Bölüm Otuz Dokuz: Artık daha inançlı biri olacağım. Yani, denerim.

6.3K 435 44
                                    

Evet, doğru bildirim. Bir günde iki bölüm! Yuppi!

Birkaç gün sonra atayım diyordum ama sardı yani. Okursunuz bence :D

*

James beni almaya saat tam birde geldi. Benim için şaşırtıcı bir şeydi çünkü ben hiç bu kadar dakik bir insan olamamıştım.

Arabasına bindiğimde arkadaşça bir tavırla yanağını öpüp ona gülümsedim. Kahverengi saçları ıslaktı ve arka koltukta spor çantası vardı. Anlaşılan spor salonundan geliyordu.

O da bana gülümsedi. Clara'yla özenle seçtiğimiz siyah kısa şortu, beyaz, dar tişörtü ve pembe, kürke benzer hırkamı inceledi. Saçlarımı düzleştirip iki yandan örmüştük. Yüzümde ise rimel ve parlatıcı hariç bir şey yoktu.

"İçindeki prensesi ortaya çıkarmışsın," dedi gülümseyerek.

Ah, canım benim, prenses değil bildiğin yaşlı cadıyım ben.

"Teşekkür ederim," dedim sırıtarak. İçimden geçenleri bilseydi çocuk çoktan benden ümidi kesmişti.

Yola çıktık. James'in evi benimkinden on beş dakikalık mesafe uzaktaydı. Ayrıca bizim apartman dairesinin aksine iki katlı ve müstakildi. James'i okul koridorunda gördüğüm ilk anı hatırladım. Tahminim doğruydu, ailesinin durumu gerçekten iyi olmalıydı.

Arabayı evinin önüne park etti. Kapısını açıp çıktı ve ben daha çıkamadan arabanın etrafından dolaşıp benim kapımı da açtı. Bu kadar centilmenliği cadaloz kalbim kaldıramayacaktı.

Küçük bahçeyi geçerek evin kapısına giden taş döşenmiş yolu yürüyüp içeri girdik. Evinin içi açık tonlarda, şık bir biçimde döşenmişti. Kapıyı arkamızdan kapatıp antrede durduğumuzda başıyla sağımızda kalan mutfağı işaret etti.

"Odam üst katta. Ama istersen önce bir şeyler yiyelim?" dedi sorarcasına.

Güldüm. "İçimde çalışma isteği kabardı. Hemen derse geçelim. Sonra belki pizza söyleriz."

Başıyla onayladı. "Nasıl isterseniz, prenses." Önden buyur der gibi merdivenleri işaret etti.

Hayali eteğimi tutarak selam verdim ve merdivenlere yöneldim.

Beraber bir saat boyunca anlatım teknikleri ve Shakespeare amcanın ne demeye çalıştığı üzerine çalıştıktan sonra James'in hiç de kötü bir öğrenci olmadığını fark ettim. Aslına bakarsanız, James'in İngilizcesi benden iyiydi. Öyle ki bir yerden sonra o beni çalıştırmaya başladı.

Bana sonraki sınavdan A almazsa dersten kalacağını söylediğini hatırlıyordum. Derste birbirimize not fırlatırken kağıda yazmıştı bunu. Acaba onu çalıştırayım diye biraz abartmış olabilir mi, diye düşünmeden edemedim.

İki saatin sonunda kalemimi kitabın arasına koydum, kitabı kapattım ve gerindim. Kurt gibi acıkmıştım. James'e bakıp sevimli sevimli sırıttım.

"Pizza zamanı!"

Gülümseyip başıyla onayladı. Alt kata indik ve mutfaktaki geniş yemek masasının çevresindeki sandalyelerden birine oturdum.

James önce internetten pizza siparişi verdi ve ısrar etmeme rağmen tamamını kendi ödedi. Sonra buzdolabını açıp içecek bölümüne göz attı.

"Kola? Soda? Gazoz?"

Dudağımı büküp düşündüm. "Sade soda iyi olur."

Bana bir soda, kendisine de bir kola açtı ve masada karşıma oturdu. Sodamdan bir yudum aldım. O da kolasını yudumlayıp konuştu.

KaranlıktaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin