Bölüm On Beş: Seni bu kadar heyecanlandıran ne?

7.3K 494 47
                                    

Ciao!

Bir buçuk ay yeni bölüm gelmemiş olabilir. Yazarınız sorumsuz biri olabilir. Ama yine de sizi çok seviyor ve yeni bölümü beğenmenizi umuyor :)

Bide yorum yapın yorum, feedback istiyorum diye ağlıyorum artık...

İyi okumalar :D

Can I get a connection?

İç içe geçmiş beyaz, orta boy Starbucks bardaklarından birine uzanırken, "Adınız?" diye sordum.

Ortaokulda olduklarını tahmin ettiğim kız grubundan biri adını söyledi. Gülümseyerek bardağa adını yazdım ve kahve makinesinin başındaki Luke alsın diye tezgaha bıraktım. Bardağı aldı ve sırıtarak bana asker selamı verdi.

Güldüm. Luke ile dün tanışmıştım ama çok tatlı biriydi.

Lensimi düşürdüğüm için taktığım siyah çerçeveli gözlüğü burnumdan yukarı ittim. Gruptaki ikinci kız, "Grande latte," dedi. Onun da adını bardağa yazıp tezgaha bıraktım. Kapının açıldığını duyduğumda üçüncü kızın siparişini alıyordum. Göz ucuyla yeni müşteriye baktım.

Midem aniden kasıldı.

Beni kasada gören Matt şaşkınca baktı.

Boynumun ısındığını hissediyordum ama bozuntuya vermemeye çalıştım. Ben üçüncü bardağı tezgaha bırakana kadar Matt kasaya gelmişti bile. Kızların arkasında duruyordu. Üstünde deri ceketi vardı, omzunda spor çantası asılıydı ve ıslak saçları normalden birkaç ton koyu bir sarı görünüyordu. Kaşlarını kaldırarak ağzının kenarıyla gülümsedi.

"Kahve almaya gelmiştim ama çok daha ilginç bir şey buldum."

Öksürerek boğazımı temizledim. Gözlerimi kasaya çevirdim, kızların siparişini girdim ve fişi onlara uzattım. Kızlar gidince karşımdaki boşalan yeri Matt doldurdu.

"Filtre kahve, değil mi?" dedim yüzüne bile bakmadan ve hep tercih ettiği boydaki bardaktan bir tane kapıp adını karaladım. Bardağı tezgahta Luke'a doğru ittim.

"Grande sade filtre kahve," dedim. Sonra "Luke," diye seslendim kahverengi kıvırcık saçları alnına düşen ve ayağıyla ritim tutarak hazır olan filtre kahveyi Matt'in bardağına döken vardiya arkadaşıma. "Beş dakikaya dönerim, idare edebilir misin?"

Göz kırpıp baş parmağını yukarı kaldırdı. Luke'a bayılıyordum.

Yeşil önlüğümü çıkarıp arkadaki tezgaha bıraktım. Matt'in kahvesini kaptım, kasadan çıkıp gözlerini Luke'a dikmiş Matt'i kolundan tuttum ve kahvesini eline tutuşturdum. Sonra kapıdan dışarı sürükledim.

Yalnız konuşmak için binanın arkasına yöneldim. Konuşmaya nasıl başlamam gerektiğini bilmiyordum. Ne söyleyeceğimi de bilmiyordum. Merhaba Matt, geçen gece partide öpüşmüş olabiliriz ama arada olur öyle şeyler, çok takmamak lazım.

Ya da, hayat fani, ölüm ani, bir kerecikten ne olur yani?

Beyin fonksiyonlarım yavaşça durma noktasına doğru ilerliyordu.

"Gözlük yakışmış. Ve ne zamandan beri Starbucks baristasısın?" diyen Matt benim konuşmamı engelledi.

"Dünden beri. Her neyse, konumuz bu değil."

Sağ omzunu duvara dayadı. Kahvesinden bir yudum alırken bana sabitlenmiş gözleri kısıldı. Sonra yemyeşil gözlerinden bir parıltı geçti.

"Öyleyse konumuz ne Malefiz? Seni bu kadar heyecanlandıran ne?"

Kaşlarımı çattım. On ikiden vurmuştu.

"Heyecanlı falan değilim."

Tek kaşını kaldırdı ve dudakları kurnazca bir gülümsemeyle gerildi. "Öylesin. Seni on yedi yıldır tanıyorum, beni kandıramazsın."

Uzun bir an boyunca bakıştık. "Pekala," dedim mağlubiyetle derin bir nefes vererek.

Kalbim göğüs kafesimin içinde taklalar atıyordu ancak konuyu dolandırmanın bir anlamı yoktu. "Parti gecesi oyunda öpüştük, farkındayım."

O an Matt'te bir şeylerin değiştiğini hissettim. Sanki bu cümle ruh haline yepyeni bir biçim vermişti, sanki o da son üç gündür benim gibi bu anı bekliyordu. Bakışlarına farklı bir anlam yerleşti. Başını bana doğru eğdi.

"Devam et, Malefiz."

"Bunu unutmalıyız."

Sanırım daha açık olamazdım.

Gözleri gözlerime sabitlenmiş, kaçmama izin vermezken kahvesinden bir yudum daha aldı. Sessizlik sokağın seslerine karışıyor, bekleyiş beni tüketiyordu. Hafif rüzgar üstündeki duş jeli ve naneli şampuan kokusunu burnuma getirdi. O kadar tepkisizdi ki korkmaya başlıyordum.

Sonra, yine ve her zamanki gibi, ifadesi rahat bir kedi gülümsemesine döndü. Kurnaz bir gülümsemeydi bu. İstediği her şeye sahip olan ancak bunlarla yetinmeyen ve oyunlara bayılan Matt Allen gülümsemesi.

Ve ben, onun yeni oyununu bulduğunu anlamıştım.

"Matthew," dedim tedbirle. "Bu bir oyun değil. O aptal öpücüğü unutacağız ve hayatlarımıza devam edeceğiz. Bir daha bahsi bile geçmeyecek. Anlaştık mı?"

Yavaşça kahvesinden bir yudum aldı. Telaşımı görüyor ve benimle alay ediyordu.

Alt dudağını ağzının içine yuvarladı. Birkaç saniyeliğine yüzünde dalgın bir ifade belirdi. Sonra bu ifade uçup gitti, yerine benim tanıdığım rahat Matt'in ifadesi geldi. Bana doğru eğildi, göz bebeklerimin derinlerine baktı ve yavaşça cıkladı.

"Anlaşmadık, Malefiz. Hem de hiç."

Doğruldu, bana göz kırptı ve tek omzunda spor çantası, elinde kahvesiyle sokaktan aşağı yürüdü.


*

Buralar karışır, benden demesi :)

Beğendiyseniz lütfen oy verin, yorumlarınıza da bayılıyorum ayrıca :D

KaranlıktaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin