Bölüm Otuz Bir: Bana böyle şeyler söylememelisin. (Part 2)

6.7K 453 38
                                    

Wattys 2019 ödülünün şokundan hala çıkamadım bebekler :D Acayip sevindim yalnız. Dersler yüzünden hiiç aktif olmadığımın farkındayım ama ödül şerefine bir bölüm yazmasam olmazdı :D

Oldu bir şeyler bu bölümde :D Belki ilk partla birleştiririm sonra, belli olmaz. Umarım beğenirsiniz. İyi okumalar!

*

Renkli toz tüm saçlarıma yayılıp kirpiklerime dökülürken dişlerimi sıktım ve dilimin ucuna kadar gelen küfürleri geri ittim.

Kolu belimi sıkıca sarmıştı, bu durumun sonucu olarak da sırtım karnıyla göğsüne tamamen yapışmıştı. Askılımın ve onun incecik tişörtünün varlığı aramızda eriyip gitmiş gibiydi. Yarım saniyelik bir süre içinde sıcaklığı tenime işledi.

Matt'i görmezden gelmek artık ölü birinin diri rolü yapması kadar imkansızdı. Zihnimin hazırlıksız olduğu bir anda öfkeye heyecan karıştı ve kulaklarımın uğuldadığını hissettim.

"Pisliksin!" diye haykırdım tutuşundan kurtulmak için debelenirken. "Pisliğin sözlükteki karşılığısın!"

Beni iyice kendine bastırıp kahkaha attı.

"Teşekkürler. Sen de rengarenk bir sincaba benziyorsun."

Debelendikçe kafamdaki rengarenk toz birikintisi omuzlarıma, önüme ve Matt'in üzerine dökülüyordu. Tüm gücümle kavrayışından kurtulmaya çalışıyordum ama onun üstünde hiçbir etkim yoktu.

Spora başlasam cidden iyi olacaktı.

"O iddiayı kazanacağım!" diye tısladım. "Ve sana ağda yapmaktan büyük bir zevk alacağım!"

Gülen sesi aniden kesildi. Kavrayışı zayıfladı ama bana kaçma süresi tanımadan belimden tutup beni aniden kendine çevirdi. Hızdan başımın döndüğünü hissettim. Gözlerimi kaldırıp afallamış ifademle yüzüne baktım.

Yüzlerimiz arasında bir nefeslik mesafe vardı. Yakışıklı yüzüne yeşil, sarı ve pembe boya sanki bilerek, belirli bir planlamayla sürülmüştü. Her şey gibi toz boya da Matt'in üzerinde başka birinde durmayacağı kadar güzel duruyordu.

Tanrım, bu çocuğun bu kadar çekici olması insanlığa hakaret değil miydi?

Şu an reklamlardaki çıkık elmacık kemiklerine sahip erkek modellere benziyordu. Tek fark, o reklamlardaki modellerin gözlerinde böyle saklı bir hiddet olmuyordu.

"İddiayı kazanmayacaksın," dedi yüzündeki öfkeyle tamamen zıt bir sakinlikle. "Ne James'in evine gideceksin, ne de o çamaşırı alacaksın. Unut bunu."

Kaşlarım çatılırken ağzım aralandı. Bu da neyin nesiydi şimdi?

"Ne demek 'unut bunu'? Daha üç günüm var. Gayet de kazanacağım."

Çelik gibi ifadesiz yüzünü taradım. Onun da suratımdaki soru işaretlerini görebildiğinden emindim.

"Bir ay önce James'in bana bakmayacağını söyleyen sendin Matt," diye sabırsızca devam ettim. "Hatırladın mı? Bu yüzden iddiaya girdik."

Matt başını kaldırdı. Gözleri dalgınca arkamdaki kalabalığı taradı. Aklından bir şeyler geçiyordu, bunu biliyordum. Sonunda arkamdaki bir noktaya bakarak derin bir iç geçirdi. İfadesi sıkıntılıydı, ama bundan fazlası vardı.

Sanki acı çekiyor gibiydi.

Onu böyle görmek tuhaftı. Olumsuz hislerini kavga etmek dışında pek dışarı vurmuyordu. 

Boyalı yüzünde iki parlak kristal parçası gibi görünen yeşil gözleri gözlerimi yakaladı ve bırakmadı.

Harelerine bulaşmış pişmanlığı gördüğümde bir şok dalgası zihnime tüm gücüyle çarptı.

"Çok aptalım Angie." Belimdeki eli sıkılaştı. Şaşkın yüzümü tararken sanki yüzüme değil, çok daha derinlerde bir yere, bir kuyunun dibine bakıyor gibiydi. Dalgınca devam etti.

"Ben... ben göremedim. Hep oradaydı. Gözümün önündeydi. Ama ben hep başka yerlere baktım."

Dalgın ve pişman ifadesi bana hiçbir ipucu vermiyordu. Ben de kadar denersem deneyeyim sözlerine bir anlam veremiyordum. Neyi görememişti?

"Sonra James geldi," diye devam etti. İfadesi dalgınlıktan sıyrıldı, onun yerine nefrete benzeyen bir şey yerleşti. Dişlerini sıktığında çenesi kasıldı. Ama bu öfke de geçiciydi ve birkaç saniyenin sonunda pes eder gibi iç çekti.

"Anlamıyorum Angie."

Kısık sesimle, "Neyi?" diye sordum.

Dudaklarını birbirine bastırıp başını kafa karışıklığıyla iki yana salladı. Saçındaki tozlar üstümüze döküldü.

"Nasıl birkaç günde anladı? Benim yıllarca göremediğim şeyi nasıl aniden ortaya çıkıp gördü?"

Alacağım cevaptan çok korkuyordum. Ama sormak zorundaydım. Kuruyan dudaklarımı yalayıp kelimeleri dışarı akmaya zorladım.

"Sen neyi göremedin Matt?"

Bana böyle baktığı zaman ne yapacağımı bilemiyordum. Sanki göz bebeklerinden bir şey benim gözlerime uzanıyor, zihnime erişip her bir gizli düşüncemi ortalığa seriyor gibi hissediyordum. Matt içimi okuyordu. Kendi içini hiç açmıyordu, ama benim neler düşündüğümü biliyordu. Korktuğumu da hissedebiliyordu.

Belimde olmayan sol eli yavaşça uzanıp yanağıma dokundu. Bana böyle dokunmasını istemiyordum, çünkü bu kadar hassas bir dokunuş saf ümit demekti.

Ve ümit benim sonumu getirirdi.

Uzun parmakları yavaşça yanağımın altına yerleşti. Gözleri, dokunduğu tenimi takip ediyordu. Tüm benliğim bu dokunuşa kilitlenmişti, öteki tüm hisler ve sesler silinip gitmişti. Kalabalığın ortasında olduğumuzu biliyordum ama iki kişilik bir dünyadaymışız gibi hissediyordum.

Baş parmağı elmacık kemiğimi hassasça okşadı. Tüm hislerin bir noktada toplandığını hissetmek tehlikeliydi. Yine de güzelliğini inkar edemezdim. İçimden yükselen tek istek yanağımı eline doğru bastırmaktı.

"Sen insanın içine işliyorsun Angie," diye mırıldandı. "Ve ben işte bunu göremedim."

Kelimeler içime süzüldüğünde bacaklarımın güçsüzleştiğini hissedip Matt'in omuzlarına tutundum.

İşte yine, ümit içimde sinsi bir sarmaşık gibi boy veriyordu. Şimdi kesip atmazsam her yerimi sarıp beni öldürecekti.

Yutkunmak hiç bu kadar zor olmamıştı.

"Bana böyle şeyler söylememelisin Matt," dedim zorlukla.

Ümide kapılacak kadar aptalım, demek istiyordum aslında. Sen lütfen bana ümit verecek kadar zalim olma.

Bu hikayenin sonunu biliyordum. Artık onu dinlemek istemiyordum.

"Biliyorum," dedi parmağı yanağımdaki boyayı biraz daha yayarken. Sonra aniden kaşları çatıldı, fikrini değiştirmiş gibi başını iki yana salladı. Bu kararsız halleri bana çok yabancıydı.

"Aslında bilmiyorum. Eskiden bile bile yanlış yapardım. Artık neyin doğru, neyin yanlış olduğunu bile bilmiyorum."

Parmağı tüy gibi bir dokunuşla ufak daireler çizmeye devam etti. Yavaş yavaş dudaklarıma yaklaşıyordu. Sanki transa girmiş gibi gözleri parmağının yüzümdeki hareketini pür dikkat takip ediyordu.

Alt dudağımı okşadığında omurgamdan aşağı bir titreme yayıldı.

Gözleri dudaklarımdaydı. Dudakları hafifçe aralanmıştı ve ikimizin de solukları düzensizleşmişti.

Matt, üstümde kendime verdiğim sözlerden daha güçlü bir etkiye sahipti. Bundan nefret etmem gerekiyordu. Ama edemiyordum.

Bu yüzden, bilincimin beni terk edip gittiği o anda Matt'in yüzü yüzüme yaklaşırken öylece durup bekledim.

KaranlıktaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin