1967 yılının kış ayında kar neredeyse hiç yerden kalkmadı. Tam erimeye başladığı sırada tekrar yağıyordu. Sabaha karşı büyük bir çatırdama, ardından da büyük bir gürültü ile uyandıktan sonra nenemin feryatlarını duydum.
- Yetişin komşular. Bağımız bahçemiz yıkıldı, evimiz ocağımız yıkıldı.
Nenemin sesiyle uyanan annem de yatağından kalktı.
- Sen burada kardeşinin yanında kal.
Hızlı bir şekilde odadan çıkan annem kısa süre sonra odaya geri döndü.
- Ambar yıkılmış!
dedi asık bir yüzle. Annemle birlikte odamızı temizlediğimiz sırada kapımız açıldı. Dedem önce anneme, sonra da bana baktı.
- Ne oyalanıyorsunuz hâlâ, elimiz ekmeğimiz yıkılmış, sizin umurunuzda değil!
Annem kucağına aldığı yorganı yüklüğün üzerine koydu.
- Baba, hava biraz daha aydınlandıktan sonra ambara gidecektim, bu karanlıkta yapacak bir şey yok.
- Ben bu kadar idareyi boşuna mı yaptım. Herkes eline bir idare alsın ve hemen ambara insin. O mahsul böceklenirse; Allah şahidim olsun hepinizi ayağınızdan tavana asarım.
Kardeşim Nevzat'ın odada kalmasını tembihleyen Annemle birlikte hızlı bir şekilde elimize aldığımız küfelerle ambarın altına indik. Daha hiç kimse gelmemişti. Karların üzerine saçılmış mısırları, fasulyeleri ve nohutları toplamaya başladık. Bir süre sonra nenem, halam ve amcam da geldi. Küçük halamın bize yardım etmeyeceğini biliyordum ama yalan yok; biz süre gözüm onu da aramıştı.
Dizlerimizin üzerine çömelip; mahsulün çoğunu topladık. Karların arasına girenleri toplamak çok zor oluyordu. Onları neredeyse teker teker topluyorduk. Onlarca küfeyi doldurduktan sonra annem benim ellerime baktı.
- Kız! Sen donmuşsun ya. Ellerin mosmor olmuş. Çabuk eve git, bizim de az işimiz kaldı.
Dizlerimi karların üzerinden kaldırmaya çalıştığımda ayaklarımın uyuştuğunu anladım. Binbir zorlukla doğruldum. İlk defa yürümeye çalışan çocuklar gibiydim. Bir adım attım, daha sonra bir adım daha. Yürüdükçe adım atmam daha da kolaylaşıyordu. Dış kapının önüne geldiğimde tahtaların arasından, diğer tarafta bir hareketlenme olduğunu gördüm ama ne olduğunu anlayamadım. Zorlukla yumruk yaptığım elimle kapıya vurmaya başladım. Dedem, saniyeler içinde kapıyı açtı. Ona hiçbir şey söylemeden içeri birkaç adım attığımda, kapının hemen önündeki taburede çubuk içtiğini anladım. Biz soğukta çalışıyorduk, o sıcak evin içinde çubuk içiyordu. Yüzüme her zamanki gibi nefret eder bir şekilde baktı. Odaya gitmeye çalıştığımda duvar gibi önümde durdu, ensemden tuttu.
- Nereye?
Ellerimin çok üşüdüğünü, annemin de beni gönderdiğini söylediğimde sinirden titremeye başladı. Konuşmakta zorlanıyordu.
- Nankör domuzlar! Ben sizi doyurmak zorunda mıyım? Adamlar benden buğday bekler, nohut bekler, anan olacak kahpe de senin ellerini mi düşünür?!
Elini ensemden çeken dedem bir anda ortadan kayboldu. Odamıza doğru yürüdüğüm sırada anlayamadığım bir şekilde yere düştüm. Dedem bacağımın arkasına tekme atmıştı ve delirmiş gibi bağırıyordu. Elindeki, ocağı karıştırdığımız demiri sonradan gördüm. Sol ayağımın diz kapaklarının hemen altına vurmaya başladı. Hem bağırıyor, hem de küfürler savuruyordu. Sonrasını hatırlamadığım için bana kaç kez vurduğunu da bilmiyorum. Kendime geldiğimde yatağımdaydım ve annem de yanı başımdaydı. Beni ne kadar dövdüyse artık acıdan bayılmışım. İşte bu ayağım da o günden sonra topallamaya başladı. Ne zaman yürümeye başlasam, ayağımın acısını hissetsem, dedeme söylediklerimi ya da söylemek istediklerimi duymak istemezsiniz.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Üstünde Ne Var? (Kitap Oldu)
General FictionDışarı çıktım, kapının önündeki merdivenlere oturup annemi beklemeye başladım. Hemen karşımdaki ağaç dallarının esen rüzgarla eğilmelerini izliyordum. Rüzgar o kadar sert esiyordu ki; ağaçların dalları yere değiyordu. Sonra bir anda aklıma dedem ve...