Bölüm çok uzayınca ikiye böldüm ve asıl olay sonrakine kaldı. Ama bu bölümü de sevin, dışlamayın :D
⋆A seven nation army couldn't hold me back.⋆
Neden parti insanı olmadığımı şu an çok daha iyi anlıyordum.
Koltukta oturmuş, son ses çalan şarkıyı dinleyerek alkolsüz meyve kokteylimi yudumluyordum. Parti tüm hızıyla devam ediyordu ve James'in takım arkadaşları yirmi dakika önce baskın yaparak onu benden çalmışlardı. Clara ise teyzesi hastalandığı için partiye gelemeyeceğini söyleyen bir mesaj atmıştı.
Tüm bunların üzerine, yanımda yiyişen çiftten erkek olan sanırım kızın suratını vakumlayarak ruhunu çalmaya çalışıyordu. Kısacası, durumum son derece kötüydü.
Buradan gitmek için Matt'e ihtiyacım vardı ama hangi cehennemde olduğuna dair bir fikrim yoktu. Villanın üst kattaki odalarından birinde kızın biriyle yiyişiyor -belki daha fazlasını da yapıyor- olabilirdi. Tekrar düşününce oda sayısının sabit, kız sayısınınsa değişken olduğunu fark ettim.
Durumum, Matt'in iğrenç ve muhtemelen bir hastalık ile sonuçlanacak cinsel hayatı üzerine kafa yoracak kadar vahimdi. Hemen yapacak bir şeyler bulmazsam kafayı yiyebilirdim.
Bir kız yalpalayarak ilerledi ve erkeklerden yardım alarak önümdeki salon masasının üzerine çıktı. Ağzını açtığında, aradığım fırsatın ayağıma geldiğini fark ettim.
"Hey millet!" diye bağırdı Sophia. Dengesini korumakta zorlanıyordu ve erkekler aşağıdan eteğinin altını görmeye çalışıyorlardı. "Bana dört şanslı kız ve beş çok şanslı erkek lazım! Muhteşem bir oyun oynayacağız!"
Kendi kendine gülerken dengesini kaybetti, tiz bir çığlık atarak masadan düştü ve dibindeki erkeklerden biri onu yakaladı.
O sırada kalabalığın arasında bir yüz gözüme ilişti. Matt koltuklardan birine kaykılarak oturmuş, ilgisiz gözlerle Sophia'yı izliyordu. Bunca zaman nerede ve kiminle olduğu belli olmuştu.
James hala ortalarda görünmüyordu. Sophia aradığı erkekleri anında buldu, kız ararken oynayacağımı söylemek için yanına ilerledim. Ama daha varamadan bir el kolumu kavrayıp beni kendine çevirdi.
James olmasını umarak döndüm ve Matt'in temkinli yüzüyle karşılaşınca yüzümü buruşturdum.
Gözlerimi inceledi. "İçki içmemişsin, güzel. Ve oynamıyorsun."
"Nedenmiş o?"
"Sana göre bir oyun değil de ondan."
"Vay canına," diye mırıldanarak kollarımı göğsümde kavuşturdum. "Ne zamandan beri beni bu kadar düşünür oldun, Matt?"
Elini sarımsı saçlarına daldırıp öfkeyle etrafa bakındı. Kasılan çenesi ve çatık kaşları bana bir şeylerin cidden ters gittiğini söylüyordu. Ama alt tarafı bir oyundu. En fazla cennette yedi dakika filan olabilirdi ki ben genelde bu oyunda ağır nezle taklidi yapıp tüm erkekleri savuştururdum.
"Bir kere sözümü dinlesen ne olur Angie? Seni buraya ben getirdim ve korumaya çalışıyorum, bana izin versen ne olur?"
"Sen oynayacak mısın?" diye sorusuna soruyla yanıt verdim.
"Ne fark eder?"
Gözlerimi gözlerinin içine diktim ve onu cevap vermeye zorladım. Kısa bir süre sonra direnci kırıldı. Pes ederek iç çekti.
"Evet."
"Öyleyse ben de oynuyorum," diye şakıdım ve cevabını beklemeden üst kata çıkan kalabalığın peşine takıldım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Karanlıkta
Novela Juvenil⭐️ Wattys 2019 "Genç Yetişkin" kategorisi kazananı! ⭐️ • "Çünkü bazı hataları unutamıyorum." Mırıltısı tenimi yalayıp geçerken tüylerim ürperdi. "Hiç olmamış gibi yapamıyorum." • Matt yakışıklıydı, zengindi, okulun beyzbol takım kaptanıydı ve popüle...