Bölüm Otuz Altı: Kahretsin, eğlencemizi bitirmeye geliyor.

6.5K 484 72
                                    

Sınav haftasından yaralı çıkan yazardan selamlar :D

11K olmuşuz! Çok sevindim :D Bölümü beğenmenizi umuyorum. Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın lütfen <3

*


"I'm a mess, I'm a loser!" diye bağırarak eşlik ettim Bebe Rexha'ya.

"I'm a hater, I'm a user!" diye devam etti Sophia. Bir yandan da sallanıp kıkırdıyorduk.

"I'm a mess for your love, it ain't new!" diye beraber haykırdık.

Karanlık göğün altında, festivalin sesleri ve ışık cümbüşü arasında Sophia'yla sallanırken bir şeyi fark ettim: Dans etmeyi bu kadar sevdiğimi hiç bilmiyordum. Oysaki şu an yerimde duramıyordum. Belki de okulda ponpon kız olmalıydım.

O an bir düşünce zihnime sinsice sızıverdi. Ponpon kızlar dar ve kısacık şeylerle okul takımının maçlarında zıplayıp duruyorlardı. Matt de tüm maçlara çıkıyordu elbette. Yoksa Matt onlara mı bakıyordu?

Dudaklarımı büzdüm, başımı iki yana sallayıp bu aptal düşünceden kurtuldum ve elimdeki kırmızı, plastik bardağı dikip bitirdim.

Bunun kaçıncı olduğunu hatırlamaya çalıştım. Ama şu an hayat seslerden ve ışıktan ibaretti. Belki biraz da çilekli votkadan.

Dürüst olmak gerekirse başım epey dönüyordu. Düşünüp durdum, hafızamı kazıyıp derine inmeye çalıştım. Ama bardağın kaçıncı olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bunu fark etmek kahkaha atmama sebep oldu.

Kolum Sophia'nın omzundaydı, onun kolu da benim omzumda. Güldüğümü görünce o da güldü. Sonra ben onun güldüğünü görünce daha çok güldüm. Döngüye girmiştik.

Bir dakika sonra gülmekten karnım ağrıyor, başım dönüyordu. Dengemi kaybettiğimi hissedince Sophia'nın omzuna tutunayım dedim. Ama çift gördüğüm için sanırım hayali olan omzunu tutmuştum. Arkaya doğru serbest düşüş yapacağımı anladığımda ağzım aralandı ama ses çıkaramadım.

Neyse ki yere çakılmama daha çok varken biri beni sırtımdan yakalayıp ayaklarımın üstüne geri koydu. Rahat bir nefes verdim.

Beni gülerek izleyen Sophia'ya bakıp sırıttım.

"Bugün de ölmedik."

Gülerek beşlik çaktık.

"İyi misin?"

Arkama döndüm.

Karşımdaki yüzü tanımıyordum. Siz de şaşırdınız, değil mi?

Tanımıyordum, evet, ama az önceki iki kelimesinden anladığım şey doğruysa...

Ben bu çocuğu evime götürürdüm.

"Bir daha konuş!" dedim heyecanla. Kelimelerin bir kısmını yutmuştum sanırım.

Koyu renk gözlü ve -sanırım- beyaz tenli çocuk bana kaşlarını kaldırarak baktı.

"Konuş işte, herhangi bir şey söyle!" diye atıldım.

"Şey, ne söylememi istediğini bilmiyorum ama-"

"Evet!" diye sevinçle haykırdım. "Sophia, buraya gel, bunu görmen lazım!"

Sophia kıkırdayarak yanıma geldi ve neyi görmesi gerektiğini anlamamış gibi etrafına bakındı.

Çocuğu parmağımla işaret ettim.

"Gerçek bir İngiliz! Çakma falan değil! Televizyonda da değil, önümüzde! Ah, hep bir İngiliz'le tanışmak istemişimdir!"

"Aslında ben-"

KaranlıktaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin