İki kardeşimle birlikte yaşamaya başladığımız bu evde, dayım ve yengemden başka kimse yoktu. Yengemin hiç çocuğu olmadığı için bizlere çok iyi davranıyordu. Annemin, bizi neden bu eve gönderdiğini bir süre sonra öğrendim. Dayımın karısının çocuğu olmuyordu ve bu kadının çocuk özlemi bizim köyümüze kadar uzanıyormuş. Hatta; çocuğu olmadığı ve köy halkının kendisiyle "kısır" diye dalga geçtiği için bir süre sonra dayıma "gidelim bu köyden" demiş. Dayımda hakkaniyetli adammış demek ki; bir süre sonra karısını da alıp İstanbul'a yerleştiklerini öğrendim. Hatta annemin bizi dayımın ve yengemin çalışmadığı Pazar günü bilerek bıraktığını da anlamıştım.
\\\
Remzi dayımla birlikte Mahmure yengem; Beykoz Deri fabrikasında çalışmak için sabah erkenden evden çıkarlardı. Önceleri dayım bizi ilk gördüğünde çok sinirlenmişti ama her akşam eve geldiğinde; evin tertemiz, sofralarının da sürekli hazır olduğunu gördüğünde, ben ve iki kardeşimin evde oluşundan memnundu.
Dayımların bu evi; gecekonduydu. "Gecekondu" lafını sonradan duydum elbette. Yüksek binaların yanısıra bu evler bir gecede kondurulduğu için "gecekondu" deniliyordu. Evin çevresinde yüksek duvarlar vardı ve arkasında da küçücük bir bahçe. Gün içinde; gözleri görmeyen kardeşim sürekli yanımdaydı ama Nevzat'ın bahçede oynamasına izin veriyordum.
Bahçe dahil olmak üzere evin her yerini böcek kaplamıştı. Bu böceklerin nereden geldiğini bilmiyordum. Sonra; köydeki tavukların bu böceklerden yediklerini hatırladım. Bu yüzden köydeki evimizde böcek yok diye düşündüm. Beş kişi yaşadığımız bu gecekondunun iki tane kocaman odası vardı. Bir odada dayım ve yengem, diğer oda da kardeşlerimle birlikte ben kalıyordum. Tuvalet ve banyo aynı yerdeydi.
Her akşam olduğu gibi o akşamda dayım ve yengem aynı anda işten döndüler. Gelecekleri saati bildiğim için sofrayı hazırlamış onları bekliyordum. Birkaç dakika sonra anahtar ile kapı açıldığında kafamı kapıya doğru çevirdim. İçeri giren Yengem koltuğunun altına sıkıştırdığı üç ekmeği sofraya koydu.
- Nasılsın kızım?
diye sorduğunda arkasından da dayım elinde kocaman bir tüfekle içeri girdi. Tüfeği salondaki çekyatın üzerine bıraktıktan sonra duvara çiviler çakmaya başladı. Üç tane çivi çaktıktan sonra tüfeği duvara astı.
- Heh, çok güzel oldu.
dedi yaptığı işle gurur duyarak. Yengem de;
- Remzi, gerçekten çok güzel durdu. Kimden aldım demiştin bunu?
- Önce ellerimizi yıkayalım, sofrada anlatırım.
dedi ve banyoya ellerini yıkamaya gitti. Hemen ardından da yengem. Salonun ortasındaki sofraya oturduklarında dayım anlatmaya başladı;
- Bu tüfek, Sakarya kahramanı 70. alayda savaşmış Nezahat onbaşının. Tabi çoğu insan 70. alay olarak bilmez adını, "Kızlı alay" diye bilinir. Bu tüfek; Nezahat onbaşının onlarca gavurun canını aldığı tüfek. Baksanıza şunun asaletine, barut izleri hala üzerinde.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üstünde Ne Var? (Kitap Oldu)
Tiểu Thuyết ChungDışarı çıktım, kapının önündeki merdivenlere oturup annemi beklemeye başladım. Hemen karşımdaki ağaç dallarının esen rüzgarla eğilmelerini izliyordum. Rüzgar o kadar sert esiyordu ki; ağaçların dalları yere değiyordu. Sonra bir anda aklıma dedem ve...