1966 yılının aralık ayında, dış kapımızın kapanmasına sebep olacak kadar kar yağmıştı. O yıllarda 9 yaşlarındayım. Ağaçların yapraklarını kaplayan bembeyaz karlara bakmaya doyamıyordum. Kış ayını çok severdim ama ahırımızdaki hayvanlar için aynı şeyi söyleyemem. Soğuktan ineklerimizden biri öldüğü bir sabah yatağımdan kalkmak istedim ama vücudumu hareket ettiremedim. Çok sevdiğim soğuk beni yatağa düşürmüştü. Ateşim yoktu ama kılımı kıpırdatamıyordum. Annem benim hastalandığımı anladıktan sonra yataktan kalkmamı yasakladı. Hem yasaklamasa ne olacaktı ki; zaten kalkamıyordum.
Annem; süt kazanının içinden aldığı sütü küçük bakracın içine koydu. Bakracı da ocağın üzerine bıraktı. Isınan sütü metal bardağa koyup bana içirmeye çalışıyordu ama süt o kadar sıcaktı ki içemiyordum. Annem bardağın içindeki süte üflemeye başladığı sırada, nenem odamızın kapısından içeri girdi. Önce anneme, sonra elindeki bardağa ve daha sonra da bana baktı. Hiçbir şey söylemeden dışarı çıkıp kapıyı kapattı. Daha kapı yeni kapanmıştı ki, dedem sert bir şekilde kapıyı açtı. Hızlı adımlarla yatağımın yanına kadar geldi. Ellerini arkasında bağladı, göğüslerini öne doğru çıkardı.
- Sen çocuğa süt mü veriyorsun?
Annem sanki çok büyük bir suç işlemiş gibi elindeki bardağı saklamaya çalışıyordu.
- Evet baba. Kız çok hasta, içi ısınsın diye veriyordum.
Annem elindeki metal bardağı yatağın yanına bıraktığında dedem sertliğini hiç bozmadı.
- İçi ısınsın diye öyle mi?
diye bağırdı. Eğildi ve annemin bıraktığı metal bardağı aldı. İçine kısa süre baktı.
- Çocuk kısmı süt mü içermiş! Nereden duyuyorsunuz böyle şeyleri? Madem çocuğun içini ısıtacaksın çorba yapıp ver!
O an aklıma, sürekli ılık süt içen halamın okul arkadaşı Işık geldi. Hem benim gibi kaynar değil, ılık süt içiyordu. Nenemin birkaç kez halama süt verdiğini aklıma getirdiğimde "süt içmek için okula gitmek gerekiyor herhalde" diye düşündüm. Ben hiç okula gidemeyeceğim için süt içmenin bana sonsuza kadar yasak olduğunu anlamıştım. Dedem; bardağın içindeki sütü, demir ayaklığın üzerinde duran süt kazanının içine boşalttı, kapağını sert bir şekilde kapattı.
- Bir daha bu süt boşa harcanmayacak. Zaten ineklerden biri öldü. Yoğurdu neyle yaparız, tereyağını, ya peyniri?
Annem uzun süre pişman olacağı o cümleyi kurdu.
- Baba, tereyağı ve peyniri biz zaten yiyemiyoruz ki, sen şehirlilere satıyorsun!
Dedemin yüzüne sakin bir ifade yerleşti ve arkasını dönüp odadan çıkıp gitti. Odanın kapısını kapatmadığı için nenemle konuşmaları bize kadar geliyordu. Aslında bu konuşma değil bağrışmaydı. Dedem,
- İçeridekine söyle, bir daha benim oturduğum sofraya oturmasın!
- Tamam söylerim.
Nenem birkaç saniye sonra odamızdan içeri girdi. Dedemin tam kapatamadığı süt kazanının kapağını kapattı. Annemin yüzüne bakma gereği bile duymuyordu. Annem; nenem onu dedeme şikayet ettiğini biliyordu. Bu ilk değildi ve bunu sürekli yapıyordu. Dudaklarını alnıma dayadı ve ateşime baktı. Bir süre sonra nenem tam bir şey söyleyeceği sırada annem onun konuşmasına izin vermeden,
- Nefesini boşuna yorma ana, babamın ne dediğini duydum.
Dedemin anneme verdiği bu cezanın ağırlığını o zaman anlamamıştım ama bu çok uzun sürmeyecekti. Nenem, arkasını döndü ve odadan çıktı. Bütün bu olanları sessiz sedasız izleyen babamı, oda kapısını kapatmak için ayağa kalktığında fark ettim. Hasta olmamdan mı yoksa babamın tavşan gibi sessizliğinden mi bilmiyorum.
Annem yerinden kalkmadan arkasını dönüp babama doğru baktı. Tam bir şey söyleyeceği sırada yutkundu. Babam;
- Neye bakıyorsun Feride?
dedi ve kalktığı yere tekrar oturdu. Annem hafif buğulanmış gözleriyle babama baktı.
- Yok bir şey talip! Sen otur, sadece otur.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üstünde Ne Var? (Kitap Oldu)
General FictionDışarı çıktım, kapının önündeki merdivenlere oturup annemi beklemeye başladım. Hemen karşımdaki ağaç dallarının esen rüzgarla eğilmelerini izliyordum. Rüzgar o kadar sert esiyordu ki; ağaçların dalları yere değiyordu. Sonra bir anda aklıma dedem ve...