Bölüm Kırk Dokuz: Yeni bir moda başlatmak üzeresin Matthew Allen.

6.5K 480 33
                                    

Multiyi kaçırmayın derim :D

Hey Mr. Preacher man

I've been playing with a heart like a violin.


Aslında Matt sağ elini kullandığı ve sağ kolu şu an belimde olduğu için bir şey yapamayacağını sanmıştım. Ama anlaşılan sol eliyle yumruk atma konusunda da kendini epey geliştirmişti.

Matt'in yumruğu, onun vahşiliğine hazırlıksız yakalanan Carter'ın yüzünde, bir hasar bırakacağını açıkça belirten bir sesle patladı. Birkaç saniye boyunca bön bön bakmaktan başka bir şey yapamadım.

Sonra Matt'in kolunu tutma fikri aklımda belirdi ama elbette Matt Allen tek yumrukla yetinecek bir tip değildi. Ben daha kılımı kıpırdatamadan o, darbeyle sarsılmış çocuğun üzerine yürüyüp tişörtünün yakasından tuttu ve ikinci bir tane daha geçirdi.

İstemsizce, "Uf," diye mırıldandım. Benim burada canım acımıştı yani.

Ne yapıyordum yahu? Neredeyse çocuk kaç yumrukla nakavt olacak diye kendi kendime bahis oynayacaktım.

Beni o alık ruh halinden çıkaran şey, Carter'ın Matt'e vurmasıydı.

Bir saniye...

Matt'e kavga etme derken, kimsenin ağzını burnunu patlatma, demeye çalışıyordum. Matt'in zarar görebileceği daha önce aklıma bile gelmemişti!

Matt üçüncü yumruğunu atmadan önce kendimden hiç beklemeyeceğim bir hızla aralarına daldım ve kollarımı iki yana açarak aralarında bir buçuk metre mesafe olduğundan emin oldum.

"Yeter!" diye bağırdım. "Kesin artık şu saçmalığı!"

İkisi de zor da olsa isteksizce durdu ve düzensiz nefesleri arasında birbirlerine nefretle baktılar. Araya girmesem bunun devam edeceği belliydi. Gerçi kavganın çıkma sebebinin de benimle alakalı olduğu düşünülürse yapmak zorunda olduğum şeyi yapmıştım.

Neyse ki Carter yediği dayağa doymuş olmalıydı, çünkü birkaç saniye daha Matt'e zehir saçan bakışlarla baktıktan sonra bir adım geriledi. Elini dudağına götürdü, parmaklarına bulaşan kana bakıp yüzünü buruşturarak yere tükürdü. Arkasını dönüp eğimli yokuşa yöneldi. Ağaçların arasından büyük adımlarıyla yokuşu tırmandı ve birkaç saniye içinde gözden kayboldu.

Gerilen vücudum onun ortadan kaybolmasıyla az da olsa rahatladı. Matt'e döndüm.

Hiddetle koyulaşan yeşil gözleri üzerimdeydi. Hala nefes nefeseydi.

"Kahretsin," diye mırıldandım kaşından süzülen kan damlasına bakarak. "Kanıyor."

Nereye baktığımı anlaması birkaç saniyesini aldı. Sonra parmakları kaşına dokundu ve eline bulaşan kırmızılığı fark ettiğinde yüzünü buruşturdu.

"Bir şey olmaz," diye homurdandı.

"Nasıl olmaz?" dedim aksi sesimle. Gözlerimi etrafta gezdirdim. Yokuşun bittiği ve üzerinde durduğumuz nispeten düz yerin başladığı yerde, bir ağacın dibinde büyük bir kaya vardı. Matt'in elinden tutup oraya doğru çekiştirdim.

Elini tutmak için bu durumdan faydalandığımı fark etmemiş olmasını umdum.

"Otur," diye emrettim en diktatör tavrımla. Bir yandan da onun Matt olduğunu, beni hiç takmadan kaçıp gidebileceğini biliyor, gitmemesi için dua ediyordum.

Neyse ki Matt gitmedi. Dediklerimi pek anlamlandıramadığını yüzünden okuyabiliyordum ama yine de dediğimi yapıp kayanın üzerine oturdu.

Hayattaki tüm şansımı şu an kullanıyor olabilirdim. Ama eğer öyleyse bile bununla bir sorunum yoktu.

KaranlıktaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin