Bölüm Otuz Üç: Bu tiple seni ciddiye alamıyorum.

6.6K 448 37
                                    

⋆I am starting to worry about Ray.⋆


Sophia daha az makyaj yapmalıydı.

Güzel durmadığından falan değildi. Doğrusunu isterseniz, Sophia'nın yüzü bebek gibiydi ve ne yapsa yakışırdı. Ama suratı böyle gözyaşlarıyla sırılsıklam olduğunda, makyajın etkisi tersine dönüyordu.

"Dur, dur, dur!" diyerek Sophia'nın sol elindeki kafaya dikmek üzere olduğu kırmızı plastik bardağı kaptım.

Sümük seslerine karışan bir homurtu çıkarıp elinin tersiyle yanağını ovdu, ki bu dokuz hatalı hareketten biriydi çünkü makyajı iyice dağılmıştı. Boştaki sağ eli masadaki başka bir içkiye uzanınca Clara öne atılıp bardağı ondan önce kaptı ve masanın diğer ucuna koydu.

Bu oyun yaklaşık beş dakikadır böyle sürüp gidiyordu.

Ciddi anlamda yorulmaya başlamıştım.

Sophia'nın ikinci bardağı içmesine izin vermemek için elimizden geleni yapmıştık. Şaşırtıcı biçimde başarılı da olmuştuk. Yine de gözyaşları yanaklarından süzülürken Brian'ın tüm sülalesine küfretmesini engelleyemiyorduk.

Brian ise hala aynı yerde, aynı kızla sarmaş dolaş haldeydi. Sophia'yı fark etmemişti bile.

Hani bazı anlar vardır, başkası için utanırsınız ya? Tam olarak öyle bir an yaşıyordum. Brian için kendini paralayan Sophia ve onun buradaki varlığının farkına bile varmayan Brian.

Durum içler acısıydı.

Eğer bir gün bir erkek için şu hale düşecek olursam dünyaya fazla rahatsızlık vermeden sakince kendi kafama sıkmam gerektiğini aklımın bir köşesine not ettim.

Elindeki bardakları ne kadar alırsak alalım Sophia'nın enerjisi bitmiyordu. Buradan uzaklaşması gerekiyordu. Bunu fark ettiğimde Clara'ya bakıp dudaklarımı sessizce oynattım. "Tuvalet."

Gözlerini bıkkınca kırparak onayladı.

Nihayet Sophia'nın bir koluna ben, diğerine Clara girerek ve tüm gücümüzü harcayarak onu masadan birkaç metre uzaklaştırmayı başardık.

Sophia burnunu çekip Brian'a kısa bir bakış attı ve, "Orospu çocuğu!" diye tısladı.

"Çok haklısın," diyerek ona destek çıktım.

Ama bu tiple seni ciddiye alamıyorum.

Bu düşünce aklımdan geçtiği anda fena halde gülesim geldi. Saçlarımdan siyah şortuma kadar fosforlu boyaya bulandığım aklıma gelmişti.

Ufak bir çocukla konuşuyormuşum gibi sesimi yumuşattım.

"Ama makyajın böyleyken hiç hoş durmuyor Sophia'cığım. Hadi siz Clara'yla beraber bir tuvalete gidin. Elini yüzünü yıka, makyajını tazele, öyle gel."

Clara bana şok içinde baktı.

Beni onunla yalnız bırakamazsın!

Ona yalvarır gibi baktım.

Sorun çıkarsa mesaj at, üç dakikaya yanınızdayım. Söz.

Clara bana gözlerinden ateş fışkırtarak, daha başka ne sorun çıkabilir Tanrı aşkına? der gibi baktı, ki son derece haklı olduğunu reddedemezdim.

Aramızda duran Sophia'nın omzunun üstünden ona birkaç saniye daha yavru köpek bakışı attım. Sonunda gözlerini devirdi ve Sophia'nın tepkisini beklemeden onun kolunu daha sıkı kavrayarak festival alanının kenarında bulunan tuvaletlere doğru çekiştirdi.

Anlık rahatlamayla derin bir nefes verdim.

Üstüm hala boya içindeydi, Matt'le az önce öpüşmek üzereydik ve annem canıma okuyacaktı ama hiç değilse sorunlarımdan biri eksilmişti. Oldukça baş ağrıtıcı, bol makyajlı ve ağlak bir sorundu hem de.

Bu bir zaferdi ve kutlamaya değerdi.

Kollarımı başımın üstünde esneterek gülümsedim. Zihinsel olarak kendi kendime beşlik çakıp omzumu sıvazladım. Ve sonra...

Pekala. Beni artık epey tanıyorsunuz. Angelina Burns bir bela mıknatısıdır, bunu biliyorsunuz. Yaşadığım bir an mutlu ve huzurluysa bu, evrenin benim için çok büyük bir sürpriz hazırladığına işarettir. Yine öyleydi. Ben anlık zafer sarhoşluğuna dalmışken bir el omzuma dokundu.

Germekte olduğum kollarımı yavaşça belimin iki yanına indirip derin bir iç çektim.

Artık okul müdürünü karşımda görsem şaşırmazdım.

Ama arkama dönüp James'i gördüğümde şaşırdım.

"Snapchat haritası demeyeceksin, değil mi?"

Şaşkınca gülüp kaşlarını kaldırdı. "Ne?"

Elimi havada sallayıp geçiştirdim. Nihayet biri burada olduğumu Snapchat haritasında görmediği için çok mutluydum. Sırıttım. "Nasıl gidiyor?"

Giydiği siyah, dar tişört yapılı göğsünü sarmıştı. Tanrım, tüm beyzbolcular bu kadar iyi görünmek zorunda mıydı? Gözlerimi dikip göğsüne bakmamak için çaba harcamam gerekti.

James'in gülümsemesi genişleyerek inci gibi dişlerini ortaya serdi.

"Ben iyiyim Angie ama sana ne oldu böyle?"

Başımı eğip üstümü mahvetmiş olan boyaları yeni görmüşüm gibi dudaklarımı büzdüm. Hava karardığı için artık bayağı parlıyor olmalıydım. Sanırım festivaldeki kimse Matt Allen'ın gazabına uğrayarak bu kadar boyaya batmamıştı ve biraz tuhaf görünüyordum.

"Hiç işte, bilirsin, festival eğlenceleri filan."

Gülüp beni baştan aşağı süzdü. "Epey eğlenmişsin gibi görünüyor."

"Ah, evet," dedi arkamdan gelen ses. "Sen gelene kadar çok eğleniyorduk."

Hayır, hayır, hayır...

Sevgili evren, neden bana sürekli kazık atmak zorundasın?


*

Buralar karışır, benden demesi :D

Oy vermeden geçmeyin lütfen :)

xoxo

KaranlıktaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin