Bölüm Otuz Bir: Yakalandın, Malefiz. (Part 1)

6.7K 499 35
                                    

Ayda bir uğrayan yazarınız geri döndü *swh*

Yine, yeni, yeniden çok bekletmiş olabilirim. Bol bol özür, çok çok öpücükler yolluyorum ;)

Bu şerefli bölümde daha çok olay olacaktı ama bitiremeyince ikiye böldüm. Bu da ilk kısım. Umarım beğenir, oylar ve beni yorumlarla şımartırsınız :D Ayrıca lüüüütfeeenn Karanlıkta'yı arkadaşlarınıza önerin. Bir senede bu kadar az okunma moral bozucu :(

İyi okumalar! ;)

*

Benim doğru kararlara alerjim olduğunu şimdiye kadar çoktan anlamışsınızdır.

Beynimin mantıklı çalışan bir kısmı vardı. Gerçekten. Ama o zavallı kısım, başımı derde sokmaktan başka bir işi olmayan öbür şeytani kısım tarafından devamlı olarak bastırılıyordu. Ben de gidiyordum ve yaparken çok da yanlış görünmeyen ama sonrasında başımı duvarlara vurmama neden olan eylemlerde bulunuyordum.

Bunları size neden mi anlattım?

Çünkü elimdeki fosforlu boya toplarıyla Matt'e arkasından yaklaşırken tam da bu tip bir eylemde bulunmak üzereydim.

Kafamı kesip kazığa geçireceğini biliyordum. Ki bu en iyi ihtimaldi çünkü acısız bir ölüm olurdu. Söz konusu intikam olduğunda Matt Allen daha çok süründürme taraftarıydı.  İtiraf etmem gerekirse bu huyu onu hep daha korkutucu bir rakip yapmıştı.

Yine de ölmek vardı, dönmek yoktu.

Gerçi düşündükçe sonuçlar beni daha çok korkutuyordu. Başını eğmişti ve sadece sırtını görebiliyordum ama telefonundaki bir şeyle ilgilendiğini anladım.

Ah, çok güzel bir sırtı vardı.

Sol elini açık kahverengi saçlarından geçirip onları dağıttı ve ensesini ovuşturdu. Bu hareketleri ayna karşısında çalışıp çalışmadığını merak ediyordum. Yani mesela Luke yapsa hiç de böyle karizmatik durmazdı.

Elimdeki pembe boya topunu yavaşça havaya atıp tuttum. Festivalde Matt'le bizim durduğumuz yerden on beş metre kadar uzakta insanlar birbirlerine bu topları fırlatmaya başlamıştı. Ama Matt'in dünyadan haberi yok gibi görünüyordu. Orada öylece duruyordu ve bembeyaz tişörtü beni inanılmaz cezbediyordu. Dişlerimi gıcırdatıp iç çektim. Cesaretimi bir türlü toplayamıyordum.

Birkaç saniye sonra Matt'in yanına uzun boylu, bronz teni pırıl pırıl parlayan bir kızın geldiğini gördüğümde kaşlarım yavaşça çatıldı. Kızın yüzü bana dönüktü ve mükemmel dudakları baştan çıkarıcı bir gülücükle kıvrılmıştı. Matt'in tüm kızları istemeden bile kendine çektiğinin farkındaydım ama bu durumun canlı bir örneğini görmek apayrı bir deneyimdi.

Saçlarının uçlarını birkaç ton açtırmış olan kız Matt'e bir şey söyleyip güldü. Matt başını ona çevirdi ve telefonunu cebine attı.

Elimdeki boya topunu sıktım.

Bir erkek sesi, "Tam zamanı," diye kulağımın dibinde fısıldadığında ciyaklayarak sıçradım.

Isaac başını omzuma doğru eğmişti. Gözleri Matt'teydi. Yüzünde heyecanlı bir ifade vardı.

"Öcü gibisin," diye homurdandım.

"O topu attığın zaman sen de ölü olacaksın. Hadi!"

Otuz iki diş sırıtmasına yandan bir bakış atıp tekrar Matt'e ve parıldayan kıza baktım.

Yap Angie. Yapabilirsin. Yeterince hızlı koşarsan belki hayatta bile kalırsın.

Mantıklı olmak gerekirse, çocuk haftada beş gün antrenman yaparken ben evde kıçımı büyütüyordum. Ondan hızlı koşmam biraz ütopik bir fikirdi.

KaranlıktaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin