaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin